Sosyo-ekonomik, askeri-kültürel, siyasi-toplumsal etki ajanları ve klikleriyle gizlenmişlerdi içimize. Hep oradaydılar. En ücralarımızda. Gözlerini diktikleri topraklarımız değildi sadece. İşgale yeltenmişler ve pay-i tahtımıza kadar gelmişlerdi. Bâb-ı Âli’ye çöreklenmiş, Anadolu’yu parsellemişlerdi. Sebatayından, Pakrudinine, gizlisinden aşikarına devletin en mahrem odalarında cirit atıyorlardı. ‘’Geldikleri gibi’’ gitmemişler miydi yoksa?

Çok geçte olsa anladık. Uyanışın kollektif olması için ihtiyacımız olan şey sadece zaman ve ağır mevsimin zemherisinde de olsa toprağa atılan tohumların filiz vermesiydi. İnsan yetiştirmeliydik.

Ne Enderun, Ne Karatay ve nede Nizamiye Medreselerimiz yoktu artık. Mahalle camilerinde bile elif-ba okuyanımız kalmamıştı! 

Üstümüze çöreklenenlerin tahakkümü zillet derecesinde ağırdı. Yutkunduk! ‘’Lâ Havle!’’ çektik! Hâfi bir vird oldu sabır. Yasir Ailesinin işkenceler altında zulme uğramasını kahır dolu yürekle içine akıttığı gözyaşlarıyla izleyen Ebu’l Kasım’ın (sav) derin hicranını, yaşayarak anlıyorduk.

’Sabredin ey Âli Yasir! Cennetin kokusunu alıyorum!’’ diyen elçinin sözlerine kulak kesilmiştik darağaçlarında asılanların haberleri geldikçe. Sabır, virdimizdi! Bilal gibi kızgın kumların üstünde artık bizde ‘’Ehad! Ehad!’’ diyorduk, soğuk zindanlarda işkenceler altında ezildiğimizde.

Yağlı urganın ucunda can verenlerin son nefesleri gönül pencerelerimizin buğusunda halen. O buğuya işaret parmağımızın ucuyla kalp resmediyoruz ve hiç Unutmadık.

’Unutursak kalbimiz kurusun!’’ feryadı derin bir sessizliğin dağlarından yankılanır!

Unutmadık Kudüs’ün düşüşünü! Medine’den çıkışımızı! Dolmabahçe’ye demirleyen İngiliz’i! Dolarımızı IMF’e, ordumuzu NATO’ya, Kültürümüzü UNESCO’ya demirleyenleri unutmadığımız gibi!

Boraltan Köprüsü’nü unutmadık!

Hocalı’yı, Grozni’yi, Felluce’yi unutmadık!

El Bab, Afrin, Fırat Kalkanı, Barış Pınarıyla Suriye’ye sur olmaya başladığımız bu günlerde Mescid-i Aksa’yı ve 103 yıldır süren işgali unutmadık! Karalar bağlayan Beytullah’ı unutmadık!

Hicri 13, Miladi 634'te Suriye'ye ilk girdiğimiz Ecnâdeyn Savaşı'nı unutmadık!

Halid b. Velid, Ebu Ubeyde Bin Cerrah, Şurahbil b. Hasene, Amr b. As'ı unutmadık!

Sergios'u, Vadilarâbe'de yenip sonra Gamr'ul Arâbat'ı almıştık! Öncesinde 3 kez tevessül edip başaramamıştık ama Ebubekir el Sıddık (ra) ahd etmişti, yemini vardı! Suriye ve Beyt'ul Makdis alınacaktı!

Heraklius paniklemiş, kardeşi Theodoros'u 80 bin kişilik orduyla üzerimize yollamıştı. Hz. Halid, Mercirâhit'i alınca Busra'ya geçmiş, yıllar sonra Yavuz'un otağını kuracağı Remle'de konuşlanmış, Beyt'ul Cibrin korunağıyla iki ordu ECNÂDEYN'de karşılaşmıştı.

Dönemin "İran'ı" SASANİLER'i tart eden Bizans, bu moral ve askeri üstünlüğüne rağmen, Allah'ın nusretiyle İslam ordusuna yenilmişti. Kayıtlar 3 bin Bizanslı'ya karşı 14 mücahidin şehid olduğunu söylüyordu. Ecnâdeyn Savaşı ile Filistin ve Suriye’nin kapıları müslümanlara açılmış, iki yıl sonra kazanılan Yermük zaferiyle de bölgenin fethi tamamlanmıştı. Kudüs'ün fethini SIDDIK görememişti fakat fetih Hz. ÖMER'e nasip olmuştu! Unutmadık!

...

Tarih perspektifi, Rahmani hareketin liderlerinin; siyasetlerinin temeline Kudüs’ün özgürlüğünü koymadan muvaffak olamayacağının örnekleriyle dolu! Efendimizin; ‘’Gidin! Gidemessenizde kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin!’’ demesinde ki kozmik işareti doğru okuyan Sıddık, Beyt’ul Makdis’e o nedenle yürüyordu!

O’nun yarım bıraktığını ise Hattab’ın oğlu tamamlıyor ve Kudüs’e bizzat giderek şehrin anahtar teslim törenine katılıyordu! Şehre kıble istikametinden giren Hz. Ömer bulunduğu tepeden Makdis’i göyaşlarıyla izlerken asasını yere vuruyor ve ‘’Allah’u Ekber velillahilhamd!’’ derken Kudüs sarsılıyordu!

O tepenin adı ‘’Cebel-i Mükebber!’’ olarak ismini o gün alırken rivayet odur ki Efendimizin vefatıyla Medine’yi terk eden Hz. Bilal, yıllar yıllar sonra ilk kez Kudüs’te görülüyor ve Hz. Ömer’in ricasıyla yine yıllar sonra ilk kez Cebel-i Mükebber’den Ezan-ı Muhammed’iyi hıçkırarak okuyor, ezanı işiten ashab; hayret, özlem ve heyecanla ‘’Bu Bilal mi? Bu Bilal mi?’’ diye birbirine soruyordu!

Ve Hz. Bilal ‘’Eşhenü enne Muhammed’en Resulullah’’ derken ashab-ı kiram birbirine; ‘’Vallahi Resulullah dirildi! O’da burada Beytu’l Makdis’tedir!’’ diyordu…

Evet Efendimiz’de oradaydı! Malarzgirt’te oradaydı! Ayn Calut’ta oradaydı! Çanakkale’de oradaydı! O, hiç ‘’ölmedi ki!’’

Fani vücudu toprağa emanet edilmiş olsa da kıyamete dek diri olacak mesajı ve davası, yaşam biçimi ve ahlakı dipdiri aramızda olmaya devam ediyordu! Sünneti nerede diri tutuluyorsa O orada ümmetini hiç bırakmamış yarın da bırakmayacaktı ki!

Ve biz, yıllar önce kaybettiğimiz topraklarımızı Rahmani tecelliyle çağın Halid’leri ile tek tek geri alırken; El Bab’ta, Afrin’de, Resul Ayn’da, Azez’de, Tel Abyad’da ve şimdi Fuzuli’de, Cebrail’de, Hocavend’de, Laçin ve diğer tüm bölgelerde Ömer’ler ‘’Allah’u Ekber velillahil Hamd!’’ zikrini gür bir sesle haykırıyor ve Bilalvari ezanları tekrar okuyarak gök ehliyle barışmaya devam ediyoruz.

Azeri kardeşlerimiz: ‘’Karabağ, Azerbaycandır!’’ derken yanlış söylemiyorlardı ama eksikti!

Karabağ sadece Azerbaycan değildi!

Karabağ, Kudüs’tü!

Cebrail, Kudüs’tü!

Fuzuli, Kudüs’tü!

El Bab, Kudüs’tü!

Afrin, Kudüs’tü!

Maraş Bölgesi, Kudüs’tü!

15 Temmuz'da, bu aziz milleti kollektif cezbeyle silkeleyen Kuddüs (cc), vakti geldiğinde Kudüs-ü Şerif'e yürüyecek olan bu necip milletin aziz ordusuna; El Bab'ta, Afrin'de, Zeytin Dalı'nda, Pençeyle, Barış Pınarı’yla sel gibi akarak, setleri yıkarak tatbikat yaptırmaya, tatbikatın ileri aşaması olan Karabağ’ın alınmasıyla devam ettirmektedir! Kader ve Tarih perspektifinden baktığımızda görürüz ki; tüm işaretleriyle Sünnet'uLLAH'a tabi olursak Mescid-i Aksa'nın kurtuluşu ‘’Nasr'un Min’Allah ve Feth'un Qariyb. Ve beşşir'ul Mü'minin.’’ prensibiyle yakındır!

Halbuki o şeytani hareketin, Rahmani hareket karşısında tezleri, planları, konseptleri, paktları vardı! İlimunatları, Kabalları, CFR'ları, RAND’ları, Siyonları, Think Tank'ları vardı! Dolarları ve yüksek teknolojileri vardı!

15 Temmuz’da bir kez daha topraklarımıza göz dikmişlerdi!

40 gün sonra El Bab’la topraklarımızı, sınırlarımızı aştık.

‘’İngilizcesi bile olmayan, üniversite diploması bile var mı yok mu’’ diye sorguladıkları bir vatan evladının liderliğinde zorlu yürüyüş devam ediyor! Hiç kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacımız yok! Muhtaç olduğumuz kudretin kaynağı bellidir!

Artık; ne Şangay ne Kopenhag!

Ne Atlantik! Ne Avrasya!

Ne Gladio ve ne de Nato!

Astana'dan ötesi Horasan!

Konsept, Anadolu!

Devlet, Öz!

Kök hücre daim diri!

Sirayet ağır ağır.

Yürüyüş Mehteran!

İki adım ileri; duruş, sağa ve sola nazar-ı tedbir!

El, kılıç kabzasında!

Yürekler, coşkun!

Diller, duada!

Kudüs, az ötede!

..

Bülent Deniz - Habervakti.com Genel Koord.

@bulentdenizim

www.bulentdeniz.com