“Hiçbir suçlu, kendi öz mahkemesinde beraat edemez.” Juvenalis

                                                                                                                                                                                                                        
Bize bir “tık” kadar yakın olan teknoloji, sanıldığının aksine her zaman için hayatımızı kolaylaştırmıyor. Zaman zaman vicdânımızda derin boşluklar oluşturup onulmaz yaralar da açabiliyor. Mâddî hayatımızı kolaylaştırırken manevî açıdan bizi me’yûs edebiliyor. Rehâvet ve aczimizle bizi yüzleştirip çelişkilerimizi yüzümüze vurabiliyor. Dücane Cündioğlu “Motto”sunda; “Kırılmak istemiyorsan kimseye ayna olma!” der. Modern dünyanın iletişim imkânları ve sanal âlem, sabahtan akşama kadar bize ayna olup sessizce aldanışımızı haykırıyor. Ne kadar görmezden gelmeye çalışsak da küresel çaptaki büyük bir cürmün –fâili olmasak bile- suç ortağı olduğumuzu sessiz ve derinden yüreğimize fısıldıyor. En şiddetli tokatların, onun eliyle vicdânımıza atıldığının farkında mıyız acaba? Ne ilginçtir ki hakikatte var olmayıp sadece formel bir gerçeklik olan sanal âlem, bizi hayatımızdaki gerçeklerle buluşturup çelişkilerimizle yüzleştiriyor. İnanmak istediğimiz masûmiyetimize her seferinde kocaman bir çizik atıyor. Ve benliğimizdeki o çizik her geçen gün biraz daha kalınlaşıyor. Ne gariptir ki bizi durmadan tezatlarımızla yüzleştirip rûh fukaralığına mahkûm etse de uzaklaşmak bir yana, ona olan bağımlılık ve muhabbetimiz her geçen gün daha da artıyor.

Hayatımızın içindeki bazı eylemler âdeta bir günah çıkartma ritüeline dönüşmüş durumda. Yapılan işin, hedefine ulaşıp ulaşmaması bile önemli olmuyor çoğu zaman. Aslolan, onun üzerinden bir parça iç huzûru yakalayabilmek. Vebâlden sıyrılıp vicdânımızı parçalayan suçluluk duygusunun tahakkümünden kurtulabilmek. Belâlar ümmetin başına sağanak gibi yağarken hiçbir şey yapamıyor olmanın kahredici ezikliğini üzerimizden atabilmek. Bu, farkında olup da kerhen kabullendiğimiz bir çâresizlik hâlinin adı.

Gün içinde sosyal medyada sörf yaparken dünyanın dört bir bucağında zulme uğrayan mazlûmların haberleri, soydaş ve dindaşlarımızın canhıraş feryatlarıyla yüreğimiz kavruluyor. Hattâ bazen zihin konforumuzu bozmamak, iç bütünlüğümüzü koruyabilmek adına o haberleri görmezden gelip hızlıca bir başka paylaşıma geçiyoruz. Vicdânımızdaki yükün daha da ağırlaşması korkutuyor çünkü bizi. Bazen yok sayıp derinlere itmek çâreymiş gibi görünüyor gözümüze.  

Zaman böyle ilerlerken günün birinde telefonumuza bizi yardıma çağıran formatı itibâriyle birbirinin benzeri mesajlar düşüyor peşi sıra. Çoğunda; “……… insani yardım için ……….. yazıp ………’ye göndererek sen de bir muhtâcın yaşamına destek olabilirsin.” deniyor. İşte o dakika; “Fırsat ayağıma geldi, ben de bir şeyler yapabilirim şimdi.” diyoruz kendi kendimize. O andan itibâren mazlûmların yardımına koşabilmek bir tık kadar yakın artık bize.

Gelen gönderilerdeki yardım isteklerine verdiğimiz olumlu cevaplarla tesellî buluyoruz çoğu zaman. Az bir fedakârlıkla sanal âlemin imkânlarını kullanarak zahmetsizce huzûra kavuşturuyoruz sızlayan vicdânımızı. Sistem, enformatik kanalları devreye sokarak rahatlatıyor bizi. Kısacası bir tür enformatik rahatlama bu!

Peki, mensûbiyetin bedeli, Müslüman olmanın borcu bu kadar kolay ödenebilir mi acaba? Hiç şüphesiz o borcun böyle ödenemeyeceğini hepimiz biliyoruz. Kûr’ân kurslarına, câmi derneklerine makbuz mukabili yaptığımız cüz’i bağışlardan ne farkı var bunun? Tek fark, eskisine göre işimizi daha da kolaylaştırması. “Gönder” butonuna bastığınızda ilgili meblağ otomatik ödeme tâlîmâtı verdiğiniz faturanıza yansıyor ve para oradan kesiliyor günü geldiğinde. Yani artık yardım yaparken yerinizden bile kımıldamıyorsunuz. Son derece zahmetsiz bir rahatlama fırsatı sunuyor elinizin altındaki teknoloji size.

Mesaj servisi değil, sanki rahatlatma müessesesi. Geçici de olsa duyarlı insanı, içine düştüğü boşluktan kurtarmak adına bulunmuş oldukça pratik bir çözüm(!). Gerçekte ise ne alana pek bir faydası var ne de verene. Yani ne sadre şifâ olabiliyor ne de rûhunuzda açılan yarığı kapatabiliyor. Sadece “Gönder” butonuna her bastığınızda, küçük bir nakdî yardım karşılığında vicdânınıza güzel bir pansuman yapıveriyor. Onunla ağrı dinmiyor elbet, sadece sızı hafifliyor bir süreliğine…

Evet, şüphe yok, o yardım talepleri gerçekten bu işe gönül vermiş yardım kuruluşlarından geliyor bizlere. Ve toplanan bağışlar da er ya da geç bir şekilde ulaşıyor ihtiyaç sahiplerine.  

Fakat o mesajları gönderenler bizden de olsa o programları üretenler bizden değil. O mesajların mûcidi de yine sistemin efendileri. Mazlûmların katili olan cin fikirli zâlimler yani. Kısacası, hayırhâh gibi görünen bu girişimin arkasında da yine bir üst akıl gizli. 

Yüreğinizdeki nefreti körüklemektense kendi selâmetleri adına o yüreği soğutmayı yeğliyorlar. Onlar için bir emniyet supabı bu. Nefretin yoğunlaşarak kontrol edilemeyecek boyutlara ulaşmasının ve genişleyerek kitleselleşmesinin önüne geçmek için alınmış akıllıca bir tedbîr. Sizi durmadan döverken hedefini pek bulmayan iki cılız yumruk atmanıza izin veriyorlar yalancıktan. Böylelikle bir süre onunla oyalanıp kendinizi avutuyorsunuz. Rûhunuzdaki sancıyı bastırıp dengenizi bulmanıza yarıyor bu sizin.

Bizi acziyet ve pasifliğimizle yüzleştirip vicdân azâbına sürükleyen sanal âlemin sahipleri, buldukları pratik çözümlerle içine düştüğümüz azap kuyusundan da çıkmamıza yardım ediyorlar. Mazlûmlara acımayan emperyalizm, onlara acıyan unsurları da nasıl dizginleyip yönlendireceğini gayet iyi biliyor. Teknolojinin imkânlarını, ürettiği paket programlarla emrinize sunarken beş kuruş harcamadan yapılacak yardımı da yine size yaptırıyor.

Siz ne kadar yardım yaparsanız yapın, yardımın yerine ulaşması yine onların âlî-cenâblığına(!) kalmış. Meselâ Gazze’ye istediğiniz kadar yardım gönderin. Bölgeye açılan dört sınır kapısının anahtarı da onların elinde. Ancak canları isteyip kapıyı araladıklarında başınızı uzatabiliyorsunuz. Yani yardımın ne kadarının, ne zaman ve ne şekilde yerine ulaşacağı bile yine onların anlayış ve insâfına kalmış.

Emperyalizm bir yandan elindeki kamçıyla mazlûmları döverken bir yandan da o kamçının rûhunuzda bıraktığı izleri silmeye çalışıyor. Yaranın kangren olmasını istemiyor zîrâ. Ne öldürüyor ne de insanca yaşatıyor. Sadece nefes alıp vermenize göz yumuyor.

Modern dünyanın hayatımızın içine kadar girmiş bir gerçeği bu. Zulme şâhitlik etmek bize bir tık kadar yakın ve kolay olduğu gibi, vicdân azâbımızın diyetini(!) ödeyerek bir yalancı tesellî bulmak da o kadar kolay ve yakın.