Yaşlı anası ile birlikte, ‘’Lebbeyk Allahumme Lebbeyk’’ nidalarıyla düştükleri Kabe yolunda nihayet Mekke’ye varmak üzereydiler.
8 Zilhicce Terviye Günü idi!
Ertesi gün Arafat'ta vakfeye duracaklar ve hacı olacaklardı.
Mekke yönünden havaya yükselmiş toz bulutunu görünce şaşırdı! Bir kafile sırtını Mekke’ye vermiş, kendilerine doğru geliyordu.
‘’Allah Allah! Mü’minler hacı olmak için Kabe’ye koşarken bunlarda kim?’’ diye geçirdi içinden.
Ortalık hayli karışıktı!
Ben-i Ümeyye'nin devlete kök salan derin kolları bir kez daha devreye girmiş, tahta çıkartılan Yezid’e biat topluyorlardı.
İbn-i Zubeyr (ra), Medine’den Mekke’ye adeta kaçarak gelmiş canını zor kurtarmıştı.
İmam Hüseyin’de yakın bir vakitte Mekke'ye ulaşmış ve gelen haberlere göre hayatı tehlikedeydi!
Irak ahalisinin ve bilhassa Küfe halkının İmam Ali (ra) ve İmam Hasan’dan (ra) sonra İmam Hüseyin’e de davet mektubu gönderdiklerini ve Huseyin’in (ra) bunun üzerine amcaoğlu Müslim’i, Küfe’ye yolladığını bilmeyen yoktu.
Son gelen haberler ise daha da kötüydü! Müslim bin Akil’in pusuya düşürülerek katledildiği söyleniyordu.
Bu toz bulutu olsa olsa küçük bir askeri birlik olurdu.
Hac günlerinde de olacak iş miydi?
Fitne büyüyordu!
Yüreğini tarifi imkansız bir hüzün sardı!
Bir Sıffin ve bir Cemel daha mı geliyordu?
(…)
- ‘’Söyle bakalım ey Ferazdak! Irak ahalisinin hali nasıldır?’’
Sadece Arabın değil, belkide dünyanın gelmiş geçmiş en ünlü şairlerden olan Ferazdak, o toz bulutuyla gelen kafilenin İmam Hüseyin’in liderliğinde Ehl-i Beyt mensuplarından oluştuğunu görmüş olmanın verdiği şaşkınlığı halen üzerinden atamamış bir haldeydi.
Ümmetin yarın Arafat’ta vakfeye durmak için can attığı demde Muhammed Mustafa’nın (sav) ciğerparesi Umresini yapmış, ihramını çıkartmış, sırtını Arafat’a dönmüş, Küfe yolundaydı. Bir gün daha bekleyip haccetseydi ya?
Ferazdak, İmam'ın sorusuna tarihe geçen şu sözle;
- "Halkın kalbi sizinle ama kılıçları Yezid (Ben-i Ümeyye) iledir. Allah'ın takdiri vuku bulacak ve istediği herşey gerçekleşecek!" diyerek cevap verdi
İmam devamla:
"Doğru söyledin ey Ferazdak! Her işin aslı Allah'ın elindedir. Her istediği şeyi yapar. Eğer Allah'ın takdiri bizim isteğimize uygun olursa, Allah’a nimetlerinden dolayı şükrederiz ve O yardım edendir. Eğer Allah'ın isteği bizim arzu ve amelimizin doğrultusunda olmazsa, hiç bir zaman amacı hakk ve takva olan birisi zarara uğramayacaktır." dedi.
Kelâm ve kalem ustası Ferazdak anlamıştı ki İmam; sırtını ne Kabe'ye, ne Arafat'a, ne Müzdelife'ye ve ne de Mina’ya dönmemişti!
Büyük İmam, dedeleri İbrahim (as) ve Muhammed (as) gibi bir duruş/vakfe halindeydi ve şeytanları taşlamaya gidiyordu!
Şehadet İhramı ise sadece İmam’ın değil, O'na yoldaşlık eden tüm Ehl-i Beyt'in üzerindeydi!
10 Muharrem günü geldiğinde Evlad-ı Resul'den tam 26 kişi, iki namaz vakti aralığındaki bir zaman diliminde şehadet şerbetini içecek bir avuç kahraman da şahidler ve şahidelerden olacaktı.
- ‘’Gitme’’ dedi!
- ‘’Gitme ey Resulun ciğer paresi...’’
(…)

144 dönümlük mukaddes bir alanın adı olan Mescid-i Aksa Haremi Şerifi içerisinde yer alan Kubbet’us Sahra (kaya-nın kubbesi), Emevi Sultanlarından Abdulmelik Bin Mervan tarafından Kerbela'dan 20 yıl sonra miladi 700’lerde inşa edilip, kubbesi altınla kaplandığı o günlerde müslümanlar; bir yandan Tarık Bin Ziyad komutasında Andalucia’da gemileri yakıp Endülüs’e çıkıyor,  diğer yanda ise din/akaid temelli, fikri-ideolojik-ekstrem akımların cenderesinde iz’an/vicdan/akıl/akaid  gemilerini yakanlarla mücadele ediyordu.

İş o noktaya varmıştı ki; ‘’kul, yaptıklarından sorumlu değildir! İşlenen günahlarda; (velev ki bu bir cinayette olsa) asıl fail kul değil, Allah’tır! (haşa) İnsan acizdir ve Allah, ezeli ilmiyle kader planında bunu yazmış, takdir etmiş, mürekkep kurumuş ve ümmü’l kitabın kapağı kapanmıştır!’’ diyerek şahsın, cüz-i iradesini yok sayarak işlenen tüm cürümlerin/cinayetlerin suç aletleri kanlı hançerlerini adeta (haşa) Allah’ın cc kapısının önüne bırakıyorlar ve bu da yetmiyor; ‘’kul, yaptıklarından dolayı tek sorumludur! Allah’ın dahli yoktur!’’ diyenlere kadar, aklın hiç dönmemek üzere firar ettiği tezler/fikirler/itikadi görüşler o günlerde havalarda uçuşuyordu.

Bu akımların mensupları, işledikleri ve işleyecekleri suçların-cinayetlerin sorumluluğunu Allah’a isnad ediyor, kendilerini ise o işi icra noktasında sorumsuz ilan ettikleri yetmiyormuş gibi aksine kendilerini o iş için seçilmiş birer Allah neferi gibi gösteriyorlardı.
Olayın en içler acısı tarafı ise bu ‘’itikatlarına’’  ‘’şer’i/hukuki’’ kılıf uyduruyor olmalarıydı.
Hz. Hüseyin’i (ra) ve O'nunla birlikte Muhammed Mustafa'nın 25 torununu, toplamda ise 72 yiğidi Kerbela’da şehid eden katiller sürüsü, kendilerine ‘’dinden’’ bir savunma hattı oluşturuyor ve  Şehid İmam’ı yer yer, yere göğe sığdıramadıkları cümlelerde zikretselerde özetle şöyle diyorlardı:
‘’Evet O, Peygamber torunuydu! Mübarekti! Ardında namaz kılmak için birbirimizle yarıştık! Ama Yezid, ZİLLUL’LAH-İ FİL ARD - İMAMU'L-MUSLİMİN VE HALİFET’U RABBİ'L'ALEMİNDİR (MÜSLÜMANLARIN İMAMI, ALEMLERİN RABB’İNİN YERYÜZÜNDE Kİ GÖLGE-Sİ, HALİFESİ-DİR.) Yezid, Allah’ın iradesinin mücessem bir zuhurudur! Eğer Allah dilemeseydi Hüseyin ölmezdi. Allah dileseydi Yezid mağlup olurdu. Biz, Allah’ın muradının tecelli etmesine sadece vesile olduk! O, böyle murad etti! Biz de bu muradın tecellisi için Allah tarafından seçildik!’’
Yani aslında kısaca şöyle diyorlardı: ‘’İmam'ın Kerbela'da katlinde bizim suçumuz yok! Bir sorumlu arıyorsanız o makam belli! Allah böyle diledi ve Hüseyin öldü! Takdir böyle tecelli etti! Ne diyelim KADER!’’
(…)
Yukarıda sadece iki emsalle kısaca örneklendirmeye çalıştığımız ve maalesef kimi yapıların bugün dahi itikadına yerleşmiş olan bu sakat/sorunlu anlayış, bugünün modern dünyasında, aklın, bilimin, teknolojinin pik yaptığı çağımızda ve tabiki din adına 1445 yıldır yazılmış ve söylenmiş tüm ilahiyat literatürünün fikri, imanı, akaidi, felsefi eserlerinde çözülmüş olmalıydı değil mi?
Teorik olarak evet!
Ama peki ya pratikte?
Kerbela katillerinin işledikleri cinayetleri ''Allah'a isnad ettikleri gibi'' bugünde gaflet, aymazlık ve beceriksizliklerini ve hatta hıyanetlerini ve cinayetlerini ''Kader'' diyerek örtbas etmeye çalışanlar yok mu?
Bu iki mantık taklası ve post truth (hakikati eğme/bükme) yöntemi, bugün de iştiyakla kullanılmaya devam ediyor mu etmiyor mu?
Kimilerinin; acziyetlerinin, beceriksizliklerinin, hatalarının, gafletlerinin ve hatta Kerbela’da katliam yapanlar gibi cinayet ve ihanetlerinin kulbu olarak ''Ne yapalım Kader'' savunması kullanılmaya devam ediyor mu etmiyor mu?
Nerede mi?
Nerede ararsanız?
Misal!
Akıllı telinizde açın Google Earth’ü,
parmağınızı koyduğunuz halkı Müslüman olanların yaşadığı herhangi bir ülkeye şöyle derinlemesine bakın.
Hakikati eğmede ve mantığa takla attırmada kimilerine göre;
''Beşşar Esad, büyük ''mücahid'' ve emperyal-sömürgeci güçlere karşı direnen bir ''halk kahramanı'' Suriye'de öldürülen, katledilen, tecavüze uğrayanların yaşadıkları tüm trajediler ''kader!''
Mursi vatanını satan işbirlikçi bir ''hain''
Sisi ise El Ezher şeyhlerinden aldığı fetvalarla ''devletin selameti için ''terörist'' İhvan mensuplarını idam eden bir halk ''kahramanı!''
Dahlan ve ekibi özgürlükçü, tam bağımsız Filistin için mücadele eden Kudüs ''muhafızları'',
Hamas ''katiller sürüsü!''
Prens Selman dünyayı Amerika ile birlikte yöneten bir ''dahi.''
Fetö bir ''barış, kardeşlik'' hareketi!
PKK/YPG ve türevleri ''özgürlük savaşçıları ve bu uğurda ölenleri şehid!''
Darbeciler ise demokrasinin kurtarıcıları, halkın iradesinin garantörleri, o süreçlerde yaşananlar cinayetler, idamlar ''kader!''
Haşdi Şabi, İmam Hüseyin'in izinden gidenler ve hatta İmam'ın yaşayan fedaileri... vs vs''

Bitti mi? Tabi ki Hayır!
Gates; insanlığı salgınlardan kurtaran, yatırımlarıyla öngörü sahibi bir deha ve gerçek bir bağışsever!
Musk; Starlink uyduları, neuralinklerle insanlığın teknolojik gelişiminde öncü!
DSÖ; bize canımızı bağışlayan en önemli kurum, öyle ki tam icabet şart!
Küresel şirketler; ürettikleri aşılarla sağlığımızın garantörleri!
Uluslararası sözleşmelerle uygulanan politikalar; aile ve toplumun olmazsa olmazları!
Fullbriht, CEDAW, Lanzarotte, İstanbul Sözleşmesi asla tartışılamaz!
Toplumsal cinsiyet; kutsalların kutsalı. Hele modern hukuk karşısında gelenek ve dinin söz hakkı bile olamaz!
Din ibaresi; vicdanlarda canım! Cüzdanlarda ki kafa kağıtlarında varsın olmasın ne lüzumu var!
Cinsiyet; o artık gender! Değişken ve akışkan!
Tüm dünyada aynı anda yaşanan ve halen kaynağı bulunamamış bir virüs yalanıyla kurgulanan korona salgını, küresel kapanmalar, ekonomik darboğaz, gıda ve enerjiye ulaşım tehtidleri, artan fakirlik, yükselen faizler, akut kanser vak'aları, beyne pıhtı atmaları ve kalp krizleriyle ölümlerin çoğalması, ulus devletlerin milli güvenlik ve egemenliklerinin gölgelenmesi ise; bunlar ''Kader!''
Fay hatları üzerine inşa ettiğimiz, kumundan, demirinden çaldığımız, tarım yada sulak arazilere yaptırılan ve bunlara göz yumulan, bir kısım vatandaşından, mütahitinden, bürokratından (ucu kime ulaşıyorsa) ihanetleri de içine katarak zalimlerin, aç gözlülerin, haram-helal bilmeyen, ne bilmeyen, hatta bunları bile bile yapan çıkarcıların elleriyle masumların da başına patlayan 6 Şubat'ta yaşanan büyük afet deprem sonucu, sayısını bilmediğimiz kadar kardeşimizin ölümü ise; ''Kader!''
14 Ekim 2022'de, Bartın'ın Amasra ilçesinde meydana gelen ve 42 işçinin hayatını kaybettiği maden kazasını araştırmak üzere kurulan Meclis Araştırma Komisyonunun 366 sayfalık raporuna göre; sorumluların gafletiyle meydana gelen kazanın en önemli nedeni olan tali havalandırmanın yetersiz olması ihmali; ''Kader!''
Başka?
(...)
Kubbet’us Sahra’yı inşa ettiren Emevi Sultanlarından Abdulmelik Bin Mervan, Hz. Hüseyin’in cinayetinden 20 yıl sonra miladi 700’lerde Hasan el Basri hz. lerine bir mektup yazarak ‘’Kader’’ konusunda yaşanan tartışmalar hakkında ne düşündüğünü sordu. Hasan el Basri’de bugün elimizde mevcut ve adı Kader Risalesi olan mektubunu kaleme alarak sultana bir cevap yazdı ve bu cevap o günden bugüne (akledenler) için muhteşem bir turnusol kağıdı vazifesi gördü.

Sömürgeci pedofil kabalist zalim emperyallerin işledikleri ve yarın işleyecekleri cinayetleri ‘’Allah’a isnad ettikleri’’ meydan okumaları bir yanda;
gafletimiz, yer yer çaresizliğimiz, içimizden kimilerinin ihanetleri, hesabilerin hasbileri Kerbela kumlarına gömmeleri ve bunu gördükleri halde bu haksızlıklara sessiz/tarafsız kalan diğer bazı hasbilerin, Kerbela sonrası ümmetin utancı olan HARRE Vak'asını unutması diğer yanda!
İçinde yaşadığımız bu günlerde; küresel dayatmalara, deccaliyetin bizi çepeçevre kuşatmasına ve tüm yaşananlara karşı geliştirilmesi gereken Hüseyni duruşu, ahlaki/İslami/vicdanı/itikadi tavrı bugün ya da yirmi yıl sonra çağın bir Hasan el Basri’si çıkarda yazar/konuşur mu bilemem!
Kesin ve net bir şekilde anlaşıldı ki; bir yeri Kerbelâ yapan, orada Zalimelerin/Yezidlerin olması değil, Hüseyin'lerin olmasıymış!
İçimizde ki Küfelilerin sayısının her geçen gün arttığı bugünlerde artık; ''Her yer Kerbelâ! Her Gün Aşura!'' sözü, sloganlara ayarlı dudaklarımızda sadece!
Bugün; Kültürde/Sosyolojide/Siyasette/Sanatta/Sağlıkta/Ekonomide/Teknolojide/Medyada/Kürsüde/...  Yezidler her yerdedir!
Peki ya Hüseyinler?
Onlar nerede?
Kusura bakma kardeşim!
Yezidlerin olduğu bir yerde Hüseyinler yoksa orası Kerbelâ Meydanı falan değildir!
Olsa olsa Kâr Nemâ meydanıdır!
Ne diyelim?
Bu da bir kader işte!
''Kader!''
...
''Düştü Hüseyn atından sahrâ-yı Kerbelâ’ya
Cibril var haber ver sultân-ı enbiyâya..''

Düştü koskoca bir ümmet sahrâ-yı Kâr Nemâ’ya
Aman Cibril halimiz deme Resul'ü Kibriya'ya..

''neyse ki yarın var... umutların en sevdiği gün!''

Bülent Deniz
Habervakti.com Genel Koord.
www.bulentdeniz.com