“Devlet, her çocuğa ruh sağlığı yerinde anne-baba sağlamakla yükümlüdür...”

Hepimiz dünyaya gözlerimizi açtığımızda, bize gülümseyen yüzlerle karşılaşırız. Annemizin kucağında, babamızın ocağında hayata tutunmaya çalışırız. Eğitim sürecimiz küçük yaşlardan itibaren aile bünyesinde gerçekleşir. Aile ortamının sıcaklığında nasıl yemek yeneceğinden, ilişkilerimizi nasıl geliştireceğimize değin sosyal kodlarımız belirlenmiş olur. Sosyal ilişkiler kurma becerimizi, ailemizin değerleri ile örtüşerek geliştirmiş oluruz. Ailenin, bireyin kişilik ve kimliğinin gelişimindeki etkisi yadsınamayacak kadar büyüktür. Ailelerin bir kuşaktan diğerine geçiş sürecinde, çok sayıda sosyo-ekonomik, kültürel, psikolojik vb. değişimler ortaya çıkmaktadır. Toplumsal dönüşümlerin temelleri öncelikle aile içinde şekillenmektedir. Çocuk için anne sevgi; baba ise güven kaynağı olmaktadır. Anne-babanın kişilik yapısı psikolojik açıdan sağlıklı ise, çocuğun psikolojik yapısında ona göre olumlu gelişim gözlemlenecektir. Eğer ki anne-baba duygu ve düşüncelerinde çatışmaları olan bireyler ise, çocuk açısından güvensiz bir ortamda yaşamak kaçınılmaz bir yazgı olacaktır. Sevginin ve güvenin olmadığı bir ortamda, çocuğun kişilik yapısında güçlenme olmamaktadır. Güç dengesi kuramayan çocuğun psikolojik gelişiminde aksamalar ortaya çıkmakta ve çatışmalı bir süreç başlamaktadır. Anne babasından sevgi ve güven duygusu alamayan çocuklar, bilinçaltı cinsel dürtülerinde anne yada babasına cinsel imgeler taşımaktadırlar.

Psikoterapi süreçlerinin ilerleyen aşamalarında, eşcinsel bireylerin yüzleşmelerinde, terapi aynasında uzak, ilgisiz ya da tam tersi aşırı korumacı ebeveynlerin, çocuk için gerekli duygusal ihtiyaçları karşılayamadıkları gözlemlenmektedir. Suçluluk duyguları ve kaygılarla hayata tutunmaya çalışan çocuk, kendi içinde kendisi ile savaşmaktadır. Çocuklukta ‘barışı olmayan bu savaşı’ gençlik çağına kadar, çocuk hep kaybetmektedir. Ergenlik döneminde, cinsel kimlik kazanma sürecinde kendisi ile çatışması yoğun olarak süren eşcinsel bireyler, başka erkekleri kendilerinden daha güçlü görerek onlara duygusal yatırımlar ve aktarımlar geliştirmektedirler. Çocukken karşılanmayan duygusal ihtiyaçlar, bedensel tatmin arayışlarına yönelmektedir. ‘Anne sevgisi’ ve ‘baba güveni’ alamamış eşcinsel birey, ruhsal çatışmalarını dindirmek için güç kazanmaya çalışmaktadır. Kendisini suçlu ve değersiz hisseden kişi, bu gerçekle çatışmasını çözümlemek için bilinçaltı bir süreçle, fantezi (hayal) kurgularına sığınmaya başlamaktadır. Kendisinin güçsüz ruhunu; güçlü sandığı kendi cinsinde aramaktadır. Güçsüz bir erkek olarak, güçlü sandığı erkeklere olan duygusal aktarımları belli bir aşamadan sonra erotikleşmektedir. Fantezi dünyasında kendi içindeki ‘barışı olmayan savaştan’ kendisini kurtaracak kahramanını bulan eşcinsel birey, zihninde kurguladığı erotik oyunları oynamanın zevki ile hayatta belki de ilk defa bir umut keşfetmektedir. Kurtarıcı gücün, kendisine yıllardır ihtiyaç duyduğu sevgiyi (anlayış) ve güveni (değer) kendisine vereceği inancındadır.

Çocuklukta bilinç gelişiminde yaşanan savaş, ergenlik döneminde bilinçaltında fantezi çözümlemelerle bir barışa dönüşmektedir. Fantezi yöntemi ile elde edilen bu barışın getirdiği psikolojik rahatlama ile bu kurtarıcı gücü ödüllendirmek için, ona erotik yatırımlar yapılmaktadır. Eşcinsel ilişkiler kurma dönemi bu süreçte başlamaktadır. Eşcinsel ilişkilerde cinsel arzular, anksiyete giderme boyutunda olmaktadır. Eşcinsel kimliğin yarattığı bunalım ve arayış döneminde tutkular ve arzulara tutunarak, duygusal ihtiyaçları gidermek için aşkla başlayan ilişkiler, genellikle cinsel birleşme odaklı cinsellikle sınırlanmaktadır. Zamanla aşk mağduru olan eşcinsel bireyler, bu fantezi (hayal) kurtarıcı gücün sahteliği gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalıp depresif duyguların etkisine girerek sıkıntılı, gergin bir süreç yaşamaktadırlar. Bu ruhsal kavşakta eşcinsel birey, bilinçli olarak ya iyileşme arayışı sürecine girecek ya da bilinçaltı fantezi çözümlemesinde bu sorunu, duygusal arayışlarını baskılayıp sadece cinsel arayışlara indirgeyecektir. Birinci şıkkı seçen kişiler için başlangıçta heyecanlı fakat daha sonra zor bir süreç başlayacaktır. Kaygılanarak, utanarak ve belki bir umut diyerek ama umutsuzca bir psikolog kapısını çalmak gerekecektir. İlk terapide yoğun kaygıları nedeniyle psikologla göz teması kurmaktan kaçınan danışan, sürecini; yani yıllardır içinde sakladığı sırrını çekinerek ve sıkılarak, dili döndüğünce anlatmaya çalışmaktadır. Zaman zaman gözyaşlarının eşlik ettiği sürecin sonlarına doğru, bir rahatlama ortaya çıkmaktadır. Terapi odasında güven duygusu oluşmuşsa, iyileşme sürecine ilk adımlar atılmış olmaktadır. Çocuklukta yaşanan duygusal ya da cinsel travmalar, psikoloğa iyileşme umudu ile anlatılmaktadır. Eşcinsel danışan büyük sırlarını; içinde sakladığı ruh kutusunu açar. Yalnızlığını ve sırrını paylaşabileceği terapi limanına sığınmıştır. Artık onun istek ve irade gemisi, fırtınası ne zaman çıkacağı hiç bilinmeyen ‘bilinçaltı-bilinç okyanusunda’ yol almaya başlamıştır. Umulan, iyi bir yolculuk olması ve güvenli kimlik adasına çıkmaktır.

“Eşcinsel olmayı kabul etmek; size çocuk yaşta cinsel taciz ya da tecavüzde bulunan insanı haklı çıkarmak demektir.”

Eşcinsellerin kendilerini suçlu, huzursuz, yalnız, depresif, sıkıntılı ve gergin hissetmeleri sık rastlanan bir durumdur. Yani ruhuna ve benliğine aykırı olduğu halde eşcinsel eylemlerini sürdürmek zorunda kalmak veya dürtüyü kontrol edememek, kişide ruhsal sıkıntı yaratabilir. Ayrıca eşcinsellik; özgür bir tercihin değil, genellikle çocuklukta yaşanan travmaların ve (anne-baba kaynaklı) ihmallerin sonucu gelişen bir durumdur. Bu açıdan baktığımızda da eşcinsellik ruhsal bir bozukluktur, bir cinsel eğilim bozukluğudur, bir cinsel kimlik bozukluğudur. Bu nedenle psikoloji biliminin, eşcinsel yaşam tarzı ve toplumsal kimliğinin sağlıklı olup olmadığını ayrıştırma; eşcinselliğin nedenini, yapısını ve tedavisini araştırmaya devam etme sorumluluğu vardır, olmalıdır, olacaktır. Bu bağlamda, kendi özgür seçimi ile eşcinsellikten kurtulmak isteyenlere tedavi imkanı sağlamamak, “bu tedavi edilebilen bir hastalık değildir” demek, gerçekte eşcinselleri küçük düşüren ve ahlaki olmayan bir tutumdur.

Eşcinsel Terapi sürecinde aşağıdakine benzer öyküler sık sık dile gelmektedir:

“Her şey çocukluktaki o kısırdöngü anına dönüyor. Annemin bir anlık ihmali ile tecavüze uğramam aynı anlama geliyordu. Daha hiçbir şeyden anlamayan 6 yaşındaki ben ve beni seksi bir tema görüp, tecavüze yeltenen o sapık. Ne olduysa oldu o gün. Hayatımı değiştiren o olay bir anlık ihmalin sonucu ile oldu; beni hiç ihmal etmeyen annem ne olduysa o gün beni ihmal etti. O günün akşamı, sıradan bir akşam değildi. Artık erkekliğini odunlukta bırakmış, hürriyeti elinden alınmış, bir tercihe zorlanmış hırpani bir beden vardı. Annem durumu fark ettiğinde benim için de onun için de iş işten geçmişti. Yapacağı tek iş, bunu ölene kadar saklamaktı; öyle de yaptı. Bu sırrı, babam hariç herkesten sakladı. İçine düştüğüm kuyunun ne kadar derin olduğunu bilmeyen ben, tecavüz sonrası verilen parayı bir ödül olarak kabul etmiştim. ‘Herhalde bu doğruydu’ dedim. Nasıl düşünebilirdim; ya 5 ya da 6 yaşındaydım? Günler ilerledikçe her kavga edişimizde annem, bu olayı bir kase içinde önüme sundu; bolca küfür hakaretle beraber. Bu olayı benim yaptığım iddiasına yeltenip, kendi ihmalkarlığını çoktan unutmuştu. Her sene, her kavga beni annemden daha çok uzaklaştırıyordu.”

Terapi odasının duvarlarında kalan bu psikolojik çığlıklar, psikolog ve danışanı belli bir aşamadan sonra toplumsal bir haykırışa zorlamaktadır. Çocukken taciz ve tecavüz mağduru ya da anne babaların yarattığı duygusal istismarlarının mağduru olan bireyler, yıllarca süren suskunluklarını haykırmak için çabalamaktadırlar.

Son dönemde medya dünyasında sürekli olarak eşcinselliğin normalleştirilmesine yönelik çabalar, gören gözlere aşikardır. Psikoloji giriş kitaplarında insan tanımlanırken “biyolojik, psikolojik, sosyolojik” bir varlık olarak ifade edilmektedir. Eşcinsel derneklerinin çabaları ile eşcinselliğin genetik olduğuna yönelik sözde bilimsel açıklamalar sık sık dile getirilmektedir. Bu metinlerde eşcinsellik söz konusu olduğunda insan, yalnızca “biyolojik ve sosyolojik” bir varlık olmaktadır.

Biyolojisi insanı eşcinsel yapmışsa, psikolojik süreçler dikkate alınmadan eşcinsel bireyin sosyal hakları gündeme getirilerek, sosyolojik örgütlenme çabaları sarf edilmektedir. Aileler, ergenlik döneminde kendileri için sarsıcı böylesi bir gerçekle karşılaştıklarında yıkılmaktadır. Çocuklarının eşcinsel olduğunu öğrendiklerinde, kendilerini elleri kolları bağlanmış; çaresiz hissetmektedirler. Eşcinsel Terapi konusunda yeterli kuruluş ve yayın olmadığı için, ilk adres genelde eşcinsel dernekleri olmaktadır. Bu derneklerin kapısını çalan aileler, acı bir gerçekle karşı karşıyadırlar. Buradaki sözde yetkili ve yetkin kişiler, eşcinselliğin tedavisinin olmadığını ve bunun doğal bir yönelim olduğunu ifade etmektedirler. Moral yitimi yaşayan ailelere bu durumu kabullenmeleri önerilmektedir.

‘Anne Babalar İçin Gençlerde Homoseksüelliği Önleme Rehberi’ ve ‘Onarım Terapisi’ kitaplarının Türkçeye tercümesi ile bu alanda çığır açan Kaknüs Yayınları, toplumsal anlamda bir birikimin oluşmasına vesile olmuştur. Eşcinsel bireyler, eşcinselliğin psikolojik kökenli olabileceğini belki de ilk defa düşünmeye başlamışlardır. Bu çizgide, sessiz sedasız bir dönüşüm başlamıştır. Eşcinseller için bir umut ışığı yanmıştır. İçsel bir karanlığın içinde yürümek zorunda kalan eşcinseller, bu ışıkla psikolojik destek arayışlarına yönelmişlerdir. Bu yöndeki terapi deneyimlerimiz arttıkça, bu konunun önemini duyurma arayışlarımız başlamıştır. Eşcinsel Terapi deneyimlerimiz arttıkça, hem eşcinsel bireyler hem de aileleri için sağlıklı sonuçlar alınmaya başlanmıştır. Böylece kendi kültürel dokumuzdaki psikolojik bozukluklar, yeniden örneklendirilmiş olmaktadır. Eşcinsel Terapi sürecine katılan anne-babalar, ister istemez kendilerini başka açılardan da sorgulamak durumunda kalmışlardır.

Eşcinselliğe çözüm önerisi;

Kendileri ile yoğun çatışmaları olan bireylerin, bu sorunlarının psikolojik kökeni genellikle babalarına duydukları kızgınlık, öfke ve nefrete dayanmaktadır. Çocuklukta baba otoritesi ile çatışan kişiler, ergenlik döneminde varlıklarının anlamlarını sorgularken; Allah’a da bir kızgınlık, öfke ve nefret duymaya başlamaktadırlar. “Neden beni böyle yarattı?” ya da “Neden beni korumadı?” sorularının cevabını bulamamaktadırlar. Böylece kendilerine yönelik bitip tükenmez kaygıları gün geçtikçe artmaktadır.

Eşcinsel Terapi süreçlerinde babalarına yönelik bilinçaltı duygu ve düşünceleri ile yüzleşen bireyler, babalarını affetmeyi deneyimlemektedirler. Kendileri için çok zor olan bu süreci başaran danışanlar, Allah’a olan sitemlerini yeniden gözden geçirmektedirler. Geçmişte suçladıkları ve hesap sormak istedikleri Tanrı ile içsel olarak barışmaktadırlar. Bu süreç, çözüm için nirengi noktası olmaktadır. Babasını affeden ve Allah ile barışan birey, kendisini de affederek kişiliğini ve kimliğini yeniden yapılandırmaktadır.

[email protected]

Psikolog www.huseyinkacin.com