Son yıllarda Ortadoğu’nun değişen dinamikleri, bölge ülkeleri açısından sadece askeri ve politik değil, aynı zamanda sosyo-psikolojik kırılmalar da yaratmaktadır. İsrail’in İran topraklarında gerçekleştirdiği nokta atışı operasyonlar, klasik devlet güvenliği anlayışının yetersiz kaldığını; hibrit savaş, siber tehdit ve istihbari üstünlük gibi yeni güvenlik paradigmalarının öne çıktığını açıkça göstermektedir.

Bu bağlamda en kritik soru şudur: Türkiye bu değişen güvenlik ikliminde kendini nasıl konumlandırmalıdır?

*1. Ortadoğu’da Güç Mücadelesi: İran-İsrail Geriliminin Anlamı*

İsrail’in İran içerisinde gerçekleştirdiği hedefli saldırılar, yalnızca iki devlet arasındaki klasik bir askeri gerilim olarak okunamaz. Burada söz konusu olan, istihbarat üstünlüğü, içeriden yönlendirilen yapılar ve psikolojik operasyonlar üzerinden yürütülen bir güç savaşıdır. İran’ın güçlü hava savunma sistemlerine rağmen bu tür saldırılara açık hale gelmesi, ya teknolojik bir aşılmayı ya da içeriden bir çözülmeyi düşündürmektedir.

Bu durum, Türkiye açısından hayati dersler barındırmaktadır: Güvenlik sadece sınır çizmekle değil, içeride sosyal direnci ve kurumsal bütünlüğü korumakla mümkündür.

*2. Türkiye’nin Sınır Güvenliği: Sıcak Temas Alanı Değil, Stratejik Eşik*

Türkiye, coğrafi olarak yalnızca Ortadoğu ile değil, Kafkaslar, Balkanlar ve Karadeniz ekseninde de sınır güvenliğini çok boyutlu ele almak zorundadır. Suriye ve Irak’taki istikrarsızlık, PKK/YPG gibi yapıların sınır güvenliğini tehdit eden varlığı ve artan göç dalgaları Türkiye’nin önümüzdeki on yıllarda karşılaşacağı en temel stratejik sorunlardan biridir.

Bu nedenle sınır güvenliği salt askeri önlemlerle değil; istihbarat koordinasyonu, siber güvenlik, insani güvenlik anlayışı ve bölgesel diplomasi ile desteklenmelidir.

*3. ABD ve Küresel Aktörler: Yeni Dönemin Müdahale Biçimleri*

ABD’nin doğrudan askeri müdahaleler yerine, vekalet savaşları ve istihbarat operasyonları üzerinden bölgeye etki etmeye çalıştığı artık açık bir gerçektir. Bu yeni dönem, devlet dışı aktörlerin devlet mekanizmaları üzerinde nüfuz kurmasını kolaylaştırmaktadır. İsrail’in eylemleri bu bağlamda yalnızca bir devlet refleksi değil, küresel bir ittifakın stratejik yönlendirmesi olarak da okunmalıdır.

Türkiye’nin bu tabloda çok boyutlu dış politika ve bağımsız savunma sanayii yoluyla kendisini özerk bir bölgesel güç olarak konumlandırması hayati önem taşımaktadır.

*4. İç Siyasette Ortak Akıl ve Ulusal Strateji Gerekliliği*

İçeride siyasi kutuplaşma, dış tehditleri yönetme kapasitesini ciddi şekilde zayıflatmaktadır. Ulusal güvenlik, herhangi bir siyasi partinin tek başına taşıyabileceği bir yük değil, tüm kurumların ve partilerin birlikte sahiplenmesi gereken bir “milli güvenlik anlayışı”dır. Akademi, medya, siyaset ve sivil toplum; bu yeni güvenlik mimarisinin birer bileşeni olmak zorundadır.

Türkiye, artık “kim haklı?” değil, “nasıl ortaklaşabiliriz?” sorusuna cevap aramalıdır.

*Sonuç:* Türkiye İçin Bir Geçiş Dönemi

Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler, bölgesel güçlerin yalnızca askeri kapasitesiyle değil, aynı zamanda kurumsal direnci, stratejik öngörüsü ve toplumsal birlikteliğiyle ölçüldüğü bir dönemin işaretini veriyor. Türkiye’nin bu süreçte yalnızca bir “dengeleyici” değil, aynı zamanda “şekillendirici” aktör olması mümkündür. Ancak bu rol, ancak akılcı strateji, kurumsal dayanıklılık ve toplumsal uyum ile sürdürülebilir hale gelir.

*Güçlü bir Türkiye için güçlü bir ortak akıl gereklidir.*
Çünkü tarih, sadece yaşananları değil; hazırlıklı olanları da yazar.