Tuna  nehri  akmam, diyor. Kulaklarımızda; bir hüzünlü türkü, bir marş gibi,  dinlenerek, bizi duygulandıran  zaman, zaman; çeşitli vesilelerle, işittiğimiz; ender  marşlardan,  biridir. Bir ayrılışın, kopuşun, destansı hikayesini anlatır. Biz hikaye gibi algılayabiliriz. Aslında, Bu Marş; Osmanlının hangi oyunlarla balkanlardan kopuşunun acıklı, hüzünlü, bir o kadar düşündürücü serüvenini anlatan, belgesel gibidir.
Oysa o  bölgelerin Osmanlı topraklarına  katılması için, Osmanlı akıncıları durmadan akın  yapmak zorunda kalmışlardı. Deliler  denen özel  Osmanlı birliği her zaman oranın güvenini  sağlamıştı. Nice  şehitler  kanları ile o  toprakları  suladılar.
İşte  Balkan bölgelerine  türkmen boylarını, ailelerini  yerleştiren Osmanlıya  karşı  haçlı  orduları da boş  durmuyordu. Bugün de  onların uzantıları boş  durmuyor.
Tarihin  derinliklerinde Balkanlarda yaşanan nice  gerçeklerden bazılarını hatırlayalım.   Sırpsındığı Savaşı'nda 80 bin kişilik orduları, 4 bin Osmanlı Akıncısına mağlup olan Haçlılar bu savaşın travmasını atlatmaz. Yıllar sonra Sırbistan Krallığı(Desportluğu) tarafından bu kez 70 bin kişilik bir Haçlı Ordusu toparlanmıştır. Sultan 1. Murat'ın (Hüdavendigar) Anadolu'ya geçmesini fırsat bilen Sırp Ordusu Edirne üzerine sefere çıkar. Bu kez işleri geçen seferine oranla daha kolay olacaktı. Zira karşılarında yalnızca 800 Türk Akıncısı vardı. Ya da en azından onlar öyle sanıyordu.

1371 Eylülünde yapılan muharebede Lala Şahin Paşa ve 800 akıncı Sırp Ordusunu Meriç Nehri önünde yok eder. Tarih  bu  gerçekleri hala  yazmaya devam eder. Evet  Müslüman her  gittiği mekanda örnek olmak zorundadır. Gittiği her yere  İslam medeniyetini  taşımalı  ve  tanıtmalıdır. Gönülleri  feth etmelidir. Özü budur... Hal unutulmadı ise,  sebepleri çoktur. Yaptıkları eserler  oralarda bir  nişan, bir  mühür  olarak hala  durmaktadır.

Peki nasıl? Nasıl olur da 800 atlı 70 bin kişilik bir orduyu yener? Her savaşın olduğu gibi bu savaşın da sırları var. İşte bu sırlar, bugün bizlere ilham kaynağı olmak için açığa çıkacak.
Geçtiğimiz yıllarda,  Bosna' da  kutlanan;  Ayvaz Dede anısına, her yıl on binlerce kişinin katılımıyla gerçekleştirilen şenliklerini hatırlamak gerekir.   Osmanlıya duyulan hasretin zirve yaptığı; Yine bir hüzün, buruk bir sevinç, geleceğe ümit içerisinde, yaşlı gözlerle bakış...  Osmanlının elbisesini giymenin, sancağını  taşımanın    vermiş olduğu büyük bir gururla, tören alanı dolduruldu.  Ufka uzun, uzun bakarak; sanki gelecek OSMANLI akıncılarının yolları gözlendi.  Bütün bu duygular, Törenin ardında kalanlar.
Balkanlarda; kimi ırmak ve dereler gibi; Tuna nehri, o çağlarda Osmanlı topraklarından; nazlı bir gelin gibi süzülerek, Karadeniz'e boşalmaktadır. Her ne kadar doğuşu o topraklarda olmasa bile; hırçın, deli, kimi zaman taşkın veren; en geniş, su yüzeyi yüksek hali, Osmanlı topraklarında idi. Şimdilerde; uzaklarda kalmış, bizlere küskün,  bir o kadar, nazlı bir şekilde akmaktadır. Yakın zamanlarda; o coğrafyada yaşanmış acımasız, destansı olayları, anlatırcasına; bir rüzgar esintisi ile; kulaklarımızda çınlamaktadır. Bir başka şeyler, söyler bize; Tuna... Hatırlatmak ister... hatırlanmak ister...
Bu türkünün bir yanında; Osman Paşa ve ordusunun yaşadıkları sıkıntılar içi, içe işlenmiştir. Yine sanki, azgın, kıyıya vuran; su kitleleri,  sert ve horultulu hali ile; Bu Toplumun asırlardan beri; kendi içerisinden yetişen, ihanetlerini mırıldanır, gibidir. O nedenle çok hırçın ve sert, kontrol edilemez hale gelir. Bu hikayenin Avrupa'daki başlangıcı, Viyana kuşatmasındaki, ihanetle başlar... Kısacası; bizi, bizden biri  yaralamıştır...
Hani şair, şiirinde; Sakarya nehrine hitaben; NEREDE KARDEŞLERİN, CÖMERT NİL, YEŞİL TUNA...  Derken, bu Tuna nehrini kast etmiştir. Sakarya nehrine, onların öksüz, terk edilmiş bırakılmasının, hesabını sorar gibidir. Aynı zamanda; bir çöküşün, yıkılışın en büyük nedeninin ihanet olduğunu, belgesel, gibi anlatır bizlere... Hem Nil topraklarının, hem Tuna topraklarının, nasıl bir ihanetle Osmanlıdan koparıldığı malumdur…
Evet, yakın tarihimiz, Osmanlının yıkılış döneminin; bu tür ihanetlerin, boy gösterdiği, yeşerdiği bir ortam olma özelliğini korumaktadır. Son zamanlarda; TV ekranlarında; ilgi ve dikkatle izlenen;  tarihi  diziler  bize yaşanan ihanetleri  belge etmektedirler.
Cihan şunu bilmelidir; Zaman, o kadar acımasızdır ki; Bugün, o olayları hatırlamaktan uzaktır.
Geçmişte ve günümüzde yaşananlar; Sanki, bir sinema şeridine kaydedilmiş, film gibi hatıralarımızda, canlanır. İçeriğinin ne kadar acılarla dolu olduğu, sonucunun çok ağır bir ihanet olduğu, gözlerden kaçmaktadır. O bir film değil, yaşanmış gerçektir...
Yaşadığımız zaman da;  geleceğimiz için;  bu ibret dolu olayları iyi analiz etmek, sonuçlarını iyi değerlendirmek zorunda olduğumuz günlerdir. Şimdilerde; Tuna Nehri, belki de; söylediğimiz, mırıldandığımız; türküler kadar, hafızalarımızda yer almaktadır. Ancak, gerçek bu değildir.  Aynı zamanda, Tuna; Koca bir ihanet, kan, kin, nefret, katliam, acımasız ve öldürücü bir göç, kavramlarını da; bize hatırlatmalıdır. Balkanların, o coğrafyanın simgesi olduğunu hatırlatmalıdır.
Bugün, Tuna Nehri simgesinin bize hatırlattığı acımasız günleri yaşamamak için; ihanetlere, oyunlara, altın tepsilerde sunulan zehirlere, içerimizde sürekli dışarı ile irtibat  içerisinde olan, işbirlikçi hainlere dikkat etmek zorundayız. Bu coğrafyanın yeni TUNA nehri türküleri, bestelenmesini istemiyorsak; uyanık olmak, boynumuzun borcudur. Sınırlarımızın civarında yaşanan olayların ne anlama geldiğini analiz, etmemiz lazımdır.  Çok yakınlarda bize; siyah rengini tanıtmak için; kapkara diyerek, siyah rengini daha da, korkunç hale getirenlerin; neden birden bire; aynı renge bembeyaz demelerini anlamamız lazım. Bu uğurda kafa yormamak lazım...  düşüncemizi, zorlamamız lazım... Gelecek, güzel günlerimiz, olayları iyi analiz etmemize bağlıdır...
Son sınırlarımızda yaşanan terör olayları, Tuna boylarında yaşanan ihanetlerin, tekrarı, gibidir...