Mutlaka rastlamışsınızdır çevrenizde; yeni konuşmaya başlayan çocuklara, ''beni seviyor musun, beni özledin mi?'' gibi sorular sorulduğuna ve alınan cevaplarla mutlu olunduğuna. Büyüklerin dünyasında yalan ve sahte duyguların çokluğu bizi gayri ihtiyari bir çocuk sevgisine, samimiyetine ve harflerin tam telaffuz edilmediği, zor anlaşılır cümlelerle dillendirilen gerçek hislere çeker. Çocukların fıtri samimiyeti yaş alındıkça ve aldatıldıkça bozulmaya başlar. Sonunda da onu, sözü değersiz sıradan birine dönüştürür ya da o fıtratı koruyarak büyüyen, doğruluk ve samimiyet timsali örnek bir şahsiyet vücut bulur.

Yaratılış fıtratımızda dürüstlük ve samimiyetin varlığını en güzel çocuklardan öğrenebiliriz. Dünyanın her yerinde ve herkesin çocuğu bu fıtratla yaratılır. Farkında olmadan bu samimiyete çekilen biz büyükler, duyacağımız ve samimiyetinden şüphe etmediğimiz sözlerle mutlu oluruz. İnsan şahsiyetinin ana maddesi samimiyettir ki, o olmadan başka bir şeyin kalitesinin ortaya çıkması sözkonusu olmaz. Bu din ve dünya için değişmeyen bir değerdir.  Samimiyeti olmayanın dini olmadığı gibi, dünyası da harap olmaya mahkûmdur.

Bu büyük bir iddia ya da ağır bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Zira özellikle din konusunda genel olarak zannedilenin aksine, samimiyet olmaksızın yani ıstılahi deyimiyle ihlas olmaksızın yapılan ve yapılacak olan hiçbir amelin değeri yoktur. Hatta riya sebebiyle sahibini ateşe götürecek bir vesiledir, sebeptir.

Adam çok iyi bir Müslüman olarak bilinir, örnek bir vatandaş, iyi bir insandır belki, imrenilen bir hayatı ve imrenilen amelleri vardır ama gönlünde samimiyet/ihlas yoksa bunlarla kendini ve çevresini aldatmaktan başka bir şey elde etmiş olmaz. 

Namaz kılıyor, sadaka veriyor, büyük bir azimle her işe koşturuyor, iyilik dersen bunda, adamlık, kibarlık ve efendilik akıyor her yanından, farzlar ne kelime nafilelerde bile hep en ileride yürüyor, örnek alınan biri, hatta toplumun kanaat önderlerinden sayılıyor. Sözü değerli, istişare için insanlar kapısına geliyor. Sokaklarda ya da sosyal medyada cennete gireceğini umduğunuz bir tanıdığınız var mı diye sorulsa ismi ilk sıralarda çıkacak kadar takdir ediliyor. Ve fakat; insanlar desinler için cömert, desinler için yiğit ya da desinler için alim…

Tam bu noktada bir şeyi hatırlatmak gerekiyor. Bahsettiğim dışarıdan, uzaktan ve üçüncü biri gibi geliyor değil mi hepimize? 

Konu değerlendirme, muhasebe, sigaya çekme, tartma ve ölçme, kontrol etme, yargılama, iğneleme olunca üzerimize alınmıyoruz. Kendimizden pek bir eminiz. Sahabenin kendisi hakkında münafıklar listesinde adının olduğu korkusunu hiç anlamıyoruz. Cehennem ayetleri hep başkalarını korkutmak için var, biz cenneti garantilediğimiz için, köşeyi döndüğümüz için endişeye mahal yok.

Hem zaten Allah (cc)’in rahmeti büyük, nasılsa kurtarırız. Günahlar affedilir, şefaatler zaten cepte, tanıdık alim ya da şehit mutlaka var, onlardan da biraz destekle kurtuluşumuz kesin gibi. Gibi diye bir de korkuya pay bıraktık mı, tamam işte daha ne olsun? 

''Korku ile ümit arasında yaşıyoruz'' diyoruz ama ümidimiz dağ gibi iken korkumuz bir kürek dolusu bile değil. 

Ha bu arada nerden biliyorsun sorusunun cevabı da meşhur bir deyim veriliyor; ''kişi kendinden bilir.'' Ben öyleyimdir de ondan yani. Ümidimin büyüklüğü korkumu yok edecek kadar maalesef. İşte asıl korkutucu olan da bu aslında. Oysa, samimiyetle kendini hesaba çeken ve istikametini düzelten, kalbini selamete eriştiren kurtuluyor. Oyalanan ve avunan ise helak oluyor.

Ahiretteki hesap, sandığımız gibi kolay olmayacak. Fatura yüksek gelince bulaşık yıkayarak kurtulma şansımız yok bu hesaptan. İşler bildiğimiz ya da beklediğimiz gibi gitmeyecek. 

Korkusu ile uykularımızın kaçmadığı, benzimizin sararmadığı, lokmalarımızın boğazımıza dizilmediği bir dehşet gününe doğru gidiyoruz. Aramızda sadece ölüm meleğinin bir ziyareti kadar mesafe var.

“Size şu dağın ardında bir düşman ordusu var ve birazdan saldıracaklar desem inanır mısınız?” diye sorduğunda en azılı cehennemlik meşhur Mekke müşriklerinin bile “evet, inanırız, çünkü sen yalan söylemezsin” dediği Muhammed (sas)’ ın haber verdiği hesap var muhteremler, mahşer var, mizan var, sorgu var, cehenneme sürülmek gibi bir tehlike var kapılarımızda.

Neyin derdindeyiz? Hangi hesabın peşinde, hangi makamın kavgasındayız? Hangi paranın, hangi lüksün, hangi lezzetin bize fayda etme ihtimali var?

Ölüm var efendiler, ölüm!

Bir durun ve düşünün, kurtulamayacağız bundan!