Bizler seküler yani laik bir hayatın içindeyiz. Ülkemizde yasalar ve kurumlar İslâm’la bazen örtüşür, bazen çelişir ve çatışır. Ama biz de İslâmi ölçülere göre yaşamakla yükümlüyüz. Teğabun Sûresi’nin 16. ayetinde buyurulduğu gibi: “Yapabildiklerimizden de sorumluyuz.”

Toplumumuzda biz Mü’min’ler yanı sıra kâfirler (ateistler-deistler-jakoben laikler) de var münafıklar (Müslüman görünümlü kâfirler) da var. Bu ifadeleri aşağılamak için kullanmıyor, Kur’âni kavramlarla gerçeği yansıtmak istiyoruz.

Biz Allah’a, ölümle başlayacak âhiret hayatına, Kur’ân’ın Yaratan’ın insanlara mesajlarını içeren İlahi Kitap olduğuna ve içeriğine iman ediyoruz.

Allah’a veya    âhiret hayatına iman etmeyen, Kur’ân’a Allah’ın kitabı olarak inanmayan ya da bu Aziz Kitab’ın emirleri ve yasaklarının bütününü kabul etmeyen  pek çok  insan var toplumuzda ve biz bunlarla iç içeyiz.

En hak bağlısı gördüğümüz kurumlarda Mü’min de var, Kâfir de var, içi Kâfir dışı Müslüman görünümlü Münafık da var. En Batıl gibi bilinen toplumsal yapılarda Müslümanları da görebiliyoruz.

 O halde zalimleşmedikçe; bizim temel haklarımız ve özgürlüklerimize saldırmadıkça, bize saygı duydukça, inançları ne olursa olsun bütün insanlara, Rabbimizin buyruğu gereği, adaletli olmak iyilikler yapmakla yükümlüyüz. (Bak.Mümtehine 8)

Bu sebeple seçimler sonucunda yanlışlara düşülmemelidir.

Doğrudur bizler seçimlerde İslâmî îman ve yaşam çizgisinde olan insanları tercih etmeye çalışmalıyız. Ama Türkiye’de yapılan seçimleri îman-küfür veya adalet-zulüm yarışı ve tercihi olarak görmemeliyiz. Bir ölçüde hakikat payı olsa da birilerini İmandan ve adaletten diğerlerini küfür ve zulümden yana olarak nitelememeliyiz.

Bu durum bölünmek istenen milletimizi daha da böler. İslâm’ı tebliğ imkânlaımızı da yitiririz.

Hayır, bu ülkede bütün kurumlar sekülerdir. Diyanet dahil tüm anayasal kurumlar da laiktir. Hiçbir kişi ve  kurum da bize seçimlerin akabinde İslâmî Bir Hayat Düzeni vaat etmemekte /edememektedir. Çünkü İlahiyatlarda bile İslâm bir hayat düzeni olarak görülmediği için bilgili ve bilinçli kadrolardan da yoksun bulunmaktayız.

Sözü bir Kur’ân yetiyle bağlayalım:

“Ey yükümlü insan! biz İslâm karşıtlarının neler söylemekte olduklarını çok iyi biliyoruz. Ey sorumlu insan, sen inkârcılar üzerinde zorba değilsin. Sen azap tehdidimden korkanlara Kur’ân ayetleriyle öğüt ver. ” ( Kaf 50/45)

Ali Rıza Demircan