2010 yılında Hürriyet gazetesindeki röportajda Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf, eşcinselleri hasta olarak görüyor ve cinsel yönelim başlığı altında: “Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence. Dolayısıyla eşcinsel evliliklere de olumlu bakmıyorum. Bakanlığımızda onlarla ilgili bir çalışma yok. Zaten bize iletilmiş bir talep de yok. Türkiye’de eşcinseller yok demiyoruz, bu vaka var. “ demesinin bedelini süreç içerisinde siyasetten uzaklaşarak ödedi.

Kadın ve Aileden sorumlu Devlet Bakanı Aliye Kavaf’ın eşcinselliğin hastalık olduğu yönündeki açıklamalarına karşı ne düşündüğü sorusuna Sağlık Bakanı Recep Akdağ “Şu bir gerçek, Türkiye’de eşcinsellik yaşayanlarca zor bir şeydir. Ayrımcılık sebebi olabilir. Toplum insaflı olmak durumundadır. Eşcinsel evliliklerin yapılabileceği konusu bizim toplumumuzun kabul edebileceği bir durum değildir. Çocukların cinsel eğitimlerinin doğru gelişebilmesi için gerekenleri yapmalıyız” diye cevap verdi.

Haziran 2009’da Viyana’da düzenlenen konferansa Türkiye’yi temsilen katılan Bakan Kavaf deklarasyonda yer alan ‘Farklı aile formları’ tanımına itiraz ederek, Avrupa Konseyi’ne gönderdiği yazıda ‘Biz ülke olarak eşcinsel evliliği kabul etmediğimiz gibi eşcinsel aile ebeveynlik kurumunu da kabul etmediğimizi belirtmek isteriz’ demişti.

Eşcinsel lobilerinin yoğun ve baskın protestolarıyla öncelikle medyada ve ardından da sokaklardaki pankartlı eylemler sonucunda Selma Aliye Kavaf, siyaset arenasında Yaşam Kapısından girdiği siyasetten Ölüm Kapısından çıkartılarak siyasi hayatı son bulan erdemli bir gladyatördür aslında.

24 Nisan 2020 tarihinde Hacı Bayram Camisindeki Cuma Hutbesinde Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş “Ey insanlar! İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti. Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir bunun hikmeti. Yılda yüzbinlerce insan gayrimeşru ve nikahsız hayatın İslami literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HİV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim” dedi.

Demokrasi şarlatanı eşcinsel lobileri “Redde Caesari quae sunt Caesaris, et quae sunt Dei Deo...” yani "Sezarın hakkı Sezar`a, Tanrı’nın hakkı Tanrıya" demek yerine Tanrı’nın hakkına göz koyarak Prof. Dr. Ali Erbaş hakkında linç kampanyası başlatmakta gecikmediler. Eğer ki bu suçlamalar karşısında Ali Erbaş’ın Selma Aliye Kavaf gibi yalnız bırakılması demek aslında Türk ve Müslüman Aile yapısının çöküşünün artarak yıkılması demek olacaktır. Orta çağın yağmacı ve çapulcu haçlı savaşları tarafından istila edilen medeniyetimiz artık günümüzde hukuk dayatmalarıyla yeniden büyük bir kıskaca alınmaktadır. Bu savaşta medeniyetimizin yeniden bozguna uğramasını ve yenilmesini istemiyorsak İstanbul Sözleşmesi’nin dayattığı Toplumsal Cinsiyet Eşitliği söylemleri devletin her kademesi tarafından terk edilmelidir. İstanbul Sözleşmesi bir Truva atı olarak kadına şiddeti çözmek bahanesiyle aslında eşcinsellerin evlilik ve evlat edinme haklarının önünü açmak için içimize sokulmuş savaş oyunudur. Truva atı içimizde durdukça bıkmadan usanmadan siyaset, bilim, düşünce, sanat, din vb dünyasından kurban istemeye devam edecektir. Koronavirüs sonrası dönemde siyaset bu Truva atını yıkmakla yükümlüdür. Yoksa Türkiye’nin gündeminden eşcinsellik tartışmaları asla eksik olmayacaktır.

Eskiden çocuklar okullara aileleri tarafından “eti senin kemiği benim” diyerek emanet edilirdi. Çocuklar okul bahçelerinde erkek çocukları top oynar kız çocukları ise ip atlardı. Düşe kalka büyümeyi öğrenirlerdi. Büyük adam olmak gibi dertleri vardı. Babaları çocuklarının okumaları için ceketlerini bile satardı. Yeni zamanlarda ise “eti de benim kemiği de benim” diyen aileler eğitimi kuşatmış durumdadırlar. Çocuklar okullarda artık dokunulmazlıklarıyla büyüdükçe küçülmektedirler. Erkek çocukları artık top oynamaktan kız çocukları ip atlamaktan vazgeçmişlerdir.

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği baskıları sonucunda erkek çocukları erkek gibi değil kız çocukları da kız gibi değil olarak yetiştirilmek istenmektedir. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği çalışmaları hız kesmeden devam ettiği takdirde aile dinamiklerimizi yıkarak anneleri anne gibi değil babaları da baba gibi değil hale dönüştürecektir.

Eşcinsellik bireyin değil içinde doğduğu, yetiştiği ve büyüdüğü ailenin, hastalıklı bileşenlerinin olması halidir. Özetle eşcinsellik bir aile hastalığıdır. Eşcinselleri ibne diyerek aşağılamak yerine aslında onların büyümelerinde sevgi ve ilgi noksanlıkları gösteren anne babalarını sorgulamamız gerekir. Eşcinsel, çocukluğunda hastalıklı aile yapısında duygusal yoksunluklara savunma geliştirirken yenilmiş olan çocuktur. Eşcinsel, ailesindeki bu yenilmenin intikamını büyüdüğünde, "kız gibi, top, ibne" diyerek dışlandığı toplumdan almak için bıkmadan usanmadan çabalayacak olan kişidir. Çocukken mahrum kaldığı duygusal yoksunlukların ruhunda açtığı yaraları telafi etmek adına sürekli olarak bedeninin erotik tatmini için çaba içinde olacaktır. Eşcinsel ilişkilerde kalıcı ve tek eşli bir aşk asla söz konusu olmadığı için eşcinsellik bu anlamda sonu gelmez bir seks bağımlılığıdır.

Bugün herkesin, AIDS ismini bilirken pek az kişinin GRID isminden haberi var. AIDS ilk ortaya çıktığında tıp camiası bu yeni hastalığa GRID (Gay Related Immun Disorder/Eşcinsellikle İlişkili Bağışıklık Sistemi Bozukluğu) ismini veriyor. GRID toplumda yaygınlaşmaya başlayınca, halk tedirgin oluyor, eşcinsel hareketin gelişimi yavaşlıyor. Sonra 1980'li yılların başlarında, eşcinsel lobiler devreye giriyor ve tıp camiasına baskı yaparak, hastalığın adını AIDS (Edinilmiş Bağışıklık Sistemi Bozukluğu) olarak değiştiriyor.

Bugün AIDS olarak bilinen hastalık, aslında eşcinsel ilişkiler sonucu oluşurken, asıl adı olan GRID de (Eşcinsellikle İlişkili Bağışıklık Sistemi Bozukluğu) sonradan eşcinsel lobilerin devreye girmesiyle değiştirildi.

Devlet her çocuğa ruh sağlığı yerinde anne baba sağlamakla yükümlüdür.

AIDS’le küçük bir imtihandan geçen insanlık ailesi, gerekli dersleri almadığından olsa gerek bugünlerde büyük bir imtihanla başımızın dertte olduğu koronavirüs imtihanından geçmektedir. Bu imtihanı ateistler, feministler, eşcinseller mi kazanacak yoksa özü sözü bir Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar mı kazanacak?

Selma Aliye Kavaf’ı feda ettiğimiz gibi Ali Erbaş’ı feda etmezsek eğer “zafer Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır.” İnsanlık gerçek özgürlüğünü kim ne derse desin; eskiden olduğu gibi yeniden İslam’ın kitabından ve sünnetinden edinecektir.

Nihayet ufukta kara göründü:

Düşünen bir toplum için; anlayanlar ve bilenler için ‘Zafer İslam’ındır.