Geçtiğimiz hafta 3 gece Mekke, 1 gece Medine konaklamalı, hızlandırılmış bir programla Umre’ye gitmek nasip oldu elhamdulillah. En son 2018 yılında yine Şevki Yılmaz Hocam'la gittiğimiz mübarek beldelere 5 yıl aradan sonra tekrar birlikte gitmenin de anlamı çok farklıydı. Dokuz kişilik ekipte birbirinden kıymetli yol arkadaşlarımız vardı. Dolu dolu ve tabi ki yorucu bir program oldu. Normalde en az 10 günde ifa edilen bir program 4 gece 5 güne sığdırıldı.
Bir de normal Umre programlarında hiç yer bulamayan ve nedense ne Diyanet’in ve ne de özel şirketlerin Hac/Umre turlarına dahil etmediği BEDİR ŞEHİTLİĞİ’ni, Bedir Kuyularını, Bedir Savaşı’nın yapıldığı yeri ziyaret etme imkanı bulduk.
Aman ya Rabb’i!
O nasıl mekanda bir mekan!
Zaman da bir zamandır!?
İslam’ın son peygamberi sav ilk kez, düşmanına orada kılıç çekmiş! Talut hz.lerinin Calut’la karşı karşıya geldiği, genç Davut’un daha aleyhisselam olmadığı cenkte olduğu gibi tam 313 yiğit Bedir’de saf tutmuş! O, 313 kişi sahabe değil, sanki; tek kişilik ümmet Halilullah İbrahim aleyhisselamın soyundan gelmiş seçkin kullardan özel seçilmiş 313 ruh, 313 mana, 313 umman, 313 kın, 313 kılıç! Ve hepsi o meydan da cem olmuş! Ashab-ı Güzin’den 14 şehid verilmiş, karşı cenahtan ise küffarın lider kadrosundan Utbe, Şeybe ve Velid cehenneme yolcu edilmiş! Son dinin Firavun’u Ebu Cehil, orada çukura gömülmüş!
Cennet’te orada! Cehennem’de!
Karşınızda, tam donanımlı bin kişilik bir ordu, içinizde sadece 2 arkadaşınız süvari. Ashabın kiminde mızrak var, kiminde kılıç yok! Kiminde ok ve yay kiminde kalkan yok!

Yokluklar içinde varlık mücadelesi! Olur mu? Oldu!
İmkansızlıklar sizin geri adım atmanız için mazeret midir? Değildir!
Bilâ kayd-u şart teslim olmanın sebebi midir? Değildir!
Düşmanla kayıtsız/şartsız uzlaşmanın bahanesi midir? Değildir!
Öleceğini bile bile oraya gelmiş, kendinden sayıca 3 kat fazla, teçhizatlı ve süvari askere sahip 313 teçhizatsız asker için; o şartlarda galibiyet mümkün görünmekte midir? Değildir!
Şartlar kimin lehinedir? Düşmanın!

Ne kadar da bugün! Bugünümüz ne kadar da sanki o gün! Hakk’ın safında değil de; yerleşik düzenin geleneği, kabulleri, inançları, ayartıcılığına kapılmış, yıkmak istediği putların sunduğu nimetlere aşikarâne  ve gizlice özenenlerle dolu yığınlar, çağımız müşrik Kureyş’inin sunduğu din ve dünya algısına gönülden bağlı kitleler bir yanda, hanif olmayan ne varsa LÂ diyebilecek bir avuç sahipsiz kimsesiz diğer yanda!
Ve Müjde veriyor Resulullah!
‘’Kardeşim İsrafil’i görüyorum! Alaca atlara binmiş, sarı renkte sarıklarıyla 1000 meleğe komuta ediyor!’’
Bedir tekbirle yıkılıyor!

Müjde veriyor Resulullah!
‘’Kardeşim Miykail’i görüyorum! Alaca atlara binmiş, sarı renkte sarıklarıyla 1000 meleğe komuta ediyor! ‘
Bedir tekbirle yıkılıyor!

Müjde veriyor Resulullah!
‘’Kardeşim Cibril’i görüyorum! Alaca atlara binmiş, sarı renkte sarıklarıyla 1000 meleğe komuta ediyor!’’
Bedir tekbirle yıkılıyor!
Üçbin melek ve ardından ikibin melek daha! 1 tanesi bu dünyaya sığmayan 5bin melek, Bedir’de Ebu’l Kasım’a tekmil veriyor!
...
Bedir Şehitliği’ni ziyaret, her umre seferinde bu ve dahası hakikatlere ayna tutarak bizi gerçeğimizle yüzleştirecek merkez üssü ve hepsinden öte Bedir ziyareti, gerçekleştirilmesi gereken bir vazife olmalıdır. Diyanet İşleri Hac Umre Dairesi bu menzili sahipsiz, kimsesiz ve yalnızlığa terk etmiş olmalarının vebalini omuzlarından artık atmalıdırlar…
Evet!
Özlemiştik Beytullah’ı, gül kokulu Ravza-i Mutahhara’yı!
Bu kadar kısa bir umre programında Beytullah’ta zaman hızlı akıyor, saatler saatleri kovalıyor tabi ki! Tavaf sonrası, bir bardak zemzemi yudumlarken bir yandan da Kabe'yi seyredip, düşüncelere dalmak ayrı bir nimet! Tatlı bir yorgunluğun üzerinize çöktüğü bir anda Kabe’ye nazar ederek tefekküre dalmak! İlk temellerinin atılışı, Cibril-i Emin’in Hz. Adem’e mikat alanını öğretmesini, Nuh tufanından sonra yeryüzünden kaybolması, kadrini bilmeyen insanoğluna Kabe’nin yerinin dahi unutturulması. Akabinde Hz. İbrahim’in oğlu İsmail as ile temellerinden tekrar inşa etmeleri. Sonra Efendimizin sav hırkasını yere sermesi ve Hacer’ül Esved’in hikayesi, siyasi anlaşmazlıkların iç savaşa döndüğü vakitlerde Kabe’nin mancınıklarla taşa tutulması, yıkılması, tarih boyunca gördüğü zararlar. Harre Vak’ası! Karmatilerin Hacer’ül Esved-i çalmaları, hacerin kırılması, parçalara ayrılması! Aman ya Rabb’i Beytullah ne çok şeyler yaşamış?! İnsanlık, Rabb’inin emanetine karşı nasıl da lâkayıt ve nasıl da özensiz davranmış. Kabe ne kadar da çok kez sahipsiz kalmış! Müslümanlara rağmen himayesiz! Sonra tabiat olayları, sel baskınları  ve toplumsal olaylarda bile tavafın durmadığı gerçeğine rağmen karanlık, küresel operasyonla Beytullah’ta tavafın, Ravza’da selamın durdurulması gerçeği! Kozmik akışa çekilen set! Secde, tavaf, yakarış, dua, sena, hamd ve kıyamın, Kabe’de tavafın, Ravza'da selat-ü selamın korona bahanesiyle durdurulması! Kabe’nin, Beyt’ul Mâmur’la bağı! Sonra şairin; ‘’Kabe'ne siyahlar. Yakışmamıştı, ya MUHAMMED, Bugünkü kadar…’’ dizeleri!

Fatıma annemiz şu yönden mi feryat ederek koşmuş, deve işkembelerini babacığının üzerinden temizlemeye çalışıyordu? Abdullah ibn-i Mesud’u acaba şurada mı Rahman Suresi’ni okuduğu için linç etmişler, kırılmadık kemik bırakmamışlardı vücudunda? İşkenceler altında imanından dönmeyen Habbab bin Eret’in demir potasına yatırılan vücudundan yayılan yanık kokuları mı şu Kabe’ye dolan yoksa hemen dibinde ki KFC’den mi sızıyor hareme? O kafirler çırılçıplak nasıl da tavaf ediyordu arlanmadan ve utanmadan Kabe’yi? E ‘’doğuş üryan, terk-i dünya üryan’’ felsefesi şimdi nice sufist ekole sızmadı mı ya?
Başında ki sarıkla Ebu Cehil geçiyor gözlerimin önünden, mahiyetiyle kibir abidesi! Hayatın tüm alanlarına müdahalede ki sınırsız yetkilerini tam da şurada ki Menat’tan, Uzza’dan, Hubel’den almakta ve salına salına yürümekte metâfta! Lât bana bakıyor ve şöyle diyor sanki; ‘’Ebu Cehil’in şahsında tüm zalimlere o yetkiyi sizin korkularınız, konfor kayıp korkunuz, hamiyetsizliğiniz veriyor. Onların parasından, gücünden, bölgesel ve küresel ilişkilerinden korkuyorsunuz! Parasına, gücüne, bölgesel ve küresel güçlerine öykünüyor, gıbta ediyorsunuz! Kapıldığınız Stockholm Sendromu nedeniyle İsveç'te mushaf yakılıyor da kıpırdamıyorsunuz! Zannediyorsunuz ki ekmeğinizi, rızkınızı onlar veriyor, ihtiyaçlarınızı onlar karşılıyor... ‘’
...
İkindi ezanı okunmaya başlıyor şimdi Kabe'de!
Lât’ın silüeti kalkıyor aradan, Kabe’de yıkılıyor putlar ama gözüm adına tower denilen en büyük puta takılıyor!
Saate bakıyorum. Neredeyse tam olarak İstanbul’la aynı vakit okunuyor ikindi ezanı! Üç beş dakika var yok arada!
Mekke, Medine ve İstanbul’un akşam ve yatsı namazı vakitlerini kontrol ediyorum!
Neredeyse aynı vakitte yükseliyor ezanlar! Kabe ve Ravza’da farz için bekleme sürelerini hesaplıyor ve şaşırıyorum! Kıbleteyn olan İstanbul’da namaza duran bir Müslüman hemen hemen aynı anda Kabe ve Medine-i Münevvere ile eşit zamanda secdeye duruyor. Beytullah’ta ezan bitmek üzere iken İstanbul’da başlıyor ve aynı anda vaktin namazı eda ediliyor.
''Saat farkı yokmuy du ya?'' diye aklımdan geçiriyorum bir an.
Heme cepten bir google check yapıyorum: ‘’Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın bakanlığı döneminde başlanan ve beş yılı geride bırakan kalıcı yaz saati uygulamasının…’’
Aha şimdi daha iyi anlıyorum, ‘’Veliler şikayetçi! Günler kısalmaya devam ediyor. Karanlık daha da artacak! Sabahın karanlığında okula ve işe gidenler…” başlıklı haberleri ve 6 yıldır o yüzden feryat edip duruyor birileri! 6 yıl önce Berat Albayrak’ın bakanlığı döneminde başlatılan ‘’kalıcı yaz saati uygulaması’’ eleştirileriyle, ‘’çocukların karanlıkta okula gitmeleri’’ argümanını/bahanesini öne sürenlerin arkasında ki akıl, o kadar masumane bir talep peşinde mi yoksa şuuraltlarında başka hesaplar mı var?
Hımm! Sanki şimdi anlaşıldı bu bazı kabalistlerin feryadı!
‘’Kalıcı yaz saati uygulaması’’ Kıbleteyn olan İstanbul’un, Medine ve Mekke ile olan fiziki bağını, ezan ve secdelerle metafizik bağa dönüştürüyor. Ayasofya’da, Taksim camiinde, Eyüp Sultan’da, Sultanahmet'te yapılan secdeler, dualar, yakarışlar Beytullah ve Ravza ile birleşiyor. Kozmik manevi pozitif enerjiler yakarışlar, istiğfarlar, salavatlar, aminler kalıcı dua saati uygulamasına dönüşüyor. Ve bazıları bundan kuduruyor!
Türkiye yüzyılının startı, zaman-mekan şuurunda 6 yıl önce verilmiş meğer!
Türkiye kıblesini Greenwitch’ten, batı dan, Roma’dan Kabe’ye çevirmiş meğer!
Ne diyordu 90’lı yılardaki konferanslarında Şevki Yılmaz Hocamız; ‘’Bir gün gelecek! Her yol Roma’ya değil, Kabe’ye çıkacak! Türkiye kıblesini Roma’dan Kabe’ye döndürecek…’’

Bülent Deniz
Habervakti.com Genel Koord.
www.bulentdeniz.com

''neyse ki yarın var... umutların en sevdiği gün!''