Kim kimdir nasıl anlayacağız? Hani derler ya “bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.” Onların “veli”leri, dostları kim ve bu dostlukları niçin ve nasıl başlamış birlikte yüzleri nereye dönük, nereye gidiyorlar?” Bırakınız konuşsunlar, bırakınız yazsınlar. Nasıl olsa bugün ve öbür dünyada o söz ve yazıları kendi aleyhlerinde ya da lehlerinde bir delil olacak. Yazsınlar ve söylesinler ki, onlar hakkında doğru şahidlik edelim. Kim dost, kim düşman bilelim. Onların dilleri ne söylüyor ve ayakları nereye gidiyor görelim. Dün söyledikleri ile bugünkü söyledikleri arasında fark var mı, varsa ne yönde, o sözlerin derilikleri ne, hikmet içeriyor mu? Hakk'a mı çağırıyorlar, kendinlerine mi?

5 temel emniyetten biri de, inanç ve fikir hürriyetidir. İnsanlar inandıkları gibi yaşayacaklar ve düşündüklerini özgürce ifade edebilecekler. 5 Temel emniyet konusunda, bu Hak’kı ihlal, buna yönelik açık ve yakın bir tehdit ifade etmeyen herşey mümkündür. Sonuçta bu dünyada tartışıp durduğumuz şeyler hakkında Allah bize öbür dünyada  hakikati açıklayacaktır. O zamana kadar akıl yolu ile söylediğimiz şey için “bize hayır gibi gelse de, o şeyde şer olabilir, “şer gibi gelse de”, o şey hakkında Allah hayır murat etmiş olabilir. “Biz bilmeyiz Allah bilir.” Biz gerçeklik düzleminde akıl yoluyla ve akletmek için gözümüzle görerek şahidlik ederek, ilme'l yakın, inceleyerek, ilim yoluyla, uzmanlık düzeyinde istişare ile, Hakk'al yakin insan, iman temelinde, vahiy ve risalet penceresinde, ilim, hikmet, sezgi ve Ledün yoluyla ve aklı kullanarak varılan sonuçları ifade ediyor.
Tekasür suresinde mealen (İlm-i yakîn ile bilseydiniz, Cehennemi elbette görürdünüz) buyuruluyor. Peygamberler, İlm-ü Ledün, sezgi, irfan, hikmet ve hal ilmi yani “ilmel yakîn” ile Cenneti, Cehennemi ve ahiret hallerini bilirler. Bize bilmediğiniz şeyin peşine düşmeyin dendi. Ne kendi aklımı kutsarım, ne de başkalarının. İlim ve hikmet sahibi, ehli hal ve aktin sözlerine itibar ederim ama onlar da mutlak değil benim için. Bizler vahye ve risalete iman ettik. Amma resulleri İlah ve Rab edinenlerden değiliz. Onun için derin ya da görünen devletin, ya da devlet aklı diye bilenen faili meçhul akıllara da itibar edecek değilim. Sözü kim söylerse sözün kendisi muteberse onda sorun yok, ama yine de sözün sahibini de bilmek isterim. Din ve devlet büyüklerini İlah ve Rab edinecek değilim. Onlar dedi diye, her dediklerine uyacak da değilim. Birileri bir şey dedi diye, o söz üzerinde düşünmeden külliyen söylendiği şekilde kabul ya da söylendiği şekilde red etmek, sözü söyleyeni İlah ve Rab edinmek demektir.
Yeter ki Allah benden razı olsun. Ben O'ndan razıyım. O bana taşıyamayacağım yükü yüklemez. İmtihanım için ben ondan sabır ve güç niyaz ederim, ki o benden razı olsun. Gönlümü genişletsin, dilimin bağını çözsün ki sözüm etkili olsun ve O anlayışımı arttırsın ki, söz ve olayları doğru anlayayım.
Kınayanların kınamalarına aldırmadan yola devam etmemiz gerek. Bu yolun yolcularını Şeytanın dostları kınayacaklardır. Mutmain bir gönüle sahip olanlar için bunlar bir imtihan vesilesidir. Her zorluğun arkasında bir mükafat gizlidir. Onun için biz mütrefin’leri (Refah peşinde koşanları, dünya hayatını bir oyun ve eğlence olarak görüp, keyif peşinde koşanları) kınarız. Biz hüznü seçtik, biz çileyi seçtik. Biz alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmeti olarak hayatın cilveleri karşında ye’se kapılmaz, tebessüm eder geçeriz. Vahyin ve resulün bize bildirdiklerini bilselerdi insanlar, az güler, çok göz yaşı dökerlerdi.
Evet evet, sevmeme özgürlüğümüz de olmalı. Haksızlıklar, zulüm ve sömürü karşısında “surat asmak hakkımız.”
“Nefret söylemi” bize yabancı değil. Tabi zamanına , olaya bakarız. Normal şartlarda Hüsn-ü zan etmek isteriz. Yaratılanı hoş görmek isteriz, yaratandan ötürü, yanlış yapana bile güzel ve hikmetle Hakk'a ve Hakikat’a davet öncelikli görevimizdir. Şeytan'ın yaratılışında bir hikmet vardır da, Şeytan'ın şerrinden Allaha sığınırız her vesile ile. Haksızlıktan, zulümden, sömüründen, Şeytan'ın lanetli işlerinden nefret edeceğiz. Allah’ın lanet ettiklerine biz de lanet edeceğiz.  Bir besmele çekerken günden belki 100 kez nefret söyleminde bulunuruz Şeytana ve onun rızasının tecellisinin vesilesi olanların işlerine. Onlar da bizden nefret ederler. Bize mürteci derler, imanımızı irtica olarak niteleler. Akif  boşuna demiyor “İrtica’nın sizin lehçede  manası bu mu?” diye. “Rabbimiz Allah'tır” diyen Asiye annemizin çektiği acıları düşünün. Ya da İslam tarihinin ilk döneminde işkenceyle öldürülen mü’minleri hatırlayın. Onlar “Rabbimiz Allah” dedikleri için en büyük işkencelere maruz kalırken, Allah onların acılarını hafifletti ve üstlerine sabır yağdırdı. Makamlarını gördüklerinde acıları mutluluğa dönüştü. Hani “Hak şerleri hayreylerdi” ya işte öyle. Onların “suçları öylesine büyük, öylesine büyüktü ki, bütün cezalar, ona nisbetle küçük”tü, zalimlerin gözünde. “Bilelim, Bilişelim dünya kimseye kalmaz.” Bilişmek, Kur’an-ı Kerim’de “Tearüf” olarak geçer. Ve bu murad-ı ilahi’dir. Bizi kabileler halinde yaratma iradesindeki muradı ifade eder. İrfan, Arif, Maarif aynı köktendir.
Konuşmak isteyen konuşsun da, kimse kimseye hakaret etmesin, tehdit etmesin, iftira etmesin, küfretmesin. Kem söz / kötü söz sahibine geri döner. Bizim geleneğimizde biri birine onun hoşuna gitmeyen bir şey söylerse ve şey onda yoksa, o sözü söyleyen kişi, o başkasına nisbet ettiği söz ya da işi kendisi yapmış gibi muaheze edilecektir. Buna Haddi Lian diyoruz. O Lanet, o kişiye geri dönecektir. Kim kim için ne söylüyorsa dikkat etsin. Bize düşen adil şahidliktir. Haksızlıklar karşısında susanlar da dilsiz Şeytanlardır. Tabi vay o yalancıların ve inkarcıların haline. Kim, kim hakkında ne söylüyorsa iddiasını isbatla mükelleftir. İş yargının önüne gitmişse, müdde-i umumi önüne gelen olayları efradına cami, ağyarına mani bir şekilde, tarafların leh ve aleyhine olan delilleri toplayarak ve burada adalet adına ne lazımda mahkemenin önüne en kısa zamanda getirmez ise o da o suçun parçası olur. Aynı durum yargıçlar içinde geçerlidir. Yargıya müdahele eden, yargının adil bir şekilde tecellisini engelleyici her beyanında ve işin dolayı avukatlar da sorumludur. Eğer adil bir şekilde hareket etmeyecek olursa, yargı kademesinde görev yapanların tamamı, sorumluluğu nisbetinde, müştereken ve müteselsilen bu işten sorumlu olacak, öbür dünyada yargıçlar da, diğer yargı erki ile birlikte sanık sandalyesine oturtulacaklardır. İnsanlar her söz ve eylemleri ile aslında ahirette önlerine konulacak amel defterlerini kendiler doldururlar. Kiramen Katibin'ler aslında birer zabıt katibidirler.

Ortalık toz duman. Her köşede bir hödük ve dilli düdük. Kedi köpek gibi dalaşan siyasi kanatlar, herkes kendi çöplüğünün horozu! Sahi ne olacak böyle. Japonya’da insan eti lokantası açılmış. Deme ya, hahaha! KKTC’de Habatçılar, yanlarına Falaşaları da almışlar, şimdi de Türk vatandaşlığı için hazırlık yapıyorlarmış. Hahambaşılık seçimlerini de, seçmen transferi ile yapacaklar deniyor. Daha önce ABD’den Patrik ithal etmiştik, Hoca da ihraç etmedik mi? Şimdi de Haham ithal ederiz ne olacak. Ana muhalefet danışman ithal ediyor da, Yahudiler Haham ithal etmiş çok mu? Bize ne canım (!?), Yahudiler düşünsün! Bugün ithalat yapıyoruz, yarın da ihraç ederiz Millileştirdiğimiz hahamları, Türk dünyasına, ne olacak! Hele şu “çocuk gelin komplosu”ndan yakamızı kurtaralım, gerisi Allah kerim.(!?) Vurun genç evlilere, Biyolojik cinsiyeti kaldırın bir yandan, bir yandan kadının şahidliğine devam, Lanzarotteye devam, Kur’an-ın arabuluculuk, hakemli kuralını da yasayla hükümden kaldırın. Başörtüsü yasasıyla bu rezaleti örtemezsiniz, başörtüsünün ebadı yetmez.. Durmak yok yola devam.

Herkesin işlerini ve sözlerini kayda geçen kiramen katibinler var. Aklınızdan ve kalbinizden geçenleri, kapalı kapılar arkasında fısıldaşarak konuşulanları, kripto yazışmaları, şifreli telefonlarla yapılan görüşmeleri de kayda alan melekler var! Ve bir gün, elbet, mutlaka, herkesin yaptıklarının hesabının sorulacağı bir hesap günü var, benim, senin, onun, onların hesaplaşacağımız bir gün! Sadece yaptıklarımızın ve söylediklerimizin değil, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızın, söylememiz gerekirken söylemediklerimizin hesabının sorulacağı bir gün!
Selam ve dua ile.