Dış seslerle arama perde çeken kulaklığımda Neşet Ertaş'ın iç yakan âvâzı:
"Vara vara vardım ol kara taşa!
Yazılanlar gelir sağ olan başa...
Beni hasret kodun kavim kardaşa!
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm..."
Bağdat Caddesinin geniş kaldırımlarında bozkır ezgileriyle gezinmek ne kadar tuhaf... Kabak tatlısına sarımsaklı yoğurt döküp yemek gibi... Eskiyen yılın ipliğini pazara çıkaran yılbaşı-noel melezi süslemeler, esen rüzgârda titrer gibi salınıyor. Belirli aralıklarla tak misali çekilmiş ışıklı aranjmanları taşıyan direkler, metalden olmalarına rağmen eni konu alınıyor. Noel deyince aklıma şu Binbaşı Noel hergelesi düştü manasız bir şekilde... Mondros günlerinde, emperyalist sırtlanların heybelerinde kalan son nifak tohumlarını ekmek için az didinmemiş(?) O tohumların nesebi çalıların dikenlerinden yadigâr çizikler seremonisi fasılasız... İçimizden geçenlerle, içimizden geçenlerin bilek güreşi yudumladığımız.
Bağdat yoluyken caddeliğe terfi eden kaldırımlar... Necip Fazıl'ın kaldırımlar şiirinde bizde varız der gibi attığım her adıma muhalefet ediyor. Boz bulanık havada Tevfik Fikret'in Sis şiirinde terennüm ettiği hissi tersinden tecrübe ediyorum belli belirsiz... Hayli kabalık kaldırımlarda beşinci boyuta demirlemiş bir yalnızlık düşüyor hisseme... İnceden üşüyor ellerim. Meğer ben bana el olmuşum derken... Neşet Ertaş inliyor:
"Ay dost!
Taramış zülfünü kırkmış kabadan!"
Zülfü yâre değiyor burukluğum... Şu ilerideki sokaktan çıkagelirken korukluğum... Dökülmeye yüz tutmuş yapraklarımdan hicap ediyorum. Hicabın alaturkalığından yükselen bir naftalin kokusu yakıyor genzimi... Bir genç hanımın gezdirdiği ihtiyar tazı, kan oturmuş gözleriyle süzüyor sararmış benzimi... Mühim değil bet-beniz... Biz böyle de şeniz! Der gibi akıyor kalabalık...
Az ötede kaldırım daralır gibi oluyor. Asırlık bir caminin önünde bir lokma arabası... Onlarca insan sıraya girmiş. Lokma arabasının üzerinde ışıklı kayar tabelada filankesin ruhuna Fatiha yazısı dönüp duruyor. Sırada, elinde "Happy new year" yazan poşetlerle bekleyen gençler dikkatimi çekiyor. Happy Happy de... Hepi topu ömürden gün eksiltiyoruz.
Sonra genişliyor kaldırım. O genişledikçe benim içim daralıyor. Dur be Neşet usta! Senin gamlı tezenen gönlümü yaralıyor.
Uzaktan bir fötr şapka çalınıyor gözüme... Keşke diyorum Refik Halid Karay gelse de iki kelam etsek, yüzyıllık fasılanın hükmünü boşa çıkarıp. Hiçbirşeyin değişmediğini fısıldıyor sinirli bir şoförün yürek oynatan kornası... Daldan dala atlayan düşünceler karışıyor kalabalığa... Halk içinde düşünmek zor zanaat... Arabesk günler düşerken hissemize... Ritim bozukluğundan muzdarip can sazını avutmak ne mümkün!
Neşet Ertaş buradayım diyor:
"Kurusa fidanın, güllerin solsa..."
Evet, kuruyan tekillik yapış yapış çoğullukla imtihanda... Kanıksadığım bir taraf var bu bertaraf oluşun arkasında... Bir Norveç bayrağı, yanımdan geçen delikanlının parkasında... Ayrıntıların ağırlığı, çığlıkların sağırlığıyla kol kola girmiş. Üç öğün beş vakit yediğimiz künde, bizi her seferinde devirmiş. İmtihan içinde imtihan... Üç yanlış bir doğruyu götürürken... Götürü usulü fikir ticareti yapmanın ayıbı yok!
Küçülüyor büyük sandıklarım... Makro kozmozdan mikro kozmoza bir bileti olup da peronda bekleyen yolcular değil miyiz? Perşembenin perişanlığından zahir... Yoksa bunca keşmekeşin ne manası var? Yolcu mevzuunu duymuşçasına iç sohbetime iştirak ediyor Neşet Usta:
"Bir anadan dünyaya gelen yolcu!"
Bir müddet tutukluk yapıyor dimağım... İyiden iyiye soğuyan havaya inat, kuruyor damağım... Susamışlık kuşatıyor benliğimi... Sudan bahanelerle yol verdiğim fani endişeler çekiştiriyor yakamı... Gülüyorum en kederlisinden... Bu iki yaka bir araya gelmez uğraşma! Duraksayan kalabalık kontrolümü ele geçirmiş olmalı ki ben de duruyorum. Dur-kalk yaparak bir müddet daha akıntıya eşlik etsem de ilk ara sokaktan sapıp derin nefesler eşliğinde sahilin yolunu tutuyorum. Neşet Usta yanımda mevzuyu mühürleyen son sözü söylüyor:
"Hep sen mi ağladın? Hep sen mi yandın?
Ben de gülemedim yalan dünyada!
Sen beni göğnümce mutlu mu sandın?
Ömrümü boş yere çalan dünyada...
Ah yalan dünyada... Yalan dünyada!
Yalandan yüzüme gülen dünyada..."