15 Temmuz’da bu ülkenin asîl halkı, tankların önünde dimdik durarak  destansı bir direniş ortaya koydu ve saldırıyı püskürttü. Oyun üstüne oyun kuranlar Çanakkale ruhu karşısında büyük bir yenilgiye uğradılar. Bu yenilgi oyun kuranlar için  Çanakkale yenilgisi gibi ağır ve büyük oldu. 

15 Temmuz bir milat oldu.    Artık olayların perde arkasını çok  daha iyi analiz edebiliyoruz.    Amerikan gizli teşkilatı CIA, ülkelerde FETÖ gibi benzer dini   yapılar üzerinde hakimiyet kuruyor.  Peki bunu nasıl sağlıyor?  Elbetteki sorgulamadan uzak,  lidere bağlı,  tapınma kültürü oluşturan ve biata alıştıran eğitim yapısı ile. Böyle bir eğitim yapısı ile herşeyden önce kimlik ve aidiyat duygularınızdan oluyorsunuz. 

İngiliz-Yahudi medeniyetinin baş ideolojisi sermayeciliğin ana payandası bilindiği gibi seküler   yaşam biçimidir.   FETÖ  liderinin  hitabet ve örgütleyicilik  kabiliyetleri ile   12 Eylül akabinde  derin güçlerce istihdam edildi. Var gücüyle eğitim  ve öğretime abandı.  Görünmeyen amaç şu:  İnsanları İngiliz-Yahudi medeniyetine tabi olan,   munis ve mutedil  içi boşaltılmış   Müslümanlar haline getirmek.   
Türk Okulları Projesi de bu amaç için desteklendi.   Okulların    eğitim dilleri İngilizce.   Türkçe Olimpiyatları falan diyerek ama, maksat göz boyamak olduğunu geç anladık 

Bu yazımda darbelere zemin hazırlayan eğitim yapısı üzerinde kısa bir analiz yapacağız. Meslek ve kimlik kazandıran,  kendi aklının sahibi fertler yetiştiren  eğitim için   çözüm yoluna işaret edeceğiz.    

Mankurtlaşma Süreci

Yeni Dünya düzeninde, küreselleşmenin bir unsuru olarak köle milletler sınıfı içinde yer alan ülkelere bakın eğitimleri bilgi ve sınav odaklıdır. Üretmeyen ancak tüketen toplumlara biçilen rol   mekanik bilgi ve sınav üzerinedir.  Ülkemizde merkezi sınavların bu kadar belirleyici olmasını, eğitimin yerini almasını başka nasıl açıklayabiliriz?

Beyin yıkama şeklinde süregiden öğretilerle devam eden sorgulamasız bir eğitim yapısı içinde sürekli itaat süreci, insanları bir tür mankurtlaşmaya sürüklemektedir. Böyle bir kitle zamanı geldiğinde ülke aleyhine toptan kullanılabilir ve kullanıldı da. Kendi halkına silah doğrultabilir ve nitekim doğrulttu da.

Malum “küresel çeteler” için eğitimin bu yapılanması bulunmaz bir fırsat teşkil edecektir. Sosyal gurupların ve cemaatlerin birer örgüt haline getirilmesi, üst akıl için işten bile değildir. Bu guruplar zamanla küresel savaşın maşası halini alabilir ve Haçlı/Siyonist cephenin gönüllü askerleri gibi çalıştırılabilir.

Başı sonu belirlenmiş müfredatlarla insan zihni güdükleştiriliyor. Müfredat hem insanı uyuşturuyor hem de insanın hayatın da ihtiyaç duyduğu bilgileri insana sunamıyor

Müfredatların ve okulların tezgâhında ezilmeyen ve kimliği yok edilmeyen çocukların yetişeceği günlerin özlemi içindeyiz.

Nasıl bir ortam ve hava oluşturmalıyız ki öğrenci bilgiyi kullanabilsin; fikir, hayal ve tasarımlarını uygulamaya yansıtabilsin?

Okulları gerçek hayatta gerekli olan becerileri kazanma ortamı haline getirebilmenin yolu nedir?

Nasıl bir eğitim hayata geçirelim ki öğrenci fikirleri değerlendirme, süzme ve sorgulama, takım kurma ve sinerji oluşturma, birlikte çalışma, paylaşma ve dayanışma, çalışmalarını takdim etme becerileri kazanabilsin?

Okullarda hangi değişim ve dönüşümleri yapalım ki öğrenci fikirlerini serbestçe ifade edebilsin ve onda sağlıklı tartışma ve muhakeme kültürü gelişsin?

Yazılım ve Donanım

Emperyalizmin temsilcisi  güçler  “yazılımı” ele geçiriyorlar.   Yazılımdan kastettiğimiz okul müfredatlarıdır. Ele geçirilen sadece müfredatlar değil.  Bunun yanında  kültür ve sanat  yolunda kullanılması gereken film, dizi, hatta oyun endüstrisi    topyekün yıkım yolunda kullanılıyor.

Yazılımla eğitimin beynine nüfus eden  “habis ruh”,  çocuklarda asaletin, zerafetin, tevazunun, sadeliğin, merhametin, edebin ve hürmetin dibe vurmasına yol açıyor. Gençlerde nahoş ve gereksiz bir lüks ve konfor tutkusu, itici bir kibir havası hakim oluyor.

Tedbir alma konumunda olanlar hem problemi teşhis konusunda  hem de tedavi metotları bakımından yanıltılıyorlar.   “Yazılımı” düzeltme yerine  “donanıma”  yatırım yapıyorlar.    Çünkü  bilmiyorlar ki eğitim sisteminin yazılımını  millet olarak biz tasarlamadık.  Bize rağmen, bizi değiştirmek, bozmak ve başkalaştırmak için kurulmuş olan bu sistem.  

“Yazılım ve program” kısmına karşılık gelen  eğitimin “ruh cephesi”    bizim tarih, kültür ve değerlerimizle çelişiyor. Hatta milletimizin değerleriyle ortak yönü bulunmuyor.

Tek başına “karma eğitim” bile    sandığımızdan  fazla  tahribat yapıyor. Karma eğitimin kaldırılması  bugünlerde telaffuz edilmektedir.  Ortaya çıkan gürültüye bakın!   Bu gürültüye kimlerin çıkardığı ve   kimin adına gürültü çıkardıkları  iyi analiz edilmelidir.   

Yazılıma hakim  yıkım ekibinin  “virüs programları” ile yapmak istediklerini   kısaca şöyle   özetleyebiliriz.

Amaç şu: Mali sermayeci rant ile soygun düzenini devam ettirmek. Lüzumsuz tüketim malları icat edip gençleri, uyuşturucuya müptela kılarcasına, bunlara zamanla alıştırmak ve bu tüketimi karşılayacak ölçülerde üretmek, sonuçta kar üstüne kar koymaktır. Bu, konunun  iktisadi yönü.  

Bir de eğitim yönü var: Medya ve   okullar  yoluyla gençler   tüketime müptela kılınmakta, her denileni itirazsız gerçekleştirecek maneviyattan uzak  nesiller yetiştirilmektedir. 

Gençlik arasında inançsızlık,  kimliksizlik ve sorumsuzluk dalga dalga yayılıyorsa;  aşağılık kompleksi umumi bir araz halini almışsa bunda, tarihi gerçeklere, kültür ve medeniyetimize, inanç ve değerlerimize ayna olamayan mevcut müfredatın payı büyüktür.

Son yirmi yıl içinde dev hizmetlerin altına imza atıldı. Hayal denilenler gerçekleştirildi. Terör bastırıldı.  Bütçeden en büyük pay eğitime ayrıldı.  Peki bu başarılara rağmen ülkenin ulaştığı seviyeyi  takdir etmeyen, savunma sanayiin yüz akı projeleri ile  iftihar edemeyen,  hatta  ülkede mutlu olmayan ve dışarıya kaçmak isteyen  gençlerin çoğalmasını nasıl açıklayabiliriz? Refahı artan kesimi ve özellikle gençlerin  tercihlerine baktığımızda son derecede düşündürücü bir tablo ortaya çıkmaktadır. 

Sorumlu belli. Yazılımı sizden olmayan eğitim programları ve ondan kaynaklanan medya (özellikle dijital medya)   yakıcı ve kavurucu etkisini sürdürüyor.   Son yirmi yılda hükümet diğer alanlarda onca yenilikler ve gelişmeler ortaya koyduğu halde eğitimin çağdışı felsefi temellerini  ve geri kalmış epistemolojik esaslarını (yazılım) yerinden oynatamadı. 

Ülkede bir zihinsel dönüşüme ihtiyaç var. Bir kampanya ile ilkokul çocuklarını, orta öğretimdeki gencecik beyinler gibi yüksek öğrenim gören yüzbinlerce insanımızın düşünebilme yeteneklerinin  sınav odaklı eğitimle nasıl yok edildiklerini anlatalım…  Bu kadar çok olumsuzluğu bir kalemde üretebilen bir başka “temel bela” olmadığını anlamaya ve anlatmaya çalışalım.  Bir kampanya başlatalım ve bu kültür kazanımız ve medeniyet yürüyüşü haline gelmeyen eğitimin aslında “zihni ve ahlaki yok olma” süreci  olduğunu yüksek sesle söyleyelim.

Çözüm Mesleki Eğitimde

Okullarımıza baktığımızda ne görüyoruz?  Ürünlerini çürüğe çıkaran fabrika gibi çalışıyor.  İşsiz kalmak için, tüketim kültürünü öğrenmek için, egoyu ve eneyi beslemek için nihayet  kimlik ve aidat duygularından olmak için eğitim yapılır mı?

Bu gidişata dur ve bu  eğitime hayır diyoruz.  

İstediğimi şey  çok açık. Öyle bir eğitim tasarlayalım ki  bize  ahlakımızı,  kulluğumuzu ve insanlığımızı öğretsin.   Eğitim  “ruhsuz” ve “amaçsız” hali ile terlemeden kazanma peşinde insanlar yetiştirmesin.

Bir çok defa anlattık. Bir defa daha anlatıyoruz.   

 Kur’an-ı Kerim’de “Biz onların bazısını bazısına iş yaptırsınlar diye üstün kıldık.”(Az-Zuhruf 32) buyrulur. Her ferde aynı eğitimi vermek fıtrata ters bir hareket. Adil değildir. Herkesi lise eğitimin zorlayan   yapı  mesleki eğitimin yok olmasına  yol açıyor.

Ecdadımız bu işi nasıl  çözmüştü?  Bizden mesleki eğitim modelini alan Almanya gibi ülkeler mesleki eğitim sistemini verimli bir şekilde  işletmektedir.    Ecdad önce mesleki eğitim demiş. Ahlakı meslek içinde öğretmiş.   Osmanlı Devleti’nde esnaf teşkilatı birer eğitim kurumu olarak çalışıyordu. Bizde esnaf kurumlarının eğitimde rolü sıfırlanırken, Osmanlı Devleti’nin sosyal kurumlarından olan esnaf teşkilatları eğitimde rolü büyüktü. Eğitimin hemen tüm sorumluluğu esnafa aitti. Selçuklu Devleti’nde esnaf teşkilatı olan Ahilik, Osmanlı Devleti’nde lonca teşkilatı adıyla devam etti. Bu teşkilat esnaf, zanaatkâr ve çalışanları bir çatı altında toplamıştı. Ahilik kurumu bu özellikleri nedeniyle sanat okulu düzeyindeydi.

Öncelikle yapmamız gereken mesleki eğitimi Milli Eğitim Bakanlığının işi olmaktan çıkarmak ve ilgili esnaf teşkilatlarının ve meslek odalarının sorumluluğuna vermektir.  Hatta her kurum, firma kendi ihtiyaçlarına göre kendi mesleki okullarını açmak için teşvik edilmelidir.   Müfredatlarını büyük ölçüde kendileri belirlesinler. Böyle bir yapılanma içine girdiğimizde “devlet kapısı” “maişet ve menfaat kapısı” olmaktan çıkacaktır.

 Maarifte Yol Haritası

En değerli gençlik enerjisi  sınav hazırlıklarına değil meslek öğrenmeye harcanmalıdır. Diplomaların ve okulların  değerini tekrar yükseltmek için yapacağımız belli:  Toplum hayatıyla okul  arasındaki  bağlar kurulsun.

Üniversitede okuyamayacak “zayıf öğrenciler” için   lise eğitimi  baraj haline gelmelidir. Bunun için yapılması gereken belli.   Her şeyden önce okullarda “sınıfta kalma” tekrar gelmelidir. İkinci olarak “bitirme sınavlarının” yeniden ihdas edilmelidir.  Eğitim problemini büyük ölçüde halletmiş, merkezi sınav derdi olmayan birçok ülkede her yıl   bir tür genel kültür, bilgi düzeyini ölçen sınavlar yanında düşünme ve anlatma becerisini ölçen “bakalorya” türü sınavlar yapılmaktadır. Bu geçmişte bir ölçüde “bitirme sınavı” olarak bizde de vardı. Bu sınavlar, ihtiyaçlara uygun şekilde düzenlenerek tekrar hayata geçirilmelidir. Bu da ikinci derecede bir baraj olacaktır. Böylece eğitim ve okullar  merkezi sınavların  altında ezilmekten kurtulacaktır.

Ne öğreteceğimizi ne kadar iyi belirlersek belirleyelim, ölçme değerlendirme denilen sınav sistemi  ve öğretme metodu  doğru belirlenmemişse hedefe varamayız. İyi sınav sistemi ile iyi öğretim, fena  sınav sistemi ile  fena öğretim yapılır. Sınav  yapı ve düzeni muhtevadan ayrılmayan cilt ve beden gibidir.

 Son olarak, meselenin esasını teşhis etmek ve teklifte bulunmak sorumluluğuna haiz münevver kadrolar, ucuz tenkitlerle iktifa etmemeli, hem problemi ve hem de çözüm için yol haritası sunan çabaların içine girmelidir.   Veya her şey yolundaymış gibi hayatına devam etmemelidir. "Münevver irade" denen aydın kesim  tarafından  problemlerin çözümsüz olmadığı gösterilirse   iktidar keyfini süren sahte ve ucuz kahramanlıklar kaybolacaktır; eğitimin direksiyonunu elinde tutan gizli üstü mekanizma deşifre olacak, maskeler sıyrılacaktır.

Bilindiği gibi karanlıkta gezinen çakal ve vahşi hayvanatın gizlenmesi ve yok olması Güneşin çıkmasına bağlıdır.

Artık bir karar vermek lazım. Millet de devlet de ortada kararsız durumdan kurtulmalı. Ya kendimiz   olacağız,   yada  yuları Batının elinde olan milletler sınıfında sürünmeye devam edeceğiz.

Özetleyelim. Türkiye'deki eğitim meselesini tartışırken, ülkede uygulamaya çalışılan sistemin Batının kötü bir kopyası ve karikatür taklidi olduğunu unutuyoruz. Türkiye'de, eğitim sorunlarını sığ ve dayanaksız temeller üzerinden, kısır ve zihnimizi kısırlaştırıcı bir çerçevede tartışıyoruz. Esasen eğitimde çıkış yolu onun toplumsallaşması ve sivilleşmesinde yatıyor. Bir kere tevhidi tedrisat gibi müfredat üzerindeki tekelci yapının kalkması gerekiyor. Taklit olmayan kendimize ait modeller geliştirerek işe başlamalıyız. 

Okullar   pagan kültürü dışında hiç bir kültür vermiyor.  İnsanımızı kitaplar değil, filmler yönlendiriyor.  Çocukları Bilgisayar ve Android oyunlar bozduğuna göre bozulduğu yerden çocuklara sahip olabiliriz. Mesela Dinazor Parkına 750 milyon dolar maliyet çıkartılıyor.  Gençliğimizi ve çocuklarımızı kurtarmak için bu meblağla 50 milyon dolar  bütçeli 15 -20  film yapılabiliriz!

Başta doğru bilim tarihi olmak üzere, ahlaki değerler üzerine, iman üzerine duygusal ve çarpıcı bir biçimde anlatan filmler yapabiliriz.

Karşı taraf, oyunla, oyuncakla, filmle, müzikle, festivalle saldırıyor.  Körpecik beyinler mahvoluyor.  Elinde oyuncak, parmaklarında PC ve Android oyun, gözlerinde film çocuklara bizi ve değerlerimizi anlatmalı. Dudaklarında mırıldandıkları besteler bizden olmadıkça,  onların zihinlerine girmemiz, kalplerine nüfus etmemiz mümkün görünmüyor.

Çağın karakter  şekillendiricilerini   etkin kullanmadıkça, daha çok sızlanırız.  “Karşı taraf” dediğimiz dış destekli “yıkım ekibi”  iktidarda değil ama bu vasıtaları etkin kullanarak muktedir görünüyorlar.

Zenginlerimiz, müteahitlerimiz sadece betona ve ranta yatırım yapmamalı. Entelektüellerimiz yazarlarımız siyaset gevezeliğini bırakıp dikkatleri bu yöne ve bu yangına çevirmeli.

Böylece 15 Temmuz ruhunu diriltebilir/güçlendirebilir;  eğitime/müfredata bu ruhu ikame edebiliriz. Böylece her türlü yozlaşmanın önüne geçerek   insanımıza kimlik kazandırabiliriz.