Kararı kesindi!
Evden kaçacaktı.
Planınını uygulamaya çoktan başlamış, oturdukları şehrin dışında ki sayfiye olarak kullandıkları eve ‘’kafamı dinlemek istiyorum, yalnızlık bana iyi geliyor’’ diyerek gidip gelmeye başlamış ve evdekilerin güvenini kazanmıştı.
Ailesi (özellikle babası ve erkek kardeşleri) herhangi bir şeyden şüphelenmiyordu ve ‘’gidiyorum’’ dediğinde kimse ‘’nereye’’ diye sormuyordu artık.
Yaşadığı hayat anlamını yitirmişti onun için.
Güç ve para odaklı bohem bir çevre, sahte yüzler, sahte gülüşler, toplumun vurdumduymazlığı, sosyo-ekonomik uçurumun büyüklüğü, dünyevileşmenin ayartıcılığı içerisinde nefes alamıyordu.
Babası, hakim otoritenin etkin isimlerindendi.
Ailesi imkan okyanusunda adacıklar kurmuş, emek ve alınteri hırsızlığında zirvede kalmak için her yolu meşru görüyor, mevcut kokuşmuş düzenin devamı için ön saflarda koşturuyorlardı.
Ailesi; hayli zamandır sırtını döndüğü bu düzenin güçlü paydaşlarındandı. Güç ve söz sahiplerindendi. Hem idarede ve hem iradede etkinlerdi.
Yakın çevreleriyle birlikte ezilen sınıfın omuzlarına basa basa yükselmişlerdi.
İltimas, torpil, rüşvet, yeri geldiğinde tehtid, itibarsızlaştırma ne ararsanız vardı.
Sorsanız ahlak, erdem, emek, hak ve hukuk kasmakta da üzerlerine yoktu.
Kılıç ve kırbaç, korku imparatorluklarının simgesiydi. Algı yönetimiyle manipülasyon yapmakta ise, şairane retorik uzmanlarından müteşekkil trollerinin koruma kalkanı içindeydiler. İnançları ise hem teori ve hem de pratikte helvadan puttu onlar için. Ne deve idiler ne de kuş! Ama devekuşu gibi kuma kafalarını sokmada, işlerine geldiğinde 3 maymunu oynamada üzerlerine yoktu.
Fakir fukaradan, garip gurebadan, ezilen, köleleştirilen yığınların sırtlarından kazandıkları haramlardan arınmanın yolunu da bulmuşlar, buldukları her fırsatta Kabe'ye koşar olmuşlardı.
Fıtrata aykırı, yerleşik ve kabul görmüş gelenekler ve bu geleneklerin bağlı olduğu inanca ait hiçbir şeye aidiyeti kalmamıştı Gülsüm'ün. Bir çok kez kendisini sorgulamış ve (özellikle) babasıyla tartışmalar yaşamıştı. ''Bu putları ellerinizle siz yaptınız ve put kıran İbrahim Nebi'nin yolundayız iddiasındasınız. Peki ne olduda bugün makama, mala, paraya, konfora, şehvete düşkün seçkinler topluluğuna dönüştünüz? Düzeninizin devamı için her yolu meşru görüyor, fakirleri eziyor, insana değer vermiyor, onları sömürüyor ve aciz kölelere dönüştürüyorsunuz? Çıkarlarınız sözkonusu olduğunda size ve düzeninize LÂ diyenlere karşı düşman dediklerinizle birlikte gizli ittifaklara imza atmaktan geri durmuyorsunuz?'' sözleriyle güçlü bir muhalefet yapıyordu.
Ailesi ona tepki gösterirken başlarına bu belayı açanın kim olduğunu çok iyi biliyorlar ve diş bilemeye devam ediyorlardı.
Ah O yokmuydu O!
''Fitne'' başı O'ydu!
Aileleri parçalayan, yuvaları dağıtan O!
Babayı oğulla, oğulu babayla karşı karşıya getiren O!
En sonunda kızları Gülsüm'ün de aklını çelmişti işte.
Bu kıza ne olmuştu?
İmkan havuzunda yüzdürüyorlar, reşitlerinin kendisini kıskanacağı bir hayat sürdürüyorlardı oysa.
Ailesinin anlamadığı şey tam da buydu! Gülsüm, işte tüm bunlara ve daha fazlasını red ediyor ve kendisi gibi düşünen bir avuç insanla LÂ diyordu. Ruhunda esen rüzgarlar, çölün dayanılmaz sıcaklığı gibi yakıcı ve kavurucu hale gelmişti.
Seçkin ailelerin toplumu sömürmesi, zayıfın ezilmesi, sosyal adaletin olmayışı ve topluca tapınma ayinlerine dönen yaşam kalıpları dört bir yanı putlarla doldurmuş, adeta sağına dönse Hubel, sola dönse Menat, ardında Lat, önünde Uzza'ya çarpar hale gelmişti! İbrahim putları kırmamış mıydı? Gülsüm ve onun gibilerinin kalbini put sanıpta kıranlar kimlerdi?
Sokaklarında yürüyemiyordu bu şehrin!
Nefes dahi alamıyordu!
Herşey ve herkes üzerine üzerine geliyordu.
Bu uğurda herşeyi yapmaya hazırdı. Velev ki kendini çöllere vurması gerekse de bu akrep kıskacından kurtulmalıydı artık!
Kararı kesindi evden kaçacaktı!
Ardından herkes; ''Gülsüm evden kaçmış'' diyecekti!
Onların bilmedikleri şey aslında Gülsüm'ün evden kaçtığı değil, evine kaçtığıydı...
(...)

Bugün, Gülsüm gibi gençler artık; bir kişiyi ‘’dindar’’ olarak nitelendirirken söylemlerine bakmayı terk ettiler! Hele dış görünüşü umursamıyorlar bile. Muhatabını zihninde ‘’dindar, hoca ya da alim’’ olarak kodlarken; ‘’ahlaklı’' olup olmadığına, söylem ve eylem oran/orantısının ne kadar güçlü olduğuna, para, kadın, makam ve hakim otorite konusunda durduğu yere, Allah’ın hükümleriyle hakim otorite arasında kaldıklarında aldıkları konuma, kibrinin olup olmadığına, doğallığına ve samimiyetine odaklanıyorlar.

Gülsüm gibi gençler artık; ‘’İdeolojik İslam’’ kriterlerini, samimi Müslüman olmak kriterlerine göre kıyaslıyor, muhataplarının yaşam tarzına ve standartlarına bakıyorlar. Anlattıkları dine kulak veriyorlar ama asıl onların yaşadıkları dine bakıyorlar. Ve en küçük çelişki karşısında LÂ diyor ve kenara çekiliyorlar.

Gülsüm gibi gençler artık; Vahiy ve Sünnet eksenli, İslam’i olanın fıtrat merkezli, fıtrat merkezli olanın İslami olduğunun farkında olarak, adına hoca-şeyh-hatip ne derseniz deyin muhataplarının tavrında ki özgül ağırlığı, muhabbet/samimiyet terazisinde tartıyorlar. İlim erbabı diye ortaya çıkanların kendi ihtilaflarını, fikirsel/felsefi tartışmalarını TC mahkemelerinde çözüyor olmalarındaki çaresizliklerine bakıp, belli belirsiz bir kahırla iç çekip, kendi istikametlerine odaklanıyorlar.

Gülsüm gibi gençler artık; İslami söylem olarak en çok kullanılan argümanlardan (haram-günah vb) sözlere karşı gına getirmiş durumdalar. Hele kendi ''İslami'' yaşam tarzını, dinin kendisiymiş gibi insanların gözüne gözüne sokanlar ve modelleyenler yok mu onlara irite oluyorlar!
Şekil ve dış görünüş neredeyse tamamen önemini yitirdi onlar için. Müslüman Türkiye’nin inanç profilinde ivme de bu yönde. Sokaklar; uzun saçlı, yer yer dövmeli, streetboys tarzı giyinen gençlerin hayret veren İslami söylemleri, namaz kılan başı açık hanımefendilerin camilerde her geçen gün artan sayısıyla şaşkın.

Bu kesim, özellikle sufist ekoller içerisinde öne çıkan bazı isimlerin eleştirdiği kim varsa onları sosyal medyadan takipe alıyor, paylaşım ve sohbetlerinide izleyerek gelenekçi aklın ötesine geçmek adına, kökü mazide olan âti ye daha çok odaklanıyorlar. Herkesi dinliyor, sözün güzeline uymaya gayret ediyorlar.

Gülsüm gibi gençler artık; kızı-erkeğiyle İslami düşünce fikrini, fıkhını, felsefesini ve aksiyonunu yeniden yazıyorlar.
Hem de bu düşüncenin fıkhını-fikrini-ruhunu ve felsefesini öğrenebilecekleri çok adam kalmamasına rağmen. Tek odak alanları var! Vahiy, sünnet ve bu yolda bedel ödeyenlerin kutlu mirasları! Kendilerini Ur'da yaşayan İbrahim (as), Kureyş'te ki Muhammed Mustafa (sav) ile özdeşleştirip HANİF Müslüman olma/yaşama dengesine endeksliyorlar.
Bir nasipsizlikleri var o da iktidar olmuş bir hareketin içine doğmuş olmaları! Siyasi argüman, fikri ve felsefi derinlik konusunda ağabey yada ablalarının çektikleri çileleri deneyimlemediler. Onların dinledikleri çilekeş harbi ve hasbi dava adamlarını göremediler. Ve hareketin fıkhınıda fikrinide maalesef hiçbir derinliği olmayan sığ, trollükle itham edilen isimlerden öğrenmeye zorlanıyorlar. Olsun! Bunu da aşacaklar. Çünkü kim samimi, kim değil bu yolda keskin zekalarıyla görebiliyorlar.
Müşteri potansiyelleri azalan bir takım zevat ise (samimi olanlar istisna) ‘’Eyvah! Gençler DEİST oluyor’’ diye feryat ediyor, gölgesine sığındıkları nimetlerinden nasiplendikleri iktidarı da bu vesileyle eleştiriyor, uyarıyor görüntüsü vererek bu gelen nesle bir yandan göz kırpıyorlar.
Halbu ki gençler deist falan olmuyor, toplumun bir reflekse dönmüş ve adeta farkında dahi olmadığı tevhide muhalif inanç ve yaşam biçimine sırt dönüyorlar.
Bu gençler asli Tevhide dönüyorlar.
Muvahhid olmanın ilk şartının LÂ demek ve LÂ'yı yaşamak olduğunu biliyorlar.
ve bu şehir onlara dar geliyor...
Gülsüm gibi İslam'a kaçıyorlar..
Dinden değil, sizden kaçıyorlar...
(...)

Tam adı
Ümmü Gülsüm Binti Ukbe (r.anha)
Babası Ukbe Bin Ebu Muayt, azılı kâfirlerden.
Peygamber efendimizi öldürmek istemiş, boğmaya dahi teşebbüs etmişti.
Annesi Erva hatun, İslam’ın ilk yıllarında Müslüman olmakla şereflenmişti.
Ümmü Gülsüm Binti Ukbe, Peygamber Efendimiz Medine’ye hicret edince, yedi yıl boyunca hasretiyle yanmış o zorlu yedi sene boyunca Mekke'de tek başına tevhid mücadelesi vermişti. Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi plan yapmış, Mekke dışında ki sayfiyelerine gidiyorum diyerek evden çıkarak, gerçek evine kaçmıştı.
Hudeybiye antlaşmasının imzasından sonra, zorlu bir yolculukla Medine'ye varmış ve antlaşma gereği ''Mekke'den hicret edenler geri iade edilir'' maddesine takılmıştı. Allah cc, kendisi hakkında “imtihan edilen kadın” manasına gelen Mümtehine suresinin onuncu ayetini;
“Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar...'' indirmişti.
Gülsüm annemiz yalandan gerçeğe, sahteden asıla, batıldan hakk'a, şirkten tevhide, iman eden bir muttakinin; evinden, evine kaçışının sembolü olmuştu. Yalnız, silahsız ve korkusuzdu!
Evine kaçan kız olarak tarihe geçti.
Efendimizin gökteki yıldızlarından biri olarak Ümmü Gülsüm annemiz, kıyamete kadar; yerleşik kabul görmüş geleneksel anlayış, yaşam ve inanç biçimine LÂ diyenlerin (koskoca bir şehirde yalnızda kalsa) karanlık gecelerde yolunu aydınlatan parlak bir yıldızı oldu.
Ne mutlu Allah'a, Resulüne, fıtrata, hanif müslümanlığa kaçanlara...
(...)
''Bir yabancı gibiyim, yaşadığım bu şehirde
Eski yollar çıkmaz sokak, geçit yok hiçbir yerde
Oysa gülüm ne izler bırakmıştım
Toprağına, taşına bu şehrin
Kovulmuş yığınların nabzından
Zulümlere direnmek
Yaşamak, tek boyutlu resim gibi
Sokaklar esir kampı, yığınlarda ihanet
Ben cihad ehliyim gülüm
Öldürür beni bu şehir
Korunmak, pamuktan elbiselerle ateşe dalmak gibi
Tutsana uzanan ellerimden, öğütmesin beni bu şehir...''

Hasan Sağındık/Zindan Şehirler

''neyse ki yarın var... umutların en sevdiği gün!''

Bülent Deniz
Habervakti.com Genel Koord.
www.bulentdeniz.com