Yazının ilk bölümünü okumak için tıklayınız
...
Evet!
Yaşadığımız deprem sadece diğer fay hatlarını değil, Tayyib Bey'in son zamanlarda ''eskiye nazaran azalan'' halkla olan temasınıda tetikledi! Bu sıkıntılı ve zorlu süreçte doğal olarak daha sıklıkla ve uzun sürelerde depremle sarsılan illerimizde afetzede kardeşlerimizle buluştu ve bu durum 6 duyu organını tekrar harekete geçirdi!
Gözleriyle gördüklerine inanamadı, afetin büyüklüğü karşısında herkesin yaşadığı ''acizliği'', kul planında doğal olarak iliklerine kadar O da yaşadı! Dokunduğu her bir depremzedenin ruhundaki sarsıntıyı kalbinin derinliklerinde hissetti, içine akıttığı göz yaşlarıyla afetzedeleri, kardeşlerini, vatandaşlarını dinledi! İzledi, okudu, dokundu onlara! Kul Tayyip ile Başkan Erdoğan arasındaki mesafeler ortadan kalktığında; lehinde ve aleyhinde oluşan/oluşturulan/oluşturulabilecek havayı, akl-ı selim ve kalb-i selim ekseninde değerlendirdi ve kamuoyunun önüne çıkarak, hesapsız, amasız ''Tayyib'' gibi konuştu!
Reel politiği hiçe sayarak hemde!
‘’Acizlikle ve mahcubiyetle’’ itham edilebileceğini bilerek bir ''itirafta'' bulundu!
aleyhinde propaganda yapacaklarını bilerek, ''Bakın gördünüz mü bir numaralı sorumlu olarak eksikliklerini itiraf etti'' deneceğini bile bile konuştu! Gelen raporla değil, kulağına söylenenlerle değil! Bunlara ihtiyaç duymadan eskisi gibi, milletini görerek, duyarak, dokunarak, hissederek, onlarla konuşarak ve Tayyib olarak ekranlara çıkıp tüm samimiyetle durumu ''itiraf'' ederek, helallik istedi!
(…)
Saygıdeğer Cumhurbaşkanım,
10 şehrin enkazında afetzedelerle ruberu kucaklaştınız. Yerinde şahid olup şahitliğinizin gereğini yaptınız. İstediğiniz helalliğin de gereğini yapıp olağan bir depremin, yüzyılın afetine dönüşmesine sebep olanlardan ucu nereye ve kime varırsa varsın, canlarının yanacağını kameralar önünde açıkladınız. Hesap soracağınıza dair inancımız tam. Başta sizin ve aziz milletimizin, hepimizin tekrar tekrar başı sağolsun!
Başkanım!
Şu içinde bulunduğumuz darboğazdan ve cendereden felaha çıkar çıkmaz, bugüne kadar belki de önünüze konan raporlar, kulağınıza söylenenlerle, 40 yıllık dostlarınızın dahi size ulaşmakta zorlandığı ve tabanınızın sesini size duyuramadığı serzenişlerini de gözardı etmeden; küresel talepler, uluslararası dengeler, konseptler, paktlar, himayeler, kriz ve kaoslar, sosyo-ekonomik baskılar gibi nice sorunlar ve buhranlarla mücadele ettiğinizi de bilerek; sosyo-kültürel-ekonomik-imani hassas fay hatlarımızın karanlık, kirli ellerce tetiklenerek zahiren bakıldığında kolayca görülemeyen enkazların altında kalan, afetzede kardeşlerinizede ulaşın ve arama kurtarma ekiplerini(!) harekete geçirin lütfen!
‘’Nafaka Zulmü’’ ve ''Erken Yaşta Evlilik'' mağdurlarının uğradığı sarsıntıyı, yıkılan yuvaların, darmadağın olan ailelerin hiçbir hilti, kepçe ve vinçle kaldırılamayacak büyüklükteki devasa enkazlarını ne olur yerinde görün, mağdurlarını bizzat dinleyin, afetzedeleriyle kucaklaşın, onlara da kulak verin ve görün! Çilelerini, ızdıraplarını müşahede edin!
İstanbul Sözleşmesi ve CEDAW’ın mevcut etkinliğinin devam etmesiyle ''biyolojik cinsiyete'' rest çekilmek istendiğini, tüm toplum katmanlarının sinir uçlarına nasıl bir habis ve negatif enerji yüklendiğini, halen nelerin yaşandığını ve ailelerin nasıl bir sosyolojik fay kırılmasının tam da üzerinde oturduklarını, kentsel dönüşüme karar verdiğiniz gibi sosyolojik, zihinsel, siyasi dönüşümle bir an evvel radikal bir müdahale ve mücadeleye mecbur olduğumuzunda farkında olduğunuz bilinciyle; kapsamlı ve sonuç odaklı bir çözüm için çok geç olmadan Bismillah diyelim!
5G, GlobalReset, StarLink, NeuroLink ve TransHumanizm'in bizi nereye sürükleyebileceği konusunda global planların farkına varılarak bunların parçası olmamamız gerektiğini, bir eşgüdüm sözkonusu olacaksa kendi olgusu içerisinde nesne değil özne olarak var olunması/mücadele edilmesi gerektiğinin üzerinde bir kez daha bir kez daha tefekkür edelim!
Lanzarotte, LGBTQI+ ve Toplumsal cinsiyetin tahammül edilemezliğini siz zaten biliyorsunuz! Deprem bölgesinde aileleri bulunamayan, belirlenemeyen çocuklarımızı himaye ettiğimiz gibi, aileleri belli çocuklarımızın bu lobilerin kıskacında, şehvet ve popüler kültürün ayartıcılığının pençesinde nasıl da cinsel, zihinsel ve itikaden, 8'lik bir depremden daha da büyük bir sarsıntıya maruz kaldıklarını ve bunun için fonlanan kurumların memlekette nasıl cirit attıklarını, ''pozitif ayrımcılık'' tuzaklarıyla anne ve kadınımızın yarın ''Fatihler doğuracak yaşta olsalarda'' kendine zül görmeye başladığı sorumluluklarını ellerinin tersiyle itmesine, ''yuvayı dişi kuş yapar'' deyiminin ''yuvayı dişi kuş yıkara'' evrilme tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzu, ''oğlan dayıya, kız halaya çeker'' atasözünde anlamını bulan DNA/Kök/Soy/karakteristik ahlaki hassas fay hatları zincirimizin nasılda dış etkenlerle kırılmayatevessül edildiğini de görelim!
Gezi günlerinde; ''Biz Kasımpaşalıyız! Gezi Parkı ne anlama gelir, biliriz!'' dediğinizde sarfettiğiniz cümleye yüklenen ''gönderme'', ehline malumdur. Ancak o gezi parkı şimdi, sanal gezintinin yapıldığı her yer oldu! O işaret ettiklerinizin mecrası değişti ama mevzuları/amaçları değişmedi! Şimdi hiç olmadıkları kadar geziyorlar ''parklarda!'' Onlara her yer gezi oldu!
''Recep'le Şaban'ın aşkına Ramazan karışmasın!'' pankarlarını açıyorlardı ve yüksek sesle sloganlar atıyorlardı ya; şimdi hangi ''Ramazan'' onlara karşı birşey söylese ''homofobik'' ithamla saldırıya uğruyor, itibar suikastine maruz kalıyor! Herhangi bir ilahiyatçı ''Lut kavminin'' helak sebeplerini bile konuşmaya tereddüt ediyor! Haddini aşarak zıddına dönüşenler, kendilerine ve topluma zulmedip fahşada (aşırılıkta) o kadar ileri gittiler ki renkleriyle, sembolleriyle medeniyetimize alenen meydan okuyorlar! Adına toplumsal cinsiyet dedikleri süslü paket, toplumsal cinnete evrilirken nesillerimizi cennet ve cinnet arasında, temeli çürük binaların fikir odalarına hapsediyorlar. Onlara meydan okuyarak ''fahişe ve türevlerini'' faş edip oyunlarını bozmaya çalışanlara ise sahip çıkmadığımız gibi, üstüne bir de kendilerine dava açıyoruz! Bu şer merkezine karşı cesurca fikri/fıkhi mücadeleye namzet vatan evlatlarıda vakıaya bakıp bir köşeye istemeye istemeye siniveriyorlar ve sesleri çok cılız kalıyor.
Depremzedeleri önce çadırlara sonra kontenyırlara, prefabriklere ve akabinde inşa edilecek yeni evlerine taşıyacağız ya, peki ruhları/zihinleri/dimağları daha büyük bir yıkıma uğrayan, ahlaksızlık enkazında ''sesimi duyan yok mu?'' diye feryat eden bu memleketin kız/erkek çocuklarını, LGBTQI+'nın yıkımına maruz kalanları, hangi güvenli çadıra ne zaman alacağız?
mRNA, İklim, Karbon, ayak izi, Dijital dönüşüm/Siber Faşizm ve Habat örgütünün ulusal güvenliğimize yönelik tehtidlerini, sosyolojik-ekonomik yıkımlara yol açabilecek risklerini bu işin farklı düşünen muhataplarıyla, düşünürleriyle, takipçileriyle, bağımsız fikir, bilim ve düşünce adamlarından da dinleyin, görün, hissedin ve varsa; olası tehtidleri, üstü örtülü kirli planlara karşı depremle mücadele ettiğimizden daha büyük bir fedakarlıkla mücadele edelim.
Özellikle ''küresel politikalar'' konusunda ellerinde kanlı gömleklerle gelip, huzurunuzda ağlaşıp duran, rol kesip, felaket senaryoları çizip, ''zorunluluk/konjonktür/dengeler'' tuzaklarını kulağınıza fısıldayanlar olabilir! Lütfen dikkat edin! Her söyledikleri doğru olmayabilir!
Unutmayın! Yakub aleyhisselamı, yalanlarına inandırmak isteyenler; kanından ve canından olan 10 öz evladı idi!
Onların babaları Yakub as peygamber, büyükbabaları İshak as peygamber, büyük ataları İbrahim as peygamberken şeytana uydular!
Yemin-Billah'la, ah-u vah ediyorlar, ağlıyorlar ve kurtun ne kadar cani, güçlü ve acımasız olduğunu anlatıyorlardı.
Bazıları, kuzu postunda kurt olup dişlerini ve pençelerini sizin ve milletimizin ak gömleğine geçirmek isteyebilirler.
Sadece söylenenlere kulak vermeyin, kanlı gömleğe de bakın!
Belki de ne diş ve ne de pençe izi olmadığını göreceksiniz! Bilemem...
Olası İstanbul Depremi için alınması gereken tedbirler konuşuluyor, tartışılıyor ve yatırımlar yapılıyorken, yukarıda ana hatlarıyla ifade etmeye çalıştığım olası bir ''manevi'' deprem içinde alınması gereken tedbirleri cüretkar bir tavırla makamınıza arzeettiğimin farkındayım. Biliniz ki; hakkımız size zaten helaldir ama maddi yıkım karşısındaki teyakkuz, manevi yıkım tehtidi içinde hayata tam manasıyla geçtiğinde işte o zaman hakkımız size bilâ kayd-u şart merhum annenizin ak sütü gibi helaldir!
(...)

Hangi süreçlerden geçerek bir varlık mücadelesi yaptığımızın ve sizlerin nasıl bir fedakarlıkla cehd ettiğinizin farkındayız! Sizi sevenler muvaffakiyetiniz için daim dua etmekteler. Burçlarında al sancağın dalgalandığı hisarımızı tarumar ettiler ve sizler adeta o hisarın tekrar inşasında canla başla çalışan taş ustalarısınız! Sağlam zeminde, temelimizi kavi, binamızı güçlü ve her türlü maddi/manevi depremlere karşı dayanıklı Türkiye'yi inşa etmekle sorumlusunuz!
Millet ve Devlet olarak bir cendereden geçiyoruz ve bunu biliyoruz.
Ayakta kalabilmek için paktlar, konseptler, Himayeler de mühim anlıyoruz.
Ne Atlantik Ne Avrasya Ne Nato Ne AB Ne Varşova Ne Okyanus Ötesi Ne de Ural'lar...
Biliyoruz ve biliyorsunuz ki tek konsept, tek pakt ve yegane himaye, mutlak güç ve kuvvet sahibi Allah'u Azimuşşan'dır!
Enkaz başında tekbir çekenler gibi biz de tam da bu bulunduğumuz teolojik/jeopolitik/jeostratejik risklere gebe ''plaka'' üzerinde HASBUNALLAH diyoruz!
Yakub as gibi sabra bilenerek! HAKK'ın safında/emrinde olarak bu zorlu bekleyişte, gerekirse (Yusufumuz) için yıllarca gözyaşı dökmeyi dahi göze alıp Türkiye yüzyılına, ihanetlerle atıldığı kuyudan çıkmaya hazırlanan Yusuf'umuza ip salıyor ve omuz veriyoruz! Ağır bedeller ödenerek edindiğimiz kazanımlarımızı bedeli 3 para etmeyen menfaatler karşısında köle pazarında satanlara karşı dikkatli olalım! Bir kez daha deklare ederek diyoruz ki; er yada geç, bir gün mutlaka Davamız (Yusuf), Mısır'a (aleme) sultan olacak! O yolda gömleğimize kan bulaştırılıp, ardımızdan çekilip yırtılsa da!
Yakub as gibi metanetle, umudumuzu yitirmeden ve inanarak ;
''Fesabrun cemîl(un) ‘asa(A)llâh... / Artık bana düşen, güzelce sabretmektir.'' (Yusuf S 83) diyoruz...

''neyse ki yarın var... umutların en sevdiği gün!''

NOT: Yusuf Kıssasında masum kurta ayrıca hüzünlerim. Hiç bir suçu yokken cinayetle suçlanmış ve iftiraya uğramıştır! Hem de peygamber çocukları tarafından. İntikam için pençe atsa, diş geçirse karşısında Peygamber çocukları var! Onlar olmasa Yakub aleyhisselamın yüce hatırı var. O'nun hatırına kendini dağlara vurup ''Ahhh'' çeke çeke ''Auuu'' diye diye, halen kahrından inler ve ulur durur...

Bülent Deniz
Habervakti.com Genel Koord.
www.bulentdeniz.com