Büyük balık küçük balığı yutar denklemi üzerine kurulu dünya sistemi duvara tosladı.
Yani herkesin zorla bindirildiği Titanik batıyor.
1800'lü yıllarda gayri ahlaki metotlarla hayata geçirilen kurgunun, yama yapıla yapıla gelebileceği son noktadayız.
Bütün hikâyenin özeti: Kan, gözyaşı ve talan...
Uluslararası sıfatıyla arz-ı endam eden ne varsa külliyen yalan!
Savaş ve sömürü sütunları üzerinde yükselen heyula... Yıkılırken de altında kalacaklara son oyununu oynuyor. Oyun teorisi gözlüğüyle bakan bu şer menşeli akıl(sızlık), herşeyi oyuncağı görmek pervasızlığından ötürü hicap da etmiyor. Edemez, zira motivasyonu, değersizlik ve fıtratla hasımlık pınarından beslenmekten neşv-ü nema buluyor.
Nobranlığa rahmet okutan bu dehşet dengesi için şu ifade çok manalı: Kendini çekiç zanneden, herkesi çivi olarak görür.
Zokayı yutan insanlık ne kadar da garip...
Önüne atılan yün yumağıyla boğuşan yavru bir kedi kadar saf... İki asırdır aynı senaryo... El insaf!
Her seferinde kuşa bak denildiğinde, dikkati berhava olan bir topluluk olmayı nasıl da beceriyoruz.
Muhtemelen toplumlar, kendilerini kendi yapan maddi ve manevi kıymetlerini yitirip ve/veya yozlaştırıp irtifa kaybettiklerinde, daralan bir pencereden bakmak talihsizliğine uğruyor. Bakar körlük böyle böyle ilerleyen bir hastalık...
Tam bu noktada mefkuresizlik illeti sarıp sarmalıyor bünyeyi... Sonrası... Kurban sabahı ürküp kaçan kurbanlıkların halet-i ruhiyesinden izler taşıyor. Yoğurulmuş kitlelerden müteşekkil uluslararası toplum artık kıvamını bulmuş oluyor.
Konulduğu kabın şeklini almaya mecbur kalabalıklar...
Aynı akvaryumda birbirini yesin diye bir araya getirilmiş balıklar(?)
Bakalım bu gidiş nereye varacak?
Altta kalanın canı çıksıncı klasik bir tepişme mi düşecek hissemize?
Yoksa avını uyuşturan örümcekten esinlenen mihraklar eliyle küresel felç hali mi?
Şurası aşikar ki; her senaryoda illa bir darlık, bir keşmekeş, bir altüst oluş mevcut...
Herşeyin rayından çıkması hali, planlı programlı bir cereyan olmalı...
Zira kırk yerinden kopan bir zincir başka türlü açıklamaya mahal bırakmıyor.
Zulmün abad olamayacağının sergileneceği bir seviye içine koştuğumuz demde, her an bir çelmeye muhatap olmak da olası bir yandan...
Uyanda balığa gidelim noktası geçilmiş olabilir mi? İçgüdülerin formatlanarak yeniden inşa edildiği, modernizm etiketli bir cereyanda kaldığımızdan ötürü her yerimiz tutulmuş...
Şifa niyetine yuttuğumuz kas gevşeticiler, metabolizmamızı tepe takla etmekten başka bir işe yaramıyor.
Olmaması icap edenlerin ehemmiyeti boşa düşerken, yayladaki yoğurdun nitelikleriyle alâkadar olmak, moda tabirle fütüristik hipnoz uyarınca kıymet(?) arz ediyor.
İnsanlığın geçmişle gelecek arasında uzanan bir tahlilden yoksun kalışı, sadece nisyan ehli olmakla açıklabilir mi?
Sualler ne kadar sıkıcı! Tefekkür nasıl da iğneli bir fıçı! Bu ifritten vaziyette bebeklerin bile ağarır saçı...
Balık metaforu, günümüz dünyasına çok yakışıyor.
İçinde balık geçen bütün atasözü ve deyimler hayli işlevsel(?)
Tam burada bozkırın hakikatli tezenesi Neşet Ertaş'ın şu türküsünü dinlemek lazım:
"Suda balık oynuyor!
Suda balık oynuyor...
Canım sana kaynıyor!
Düştüm merhametsize!
Düştüm merhametsize...
Hiç gönlümden bilmiyor!
Hiç halimden bilmiyor..."
Balık Metaforu!
Güçer Kafa
Yorumlar
Trend Haberler

Sırrı Süreyya Önder'in vasiyeti ortaya çıktı!

Emeklilikte aylık bağlama oranı değişiyor! Meclis'e sunuldu

Bugün seçim olsa kim kazanır?

Yılmaz ve Gülsün Ailelerinin mutlu günü

Hintli generalden küstah tehdit! "Gerekirse Türkiye’yi havaya uçurabiliriz"

İçişleri Bakanlığı'ndan 19 ilimize peş peşe uyarı! Çok şiddetli geliyor

Trump'tan özel istek, Erdoğan'dan talep etti!

PKK'nın duyurusunda çarpıcı detay: MİT ve TSK operasyonunda öldürüldüler

Boğaziçili vandalların yazışmaları deşifre oldu: 'Şeriatçıların hepsi yeri gelince asılacak'

Günümüzde Remel ve Hervele nasıl yapılmalı? Prof. Dr. Mehmet Görmez açıkladı
Habervakti