Çok ağır bir imtihandayız… Ocağımıza düşen ateşlerin hararetinden göz pınarlarımız kurumaya yüz tuttu. Maddi ve manevi yıkımın tam ortasında… Durup hal-i perişanımıza bakıp… Daha beterinden muhafaza için Rabbimize sığınıyoruz. Kayıplarımız çok… 

Ruhumuzdaki yaranın merhemi niyetine dilimizde hep o ayet: "Onlar; başlarına bir musibet gelince, Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah'a aidiz ve şüphesiz O'na döneceğiz derler." (Bakara Suresi, 156)

Ümmü Seleme (r.a.) rivayet ediyor: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim: “Herhangi bir kul sıkıntıya düşer de “Biz Allah’dan geldik, Allah’a döneceğiz. Allahım, başıma gelen musibetin ecrini ver ve bana bundan daha hayırlısını lutfet” diye dua ederse, Allah Teâlâ onu uğradığı sıkıntıdan dolayı mükâfatlandırır ve ona kaybettiğinden daha hayırlısını verir.” (Müslim, Cenâiz 4)

***

Beş gün boyunca enkazlar arasında ömrüm boyunca yapamadığım tefekkür yoldaşlık etti bana… Her yıkık bina yüzlerce hayatın, yüzlerce ailenin serencamını seriyordu gözler önüne… Acizliğimizin ne menem bir şey olduğunu anlayabilmek için herhangi bir çaba sarf etmeye de gerek yoktu. Zira yıkılan hanelerin savrulan perdeleri… Sineleri dağlamak üzere fırlatılmış birer oktu!

Enkaz yığınları arasında oraya buraya savrulmuş oyuncaklar… Çocukların neşeyle duvarlarını çınlattığı odalar… İtinayla döşenmiş evler… Hanımların hane sakinleri için kaynattığı tencere… Her şeyin paramparça olduğu demde… Son bakışı muhafaza etmek istercesine sağlam kalmaya ahdetmiş pencere… Düğümlenen boğazımda kararsız kalmış nefesime tutunan bir hıçkırık… 

Kimi sağ kimi ruhunu teslim etmiş olarak enkazdan çıkarılanlar… Uzakta bir köşede enkazdan toplanan Kuran-ı Kerimler… Sayfalarında belki emaneti teslim etmiş sahibinin elinin sıcaklığı hala mevcut… Yasin cüzleri… Seccadeler… Tesbihler… Bir Elif Ba… Belki de küçük bir kız çocuğunun… Kim bilir Kuran’a geçmesine az kalmıştı? Üst üste dizilmiş Mushaflar… Sahiplerine şefaat etmek için yola çıkmadan evvel son içtimasında sanki… 

Savrulan mutfaklar… Enkazda kalmış ev bereketi… Turşu bidonları, salça tenekeleri… Bütün sarsıntı ve yıkıma inat duvarda asıldığı yerde olan biteni seyreden sarımsak demeti… Belki ailecek içilen son bir bardak çayın demlendiği demlik…  Ayağı kırık bir masa… Hane saadeti sofra saatlerinin şahidi… Henüz kutusundan çıkarılmamış mutfak eşyaları… Belki yeni bir gelinin… Kullanmak nasip olmamış…

***

Beş katlı bir evin enkazı… Topu topu üç metre yükseklik… Katların arasında hapsolmuş nicesi… Ses seda yok… Ölümün soğukluğu, gece karanlığını kendine siper eden soğuk havanın yanında ne ki? Her hanenin hikâyesi ortak bir sonda demetlenmiş… Gözlerde korku, tedirginlik ve yıkılmışlık… Ümitlerin elleri böğürde bırakışı ne hazin…  

Her kurtarılan depremzedede buruk bir sevinç takılırken dillere… Nice merhumun akıbetinden sirayet eden sükût… Anneler, babalar, çocuklar… Parçalanmış hayatlar… Parçalanmış aileler… İmtihanı ağırlaşan kulların dilinde sabır ve dua… 

Hepsi bizim için… Biz insanlar için… İbret almalı… 

Rabbimizin ihsan eylediği hayatın bir lahzasını dahi ziyan etmeden… Emredildiği gibi… 

İnna lillahi ve inna ileyhi raciun…