10 oğlunun hepsi birden, feryat figan içinde yerden avuçladıkları tozu-toprağı başlarından dökerek ağlaşıyor, dizlerini dövüyorlardı. Hepsi ağız birliği yapmıştı! O ise; gözlerinde nem, elindeki kanlı gömleğe bakıyor diğer yandan kendine söylenenlere gayri ihtiyari kulak veriyordu.
- ‘’Dedemiz İshak ve atamız İbrahim’in Rabb’ine and olsun ki nasıl oldu anlayamadık! Keşke ölseydikte yanınıza gelmeseydik! Oyun oynayıp eğleniyorduk, kardeşimiz yorulup zayıf düşmesin diye eşyaların başında bırakmıştık, olduğu yerden uzaklaştığımızı oyuna daldığımız için farkedemedik! O'nu bıraktığımız yere döndüğümüzde ise Yusuf yoktu! Aradık, koşturduk, her yere baktık, bekledik ama eşyaların yanında sadece O'na ait kanlı gömleğini bulduk! Kurdun onu parçaladığını düşündük! Hiçbir şey yapamadık!’’
10 evladı hepsi birden, keder ve kahır içinde anlatıyordu.
Ancak ortada büyük bir çelişki vardı!
İbrahim aleyhisselamın oğlu İshak aleyhisselamın oğlu Yakub, nam-ı diğer İsrail, kulaklarının duyduğuna mı yoksa gözlerinin gördüğüne mi inanacaktı? Dudaklarından hüzünlü bir ses tonuyla şu sözler döküldü:
- ‘’Ne merhametli bir kurt imiş! Ne bir pençe nede bir diş izi yok Yusufumun kanlı gömleğinde!’’
(…)
Siyaset ve toplum bilimcilerin birçoğu Erdoğan’ın liderlik vasıfları üzerine bir yada birkaç makale illa ki kaleme almış fikirlerini neşretmiştir. Hakeza bu konuda hatırı sayılacak kadar kitapta yazıldı.
Hiç kuşkusuz Erdoğan'ın en önemli özelliklerinden biride halkla kurduğu kendine has iletişim şeklidir. Erdoğan, yeri geldi makam aracını durdurup halkın içine karıştı, bir simitçiye, bir taksi durağına uğradı. Ramazan’da garip gurebanın iftar sofrasına oturdu, kahvehaneye girdi, halı sahada gençlerle maç yaptı. Ve tabi dahası! Bu ve benzeri bir çok iletişim teknikleri geliştiren ve uygulayan Erdoğan bunu da temelde oy için değil, Allah rızası için yaptı! Çünkü oy için yapsa illâ bir açık verir, üzerinde sırıtır, yapıyorsa ''rolü'' illâ ayân olurdu.
O hep vatandaşla birebir muhatap oldu. ‘’Adam adama markaj’’ taktiğini siyaset sahasında hayata geçirmiş bir eski futbolcu olarak, yol arkadaşlarınada bu yönde talimat vermişti. Her dava kardeşi, seçmenle birebir görüşecek, ona dokunacak, dinleyecek ve değerli olduğunu seçmene hissettirecekti.
‘’Adam adama markaj’’ yöntemi O'na İstanbul’un kapılarını açtı ve Erdoğan’ın siyasi hayatı boyunca vazgeçilmezi oldu. Ve tabiki bu kabiliyetini zamanla daha fazla geliştirerek 5 duyu organıyla seçmenle/vatandaşla, bağ/ilişki/iletişimini güçlendirdi.
Tâki Cumhurbaşkanı olduğu güne kadar(!!!)

Erdoğan nereye gitse, hangi yaş grubundan, toplum katmanından, meslek grubundan, dünya görüşünden insanımıza temas etse 5 duyu organını aktif bir şekilde kullanıyor, gönüllere değiyor, muhabbet ve uhuvvet hasıl oluyor, şahsiyetinde var olan kabiliyet ve kişisel enerjisiyle uğradığı her mevzi ve mekanda mutlaka ardında bir iz bırakıyordu.
Tokalaşıp kucaklaşarak, el öpüp sırt sıvazlayıp, baş okşayarak, şefkatle dokunarak kurduğu tensel temas, Efendimizin sünneti gereği konuştuğu insanlara tam dönüp karşısındakinin gözlerine bakarak, hallerine şahit olarak kurduğu görsel temas, muhatabı ne anlatırsa anlatsın Kur’an-i tabirle ‘’sahib’ul ûzun- kulak sahibi/kulak veren’’ olmak için vatandaşın derdini, talebini sabırla dinlemesiyle kurduğu işitsel temas, gönül alıcı, halden anlayıcı, muhabbetli, yer yer tatlı sert ve merhametten doğan bir öfke, bazen esprili ve tatlı dille konuşup ağzından çıkana dikkat ederek kurduğu sözlü temas, oturduğu sofraların çorbasından, sobada yanan kömüründen, kucaklaştığı insanların teninden ve terinden, içtiği çayların buharından, yürüdüğü sokaklardan, oturduğu mekanlardan aldığı, üstüne sinen kokusal temasla; kollektif, kopmaz bir bağ oluşturabiliyordu. 
Ve tüm bunlar biraraya geldiğinde bir yönetici olarak hizmetinde bulunduğu toplumun sosyo/ekonomik/kültürel/inançsal/ruhsal ihtiyaçları konusunda güçlü bir yetiye sahip olabiliyor ve sokaktaki adamın ne istediğini neye ihtiyacı olduğunu, şikayet ve taleplerini birinci ağızdan öğrenerek söylem/eylem/politika/siyaset oluştururken isabetli kararlar alıyordu.

Bu 5 duyu organının sahada aktif kullanılmasıyla oluşan ünsiyet/muhabbetle, propriyosepsiyon ‘’öz duyum’’ kabiliyeti güçleniyor ve kavrama/analiz/sonuç odaklı meselelerde başarı oranı doğal olarak pik yapıyordu.
Literatürümüze 6. Duyu organı ya da ‘’kalp gözü’’ ifadesiyle geçen hâssa/melekeler daha etkili çalışıyor ve belki de ‘’hissi kabl’el vuk’u-bir şeyi olmadan önce hissedebilmek’’ kabiliyetini de olumlu yönde tetikleyebiliyordu. Çünkü fiziksel anlamda 5 duyu, maksadı içinde doğru kullandığında fiziksel etki mental olarak olumlanıyor, 6. Duyu (epifiz-6. Göz-öz duyum) etkisiyle alnı secde gören ve helal-haram çizgisi olan bir kulda muvaffakiyet oranı daha da güçleniyordu…
(...)
Ama gelin görünki böyle özellikleri olan birisi, Cumhurbaşkanı olduktan sonra kendisinin 40 yıllık dostlarından tutun, sokaktaki O’nu seven sıradan birine, evinde oturan hacı neneye, cami lokalinde hacı babaya, teşkilatta ya da gençlik oluşumlarında görevli herhangi birine kadar neredeyse herkesin dilinde bugün en çok şikayet ettikleri şey Reis'e ulaşamamak oluyordu!
Çok enteresan değil mi?
Herkese değen bir liderden kendisine ulaşılamayan bir lidere dönüşmek!
Reis beyin muhibbanı, toplumsal tepkilere sebep olan bir çok politik/siyasi hamle ve kararda Başkan Erdoğan’a mevcut durumla alakalı olumsuzlukları, şikayet ve isteklerinin ulaşmadığını ve hatta ulaştırılmadığını düşünüyor ve kısaca: ‘’Reis’e canımız feda ama çevresi kuşatılmış. Bu hareketin kurucu iradesi ve ruhuna aykırı şekilde alınan bazı kararlar, sürdürülen politikalar, yapılan bazı görevlendirmeler vs hakkında reise ulaşamıyoruz, ilettiğimiz şikayetler ise ulaştırılmıyor. Çevresinde bir blokaj var! Bu blokajı kıramıyor ve kendisine sıkıntıları ulaştıramıyoruz!’’ diyorlar.
Peki, muhibban bu serzenişinde haklı mı?
Evet bugün artık Erdoğan'a dün olduğu gibi kolay ulaşılamıyor! Sadece bu şikayetleri yapanlar mı? Reis beyde, o da eskisi gibi muhibbanına/tabana/halkına ulaşamıyor!
Beştepe'ye çıktıktan sonra görev tanımı, yoğunluğu, vazifesi, sorumlulukları, yurt dışı temasları kat be kat arttı! Bir de buna iki yıl süren COV-19 sürecini de ekleyin! Birçok sebepten dolayı eskisi gibi halkın içine istesede karışamıyor.
Ama Dikkat lütfen!
Eskisi gibi!
Ve istesede!

Bugün de imkan buldukça bunu yapıyor ama o günlere kıyasla çok daha az.
Bu eksikliğin O'da farkında ve o nedenle muhtarları, şehid ailelerini, fikir adamlarını, eski milli görüş yol arkadaşlarını, toplum katmanlarından bir çok kesimi Beştepe'de ağırlıyor ama bu ağırlamalar 5 duyu organının tamamıyla olmuyor!
Dünkü gibi etkili bir iletişimle gerçekleşmiyor bu buluşmalar!
Hal böyle olunca da reis bey daha çok işitsel kabiliyetle yakın çevresine kulak vererek yaşananları analiz etmeye ve anlamaya çalışıyor. Karşımızdaki sonuçta bir damla sudan yaratılmış, kabiliyet ve zaaflarıyla bizler gibi bir insan, vahiy alan bir Nebi değil!
Herhangi bir konuda güven duyduğu, görevlendirdiği yakın çevresi ve danışmanlarının söylediklerine yoğunlaşabiliyor ya da önüne gelen raporlara bakıyor. O raporların tamamınıda oturup okumaya ayıracak vakti olmadığını da düşünürsek yine uzman ekiplerin okuyarak kısa raporlar halinde oluşturduğu bilgiler kendisine aktarılıyor.
Yani reis bey doğal olarak düne göre bugün daha çok, kulağına söylenenlerle hareket ediyor!
Artık daha çok başkaları Reis bey adına görüyor, dokunuyor, duyuyor, konuşuyor, kokluyor, raporluyor ve anlatıyor!
Reis beyde kulak veriyor!
Du!
Ta ki deprem gününe kadar...
(...)

Yazının DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ...