Üstad Necip Fazıl'ın, ''Benim efendim, emri yüklendim / Dağlandım kalbden ve mühürlendim'' dizeleriyle seslendiği büyük İslâm âlimi ve mutasavvıfı Seyyid Abdülhakim Arvâsi, vefatının 79. sene-i devriyesinde dualarla anıldı.

Seyyid Abdülhakim Arvasi kimdir?

Van’ın Başkale kazasında doğdu. Babası Seyyid Mustafa Efendi’dir. Soyu anne tarafından Abdülkādir-i Geylânî’ye ulaşır. Hülâgû Bağdat’ı istilâ ettiğinde (1258) Musul’a hicret eden ataları daha sonra Urfa ve Bitlis’e, oradan da Mısır’a gitmişlerdi. Ailenin büyük oğlu Molla Muhammed bir süre sonra Van’a gelip şehrin güneyinde yüksek dağlar arasında bir köy kurmuş, bu köyde büyük bir dergâh ve iki katlı bir cami inşa ederek oraya Arvas adını vermişti. Kādirî tarikatına mensup olarak faaliyet gösteren ve “Arvas seyyidleri” diye tanınan aile, altı yüz elli yıl varlığını devam ettirerek bugüne ulaşmıştır.

Abdülhakim Arvâsî, ibtidâî ve rüşdiyeyi Başkale’de okudu. Daha sonra Irak’ın çeşitli bölgelerindeki tanınmış âlimlerden icâzet alarak Başkale’ye döndü (1882). Kendisine miras kalan servetle bir medrese yaptırdı ve zengin bir kütüphane kurdu. Bu medresede yirmi yıla yakın ders okuttu. 1880 yılında intisap ettiği Hâlidiyye tarikatı şeyhlerinden Seyyid Fehim’den Nakşibendiyye, Kübreviyye, Sühreverdiyye, Kādiriyye ve Çiştiyye tarikatlarından hilâfet aldı (1889). Tarikat silsilesi Seyyid Fehim, Tâhâ-yı Hekkârî vasıtasıyla Nakşibendiyye’nin Hâlidiyye kolunun kurucusu Mevlânâ Hâlid el-Bağdâdî’ye ulaşır.

Abdülhakim Arvâsî, I. Dünya Savaşı’nın başlarında Ruslar’ın Başkale’yi istilâ etmesi ve Ermeniler’in silâhlanarak müslüman halkın mallarını yağmalamaya başlamaları üzerine, hükümetin emriyle, yüz elli kişilik ailesiyle birlikte daha emin bir yere göç etmek zorunda kaldı. Bağdat’a yerleşmek amacıyla yola çıkan aile, Revândiz-Erbil yoluyla Musul’a ulaştı. Burada iki yıla yakın bir süre kaldı. İngilizler Bağdat’ı işgal edince oraya gidemeyip ailesinden sağ kalan altmış altı kişiyle birlikte Adana’ya geldi. Adana’nın da düşman eline geçmesi ihtimaline karşı Eskişehir’e göç etti. Nisan 1919’da İstanbul’a geldi. Bir süre Evkaf Nezâreti’nce Eyüp’teki Yazılı Medrese’de misafir edildikten sonra yine Eyüp’teki Kâşgarî Dergâhı şeyhliğine tayin edildi (Ekim 1919). Medresetü’l-mütehassisîn’de tasavvuf tarihi dersi okuttu. Dergâh şeyhliğinin yanı sıra ayrıca Kâşgarî Camii’nin imamlık ve vâizlik görevi de kendisine verildi. Tekkeler kapatılana kadar bu görevlere devam etti. Daha sonra tarikat faaliyetlerini bırakarak eve dönüştürdüğü dergâh binasında tasavvufî sohbetlerle meşgul oldu. Menemen hadisesi (Aralık 1930) ile alâkalı görülerek tutuklandı ve Menemen’e gönderildi. Ancak olayla ilgisi olmadığı anlaşıldı. Soyadı kanunu kabul edilince Üçışık soyadını aldı. Beyoğlu Ağa Camii ve Beyazıt Camii’nde dersler verdi. Cumhuriyet döneminin önemli fikir ve sanat adamlarından Necip Fazıl Kısakürek’in kendisiyle tanışıp sohbetlerinde bulunması, aydın çevrelerde de tanınmasını sağladı. Eylül 1943’te sıkıyönetimin emriyle İzmir’e gönderildi. Bir süre sonra Ankara’ya gitmesine izin verildi. 27 Kasım 1943’te vefat etti. Kabri Ankara’da Bağlum Mezarlığı’ndadır.

Eserleri.

  1. Râbıta-i Şerîfe (İstanbul 1341; “Mübtedîler için tarîkat-ı Nakşibendiyye’nin âdâbını mübeyyin bir mektup sûreti” adlı ilâve ile birlikte 2. baskısı, İstanbul 1342). Râbıtanın mahiyeti ve uygulanması hakkında özlü bilgiler veren eser, Necip Fazıl Kısakürek tarafından sadeleştirilerek yayımlanmıştır (3. baskı, İstanbul 1981).
  2. er-Riyâzü’t-tasavvufiyye (İstanbul 1341). Tasavvuf, tasavvuf tarihi ve ıstılahları hakkında bilgi veren eseri, Medresetü’l-mütehassisîn’de hocalık yaptığı sırada kaleme almıştır. Eser, Tasavvuf Bahçeleri (İstanbul 1983) adıyla Necip Fazıl Kısakürek tarafından sadeleştirilerek yayımlanmıştır.

Bu iki eserin dışında tasavvufî ve dinî konularda kendisine sorulan sorulara cevap olarak yazdığı mektuplar, Tam İlmihal-Seâdet-i Ebediyye adlı kitapta yer almaktadır.

Abdülhakim Arvasi'nin sözleri

Necip Fazıl Kısakürek, Abdülhakim Arvasi ile tanışmasını ve onunla hatıralarını anlattığı ''O ve Ben'' kitabından Arvasi'nin birçok sözünü Büyük Doğu okurlarına naklediyor. İşte o sözlerden bazıları:

"Bütün ilimler, (kök bakımından) Peygamberlerden kalma... Riyaziye ilmi de birçok ilim gibi, semavîdir."

Necip Fazıl, bu sözü işittiği anı şu şekilde anlatıyor ve sözün izahını yapıyor:

"Peygamberler olmasaydı, insanoğlu iki sayıyı üstüste yazıp toplayabilmekten bile âciz kalırdı" sözüme verdikleri bu karşılık, topyekûn tefekkürün insanoğluna nereden ve nasıl geldiğini gösterici kıstas... Aklı bitirmişlerdi; bitirdikten, tekmilledikten sonra tekrar ellerine almışlardı. Aklın ötesinden, akılla konuşuyorlardı."

***

"Allah, zuhurunun şiddetinden gaiptir"

"Haddini aşan her şey, zıddına döner."

"Akıl için idrak, zevk yoluyladır."

***

Necip Fazıl Abdülhakim Arvasi'ye intisabını ve onun kılavuzluğunuysa şöyle anlatıyor:

Sözde iman yobazlarına karşılık bir de küfür yo¬bazları vardır ki şöyle derler:

— Allahla kulun arasına girilmez! Gördünüz mü, nasıl giriliyormuş?..

Fakat bu girme değil, kulu Allaha götürme işi... Yoksa zaten her fert Allahiyle yapayalnız; meleklerden bile gizli kalacak derecede yalnız... Bu mânada zaten araya girmek muhal... Fakat ileridekinin geridekini çekip götürmesi bakımından, Allah ve hakikate delâlet yolunda vasıtanın ne demek olduğunu o, kafası balyozla ezilemeyecek kadar sert küfür yobazına şöyle anlatınız:

— Sen, raftaki bir kitabı almak için bile araya vasıta katar, iskemleye çıkarken; sen vapurdaki yolcuyu seç¬mek için bile vasıtasız edemez, eline bir dürbün alırken, Allaha vasıtasız ermekten, hattâ tapmaktan nasıl bahsedebilirsin? Köprüden Üsküdar'a geçmek için bile vasıtasız kalsan bütün Karadenizi dolanmaya mecbur olan sen!...