Medeniyet Tasavvuru Okulu'nun kurucusu Yusuf Kaplan, İslam Medya'dan Ömer Faruk Özkan'a verdiği röportajda önemli açıklamalarda bulundu.

Efendim Öncelikle şehrimize hoşgeldiniz diyerek söze başlamak istiyorum. Sizden eğitim alan öğrencileriniz haricinde MTO halk için ne ifade ediyor?

 MTO halk için, ülkenin geleceği açısından bir defa mevcut eğitim sisteminin harcadığı, mahvettiği, kimliksizleştirdiği, ruhsuzlaştırdığı kuşakların bir şekilde kendi kimliklerine, kendi kültürlerine kavuşmaları, dolayısıyla dünyayı iyi tanımaları, çağı iyi tanımaları için bir umut. O açıdan yeni bir eğitim modeli çıkabilir şeklinde bir umut var burada. Bir taraftan Ateizm, Deizm, eşcinsellik dalgası aldı başını gidiyor. Popüler kültür üzerinden gençler arasında yaygınlaşıyor bunlar. Diğer taraftan onlara karşı yapılan hiçbir şey de yok. Bu çocuklar sorular soruyor ya! O çocukların sorularına cevap vermek, oturup dinlemek lazım. Dolayısıyla o çocukların sorularına MTO cevap veriyor ve halk bunu görüyor.

MTO bir anda, bir buçuk senede çığ gibi büyüdü. Ben fazla reklam da yapmadım, reklam hiç kullanmadık biz. Sosyal medyada dersleri paylaşıyoruz, talebelerin tweetlerini paylaşıyorum destek vermek için. İnsanlar ilk önce bundan rahatsız oldu. Sonra baktılar ki bambaşka bir şey bu. Dolayısıyla insanlar merakla takip etmeye başladırlar. Ülkenin çocuklarının kaybedilmemesi, yok olmamaları için önemli bir girişim olarak görüyor halk.
 
MTO ile sıfırdan bir oluşum mu hedefliyorsunuz yoksa bir umudun devamı mı MTO? Bunu sormamdaki amaç; mevcut usulleri beğenmeyip yeni bir usul mü deniyorsunuz yoksa var olan bir usuldeki eksiklikleri gidermek mi amacınız?

 MTO’da benim model olarak uyguladığım doğrudan Hz. Peygamber’in Daru’l-Erkam modeli ve Ashab-ı Suffe modeli. İkisini aldım ve harmanladım. Daru’l-Erkam’da şöyle bir şey var; kadın var, çocuk var, ilk inanmış öncü kuşak var kırk beş kişi. Dolayısıyla ‘yaş değil baş’ diyerek pedagojinin kurallarını yıktım ben. Bu açıdan, tek tip insan yetiştirmek yok burada.

 MTO’nun son alımları için yapılan afişte şöyle bir duyuru yaptık: ‘MTO’ya çağıran değil, kendi olmaya çağıran okul! Kendini bilme, kendini bulma, kendi olma yolculuğuna var mısın?’ Tek tipleştirici bir eğitim sisteminden uzağız. Modern eğitim sistemi hem tek tipleştirici hem ruhsuzlaştırıcı. Kuru bilgi, kuru eğitim, yani eğitim sisteminde kalp yok, ruh yok. Harvard dekanlığı yapmış Harry Lewis’in kitabına bakalım; Excellence Without a Soul. Adam ruhsuz başarı diyor ya! Batılı eğitim sisteminin en önemli kurumlarından biri değil mi Harvard! Dolayısıyla Batılı eğitim sisteminde ruh yok. O bizde var. Ben onu güncelleyerek, Ashab-ı Suffe’den ilim ve irfan sütunlarını alarak, dikey ve yatay eksenleri kapsayan bir sistem hazırladım. Dikey eksen ruha hitap eden, yatay eksen bedene hitap eden; hem iç hem dış dünyaya hitap eden Ashab-ı Suffe modeli bu.

 Biraz da Anadolu irfanı var diyebilir miyiz?   

 O zaten. Ama Anadolu irfanı tek başına yetmez. İrfan bunun bir boyutu. İlim, irfan ve hikmet, üç sütundan oluşuyor bizde. İlim, bilme; irfan, bulma; hikmet, olma yolculuğu. Dolayısıyla bu sistem Hz. Peygamber’in uyguladığı medreseyi ve bir bakıma tekkeyi ekene alan ve harmanlayan, çağdaş eğitim sistemlerini de gözden geçirerek üç sütundan oluşan bir sistem: Bir, hoca olacak; iki, kitap olacak; üç ‘talebe’ olacak. Burada şu önemli; talebe, öğrenci değil. Öğrenci ne? Öğrenci; diploma peşinde koşturan, bir kalıba sokulmaya çalışılan bir nesne. Talebe ne? Talebe; derdi olan, derdini seven, derdinin izini süren, hakikati dert edinen bir özne. Onu söylerim ben: Talep etmeyenden bir şey bekleme!  

MTO ders programlarına baktığımızda İlahiyatlar ile arasında önemli farklar görüyoruz. Siz İlahiyatları nasıl görüyorsunuz?

İlahiyatlar seküler eğitim kurumları. Bunu unutmayın. Sadece kuru bilgi veriyor. Ben ezbere konuşmuyorum. Adana’daki MTO talebe buluşmasında, İlahiyata devam eden MTO talebeleri kendileri söylediler: “Ben İlahiyatta hiçbir şekilde ruh bulamadım. Aradım, beklenti içine girdim, bunu ancak MTO’da buldum.” İstisnasız herkes bunu söylüyor. MTO’yu bilmeyen bir İlahiyat öğrencisi tabii ki bu cümleyi kuramaz. Fakat tanıdığı andan itibaren anında değişiyor. İlahiyatlar Türkiye için önemli; fakat İlahiyatların bahsettiğimiz o güçlü medrese geleneği üzerinden yeniden yapılandırılması, çağdaş eğitim sistemlerinin medrese geleneği ile güncelleyerek harmanlanması lazım. Ama İslami eğitim sistemi üzerinden, yani pergelin sabit ayağını İslam’a, İslam Medeniyeti ’ne İslam ilim geleneğine basacak; pergelin hareketli ayağını bütün eğitim sistemlerine, bütün kültürlere açacak. Pergelin sabit ayağını koyduğumuz yer omurga; Ehl-i Sünnet, omurga olmadan olmaz.

Mevcut seküler eğitim ile dindar nesil yetiştirmek mümkün değil mi?

 İslami eğitim modeli yok şu anki eğitim sisteminde. İmam Hatiplerde İslami eğitim modeli uygulanmıyor. Seküler bir eğitim modeli var. İmam Hatipler için negatif gibi gözüküyor bu kurduğum cümle. Ben her şeye rağmen İmam Hatipleri çok önemsiyorum. Türkiye’ye yüz sene kazandırdı. Önümüzdeki süreçte bir yüz sene daha kazandırabilir mi bilmiyorum. İnşallah kazandırır. Ama çok niceliksel bir büyüme var, niteliksel değil. Kalite üzerinde yoğunlaşılması, modele doğru gidilmesi lazımdı. İslami model üzerinden gidilmesi gerekiyordu. Bu konuda çok da performans başarı grafiği gösterilemedi. 

Peki Z kuşağı tanımlaması hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu bir realite mi yoksa dayatmacı bir söylem mi?

  Z kuşağı ile ilgili ‘dayatma’ diye karşı çıkanların söylediği bir şey yok ki. Öyle bir gerçek var, bir kültür var. O ‘Z kuşağı’ denen insanların bir kültürü var. Dijital dünyanın içine hapsolmuş durumdalar, nasıl bir dünya bildikleri yok. O insanların suçu yok bir defa, yönlendiriliyorlar. O çocukların bu hale nasıl geldiğini, nasıl bir dünyada yaşadıklarını öğrenmemiz lazım. Ezbere konuşmakla olamaz.

 Bu durumu öğrenmenin yolu, medya araştırmalarından geçiyor olabilir mi?

Tabii ki; fakat şöyle, bu konularda çuvallamış durumdayız. Üniversite yok ki Türkiye’de. Sadece mücadele alanları var, savaş alanı; işgal edilmiş üniversiteler var. Türkiye’deki İslami kesimlerin, muhafazakâr kesimlerin üniversiteyle ilişkileri tam anlamıyla fiyaskoyla sonuçlandı. Üniversitelerde doğru düzgün adamlar yok. Hiçbir alanda birinci sınıf adam yok. Çok nadir, zorladığında ancak çıkıyor.  Halbuki Sosyal Bilimlerde, Felsefe ’de hâkim olması lazım. İslami dünya görüşünden yola çıkarak, bütün disiplinlerde hâkim olabilecek güçlü, dünya çapında isimlerin çıkması lazım. Bir tane bile yok. 

Siz bunu sosyal medyada deneysel olarak gerçekleştirmediniz mi?

 Akademi başka. Biz sosyal medyada bir devrim yaptık diyebiliriz. Sosyal medyanın doğasına bakılınca; çatıştırıcı, kutuplaştırıcı bir ortam. Sosyal anlaşmazlıkların, kaotik ortamların çıkmasına zemin hazırlıyor. Biz sosyal medyayı bütünleştirici bir ortam olarak dönüştürdük. Cemaatlari, tarikatlari, grupları, partileri aşarak, İslam’ın ilkeleri çerçevesinde bütünleşen, birleşen muazzam bir ekole dönüşecek bir okul çıktı.

Bu dönüşüm nasıl oldu?

 Sosyal medyada MTO talebelerinin tweetleri Twitter’ı dönüştürdü. Atılan tweetlerin Türkçesi mükemmel, birinci sınıf Türkçe var. İkincisi fikir var. Sosyal medyada fikir üretilir demiyorum, saçma bir şey olur bu. Ama hiçbir okulda olmayacak bir şey var; edep var, ahlak var, karakter var, şahsiyet var, vakar var. Bu yadırganmamalı, okunan yazarlar birinci sınıf yazarlar. Sezai Karakoç’u, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı, Necip Fazıl’ı okuyacaksın..