Kibir; bir insanın servet, makam, ilim, ibadet, soy, güzellik ve kuvvet gibi her hangi bir meziyetinden dolayı, kendini başkasından üstün görme hastalığıdır.
 

Kibrin ne kadar tehlikeli ve çirkin olduğu bir ayette şöyle ifade buyrulur:

“Kibirli davranarak insanlardan yüzünü dönme, çalımlı çalımlı yürüme! Çünkü Allah kibirle kasılan, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez.” [Lokman, 18]

Bir başka  ayette de; “Cehennem, kibirliler için ne çirkin, ne kötü bir yerdir.” [Nahl, 29] buyrulmuştur.  

Yine  başka bir ayette ise şöyle buyrulur:

“Hem, kibirli kibirli yürüme! Zira ne yeri yarabilirsin ne de boyca dağlara erişebilirsin...” [İsra, 37]

Büyüklük ve azamet  kainatı ve içindeki bütün  mahlukatı yoktan var eden Cenab-ı Hakk’a aittir ve O’na layıktır.

Bir kulun kibirlenmesi, bir kölenin, hükümdarın tacını başına geçirerek onun tahtında oturup hükmetmesine benzer.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan bir kimse, cennete giremeyecektir.”

İinsanı şeref ve fazilet sahibi yapacak ve onu maddi ve manevi bakımdan yükseltecek olan en büyük meziyet ve en güzel haslet, “tavazu”dur. Kibir ve gurur ise, insanı alçaltır, zelil ve perişan eder.   

Kibir ile gurur birbirine benzese de, aralarında şöyle bir fark vardır. Kibir, insanın kendini üstün görmesi, gurur ise yaptığı hayır hasenat ve ibadetlerine güvenmesidir. Böyle bir insan, yaptığı iyiliklerin, hayır ve hasenatın  kendisini kurtaracağını düşünerek akibetinden emin olur ki, bu çok tehlikeli bir haldir ve insanı dalalete götürür. Zira hiç kimse akıbetinden ve Allah’ın azabından emin olamaz. Allah’ın azabından emin olmak ise, Allah’ın gazabını kendine celbetmeye vesiledir. O halde insan havf ve reca’ ortasında olmalı, hem  Allah’ın azabından korkmalı, hem de rahmetini ümit etmelidir.

Eğer kişiyi gurur ve kibre sevkeden, onun soyu ise, bu, kendisine bir şeref kazandırmaz.  Soyu ile övünmek ahmaklıktır. Kabil, Hazret-i Âdem’in oğlu olduğu halde, babasının peygamber olması, onu küfürden kurtarmamıştır. Hazret-i Nuh (a.s)’ın oğlu da babasının peygamberliğini kabul etmeyerek ebedi felakete sürüklenmiştir.

Eğer insan, bulunduğu makam olan siyasi, bürokratik veya statüsel erkin kudreti ile veya zenginliği, mal varlığı, lüks evi, arabası vb sebebiyle gurur ve kibre giriyorsa, bu da büyük bir  cehalettir. Zira, sonsuz kudret sahibi olan ve kendisindeki bu nimetleri ona ihsan eden Cenab-ı Hakk’a karşı böyle bir harekette bulunmak en büyük felakettir!

İnsan ne kadar kuvvet ve iktidar sahibi olursa olsun, bunların bir gün mutlaka elinden çıkacağını düşünse kesinlikle gurur ve kibre düşmez.

Akıllı insan, kendisinde bulunan maddi ve manevi nimetlerin Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve keremi olduğunu bilmeli, bir anda yazı kışa, kışı yaza çeviren Allah’ın, bu  nimetleri elinden her an alabileceğini unutmamalıdır ki, gurur ve kibre düşmesin. İnsan bütün bu nimetleri Allah’ın ikramı olarak görür ve şükür ile mukabele ederse bu hastalığa düşmez!

. . .

Yukarıdan aşağıya toplumsal olarak, anlamsız bir "kibir sendromu"nun girdabında, çirkin bir "ego zehirlenmesi" ile manevi intihara sürükleniyoruz!

Bu garabet, "kindarlık sendromu"nu da doğurarak, bizi fert fert ve ictimai bağlamda daha büyük felaketlere doğru hızla savuruyor!

Üzerimize asit yağmurları gibi yağan bu kirlerden ihlaslı bir tevazu ile acziyetimizin farkına vararak arınamazsak, bizi modern firavunlar olarak bekleyen ateşin azabı dokunduğunda sanırım çok geç olacak!..

Hafezanallah!

Firavun, sadece, tarihin akışı içinde Mısır'da bir dönem yaşamış ve ölmüş bir kralın adı ya da kralların makamı değildir!..

Hepimizi tahakkümü altına almakla tehdit oluşturan ve sonucu zillet olan "manevi bir hastalığın" adıdır!..

Kibir..

Kendini herkesten üstün görmek..

Enaniyet..

Egosu, karakterinden fazla olmak..


. . .

FİRAVUNLARIN TAMAMININ SONU, ZİLLETLE VE HÜSRANLA BİTMİŞTİR!
 

Fi emanillah