Kaynağı ve ifası yönünden ruh ile ilişkilendirilen, verisi vecd ve zevk olarak belirlenen müzik, tam da bu yanlarıyla bitmeyen bir tartışmanın merkezine yerleşir.

İlk bakışa göre ruhun mahiyetini ve etkilerini hem ilahi bir sırrı kurcalamamak hem de insanın insan olma vasıflarını beşerî bir tahdidin konusu yaparak onun hayatını daraltmamak, sıkıntıya sokmamak esasında ferdiyetle ilişkilendirip, mahremiyet hakkının dokunulmazlığına havale etmek müzikle ilgili tartışmaları gereksizleştirir.

Ancak ikinci bakışa göre müzik yoluyla vecd ve zevkin yöneticilerden topluma yayılması ve bunun getirisi olan işret, rindânelik, sorumsuzluk… nedeniyle asabiyetin bozulması, toplumsal bir tefessühün ortaya çıkması ve son tahlilde devletin güçten düşmesi onun denetlenmesini, baskı altına alınmasını, hatta mümkünse ifa ve icra alanlarının ortadan kaldırılmasını gerektirir.

İlk bakışın tipik örneklerinden biri İbn Haldun’un Mukaddime’sinden gelir. Ona göre:

“(Musikiden alınan haz ve muhabbette) …bir sır vardır, şayet ehli isen onu anlayabilirsin. Bu, mebdedeki (ve menşedeki) ittihadı ifade eder. Senin dışında kalan her şeyi iyi düşünür ve taşınırsan, bidayet ve menşe itibariyle onunla senin aranda bir ittihadın mevcut olduğunu görürsün. Maddi varlıklar âleminde seninle diğer şeyler arasındaki ittihat bunu gösterir.

Başka bir bakımdan bunun manası şudur: Hükemanın söylediği gibi ‘vücud’ (kavramı) bütün mevcudat arasında müşterektir. Onun için (nefs) kendisinde kemal müşahede ettiği bir şeyle, ittihat etmek üzere onunla imtizaç etmeyi arzu eder. Daha açıkçası, bu durum nefsin meramı, vehim (ve hayal âlemin(den çıkarak, mebde’in kevn ile (Tanrının masiva ile) ittihat etmesinden ibaret olan bir hakikate ulaşmaktır.” (Trc.: Süleyman Uludağ).

İbn Haldun’un çerçevelediği bu alanın, ferdî plandaki çerçevesizliği malumdur. Zira o yönelişini ve arayışını salt kendi nefsinde yaşayacak ve yine bunun sonuçlarını da salt kendi hayatına yansıtacaktır. Bu zihnî süreç ferdin mahremiyetine dahil olması bakımından başkalarının müdahalesine kapalıdır.

Bu konuda İbn Haldun’dan yaklaşık üç yüz sene önce İmam Gazzâlî de İhya’sında “Göz gördüğünden, kulak duyduğundan zevk alır; kalp de buluşma ve ayrılmanın ince duygularını hisseder; böylece üç zevk çeşidi birbirine eklenir” yorumunda bulunmuş ve bu ilişkiyi “Allah’ın hikmeti” olarak nitelemiştir.

İmam Gazzâli, bu bahiste musiki dinlemenin haramlığına dair görüşleri zikrettikten ve değerlendirdikten sonra İhya’nın 18. Kitabı’nın sonunda -özet tahtında- şunları söyler:

“Eğlence ruhu rahatlatır; zihin yorgunluğunu hafifletir. Kalp zora sokulduğunda körleşir; onu rahatlatmanın yolu ise zorlukları aşmasına yardımcı olmaktır. Söz gelimi, öğretim faaliyeti sürdürülürken Cuma günü tatil yapılmalıdır. Çünkü bir günlük tatil kalan günler için dinçlik kazandırır. Aynı şekilde nafile ibadetlerle uğraşan biri de bazı vakitlerde ibadete ara vermelidir. Bundan dolayıdır ki, bazı vakitlerde namaz kılmak mekruh kabul edilmiştir. Tatil, işlerin kolaylaşmasına, eğlence de sıkıntıların aşılmasına yardımcı olur. Eğlence ağır yüklere ve yorgunluğa karşı ruhun ilacıdır. Onun için mubahlar olmalıdır; ancak ilacın dozundan fazla almamak gerektiği gibi mubahları da fazla çoğaltmamak gerekir. Demek ki, böyle bir niyetle eğlenip rahatlamak (Allah’a) yakınlaşmaya vesile olabilir.” (Trc.: Mustafa Çağrıcı)

İkinci görüşün sahipleri ise, konunun metafiziğine hiç uğramaksızın salt ferdî ve toplumsal pratiklerden yola çıkarak dile getirirler mezkûr yaklaşımlarını. Söz konusu pratik için en kullanışlı örneklerini ise merkez ve Endülüs’teki iki Emevi hanedanlığından verirler.

Emevilerin siyasi, sosyal ve kültürel tarihlerinin hep tenkit edilegeldiğine, ilgili dönemde onlar nedeniyle İslam toplumunda safiyetin bozulduğuna, doğru esaslarda başka yönlere mahsus kırılmalar yaşandığına dair genel bir kanaatin oluştuğuna dikkat çeken İrfan Aycan, onlardaki musiki ve eğlence düşkünlüğünün de – son tahlilde yıkılışına bağlanan- ilk ve çok etkili bir delil olarak ileri sürüldüğünü belirtir (Emeviler Dönemi Bilim Kültür ve Sanat Hayatı).

Diğer örnek olan Endülüs Emeviliği için de durum merkezdekinden çok farklı değildir. Üstelik onlar Abbasî Bağdat’ından ithal ettikleri Ziryâb adlı musiki, moda ve âdâbımuaşeret hocasının eliyle, yine sonucu emirliğin tefessühe çıkan bir süreci başlatmışlardır.

Her iki görüş cihetinden de müzik iki tarafı keskin bir bıçaktır. Ferdî yönden kişinin aklını zorlamasına, toplumsal yönden ise asabiyetin bozulmasına sebeptir.