Devlet-i Âli Osman'ın zevale uğrayarak 9 Aralık 1917'de Kudüs’ü İngiliz işgal manda yönetimine terketmesinden 98, Siyonist İsrail rejiminin İslam coğrafyasının kalbine bir hançer gibi saplanarak 14 Mayıs 1948'de kurdurulmasından (Nekbe) tam 67 yıl sonra, Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Görmez, 15 Mayıs 2015 Cuma günü Mescid-i Aksa Haremi Şerifi'nde ki Kıble Camii'nde hutbe irad etmiş, Cuma Namazı'nı kıldırmış, namaz sonrası Kudüs'lü kardeşlerimizin sevgi gösterileri ve duaları arasında musahafalaşarak avluya doğru ağır ağır ilerlerken kalabalık içinden bağıra çağıra Arapça konuşan birinin sesi yükselmiş ve bir anda herkes buz kesmişti!
Bu da yetmez gibi anlık bir arbede oluşmuş, diken üstündeki güvenlik görevlileri hızlıca pozisyon almışlardı!
Mescid, Filistin'li görünümlü İsrail ajanı kaynarken tarihi ziyaret provakemi ediliyordu?
Durum çok ciddiydi!
Her an herşey olabilirdi!
ve
bende
o gün
oradaydım!
(...)

''Aksa Tufanı'' bir kasırga gibi esip Siyonist rejimin iliklerine kadar işlemeye başladığı günün akşamı İsrail büyükelçisinin Türkiye'nin ana akım medyasına ait bir televizyon ekranında ''mazlum olan taraf İsraildir'' propagandası yapmasına/yaptırılmasına çanak tutulması bana, İsrail eski Başbakanı Ehud Olmert'in “Türkiye’deki Yahudi lobisi İsrail’deki lobiden daha güçlüdür…” sözlerini hatırlattı.

Medya, siyaset, üniversite vs. ve ''sözde'' Filistin Davası'na hizmet ettiğini söyleyen bir takım vakıf ve dernekler dahil, kimler kimlerle beraber ve bu lobi ne kadar etkin, tahmin bile edemessiniz!
Bu örümcek ağına; önce ağır ağır monte edilen, sonra tüm yapıyı kontrol altına aldığı yönünde iddiaların olduğu derin oluşum Habad/Chabad'ı da dahil ettiğinizde o örümcek büyür büyür ve dev bir ahtapota dönüşür.
Öyle bir ahtapot ki; bir bakmışsınız tek bir yahudinin dahi yaşamadığı Afganistan'da, Afganistan Hahambaşılığını kurmuşlar ve bir bakmışsınız ki İslam Devletlerindeki Hahamlar Birliği (ARIS) (Alliance of Rabbis in Islamic States) organizasyonu altında birileri vesilesiyle devletin ta zirvesine kadar çıkmışlar!
Onlar, yaktıkları menoraların mum ışığında ellerindeki kadehleri tokuştururken biz, ''Kahrolsun İsrail'' sloganlarıyla konfor alanımızın rahatlığında Tih'lere düşen Ben-i İsrail gibi oradan oraya sürüklenirizde haberimiz dahi olmaz!
Olsa ne?
Ne yapabilmişiz ki?
106 yıldır süren işgalde; ''Araplar bizi sırtımızdan vurdu, Filistinliler toprak sattı! Kudüs, bir Arap sorunudur'' demekten ve bunları söyleyenleri alkışlamaktan başka?
Sadece 2008'den bu yana Filistin'de öldürülen insan sayısı resmi olarak 150BİN'in üzerinde ve bunların 33BİN'i çocukken!

Mütedeyyin, vicdanlı yahudilerin bile tepkisini çeken bu acı bilanço ve 106 yıldır süren işgalde yaşananlar, aklı firar edenler için tabi ki bir anlam taşımaz!
Taşımadığı için de ''HAMAS, bu saldırıyla yalnış yaptı, İsrail'in ekmeğine yağ sürdü'' yorumları başımızdan aşağı boca edilir.
Fransız, İtalyan, Yunan, Rus, Ermeni namusa el uzatınca, çoluk çocuk katledince çıt çıkartmayanların, Sütçü İmam'ın silahından çıkan tek bir mermiye tahammülü tabi ki olmayacaktır!
''Ölürsen sadece bir rakam, kendini savunursan terörist ve katilsindir'' bunların gözünde!
Başları kesile kesile horozu kalmayan vakitsiz köyün sakinleri; ''Şimdi vakti miydi canım'' diye diye öterler!
Olsun!
Varsın ötsünler!
Biz, yine de sakin olalım!
Dindar, mütedeyyin, vicdanlı yahudilerde dahil akl-ı selim sahibi herkese ayırım yapmadan seslenelim.
Çünkü erdemli her İbrani ve Musevi bilir ki, Yahudi toplumu sadece Müslümanların himayesinde güven ve huzur içerisinde yaşamışlardır.
İlahiyatçı-Hatip Şevki Yılmaz Hocamın her fırsatta dile getirdiği gibi; ''İslam'ın savaş ilkesi, Batı'nın barış ilkesinden dahi daha barışçıldır!'' çünkü!

Protestanlığın kurucularından Martin Luther “Yahudiler ve Yalanları Üzerine” isimli kitabını 1543’te kaleme aldığında: “Yahudi Sinagoglarını, okullarını ve evlerini ateşe verin. Yahudilerin Kitaplarını imha edin. Mallarına ve paralarına el koyun. Bu zehirli solucanları ezin. Onları Avrupa topraklarından kovun.” diye yazıyordu.
Kastilya ve Leon Kraliçesi I. Isabel ile Aragon Kralı II. Ferdinand'ın Endülüs'te Yahudilere yaptıklarını da bu vesile ile hatırlayalım.
Hz. Ömer Emannamesi ve Osmanlı dönemi fermanları; yahudilere sağladığımız güvenlik ve himayenin ispatlarındandır.
Ve hatta bazı Yahudi kroniklerde Fatih Sultan Mehmed Han, beklenen Meşiah olarak lanse edilmiş ve O'nun gelişine menoralar yakılmış, dualar edilmiştir.

Merhametimizden ısrarla mahrum kalmak isteyenler ise tabi ki hep olmuştur! Olacaktır!
Onlar, kendilerini postlara gizleyen kurtlardır ve ne yaparlarsa yapsınlar kaçınılmaz sonlarından kaçamayacaklardır.
İsrail'de esen son kasırga, boran ve tufandan sonra Ben Gurion havalimanından kaçarken görüntülenen Eski İsrail Başbakanı Ehud Barak, bir açıklamasında bu sona işaret etmiş ve; “tarihte hiçbir Yahudi devleti 80 yıldan fazla yaşamadı… 75. Yılını dolduran Siyonist İsrail devletini de galiba bu 80 yıl laneti vuracak..” itirafında bulunmuştu.
Bu tespiti Barak'tan önce Kur'an Tefsirinden yola çıkarak te'vil eden Şehid Şeyh Yasin Hazretleri ise kaçınılmaz sonu çoktan ilan etmişti bile.

Şeyh Yasin şehid edilmeden hemen önce bir tv kanalına yaptığı açıklamada Siyonist, kabalist, faşist işgalcinin 2025’i göremeyeceğini Hz. Musa (as) üzerinden anlatmış, Hz. Musa’nın 120 yıllık ömrüne atıf yaparak mücadele ve nebilik sürecini 40+40+40 olarak üç döneme ayırarak, işgalciler için son dönemi metaforize bir uslüpla analiz ederek; ‘’üçüncü 40 yılın sonlarına geldiler. 2025’i göremeyecekler’’ diyerek Barak'ı ta o günden teyid etmişti.
Evet!
Göremeyecekler inşAllah!
Göremeyecekler çünkü bunu sadece Ehud Barak ya da Şeyh Yasin söylemiyor; derin, stratejik, tarihi ve sosyolojik okumalar yapanlar ve hatta kabalist siyonistlerin hamileride söylüyorlardı.
Şimdi sıkı durun!
Söylemekle yetinmiyor, resmi raporlara yazıyorlardı.
Şöyle ki;

16 istihbarat örgütünden oluşan ABD İstihbarat Topluluğu, 2012 yılının başında “İSRAİL SONRASI ORTADOĞU’YA HAZIRLIK” başlıklı bir rapor hazırlamıştı. Siyasi analizci Kevin Baret, İran kanalı PressTv’nin sitesinde o günlerde yayımlanan yazısında; “16 ABD istihbarat ajansı, ‘Arap Baharı’, ‘İslami uyanış-Türkiye’nin dikkat çeken derin dalga hareketleri, İran etkisi ve Filistin yanlısı kuvvetin yükselişiyle İsrail’in ayakta kalamayacağında hem fikir” diye yazıyordu.
Baret, İstihbarat Topluluğu raporunun, Çin’in yükselişi koşullarında, “ABD’nin artık İsrail’i desteklemeyi sürdürecek askeri ve ekonomik kaynakları olamayacağı” sonucuna vardığını aktarmış ve yeni dönemde ABD’nin kendi ulusal çıkarlarının peşinden gitmesini ve ‘’İSRAİL’İN FİŞİNİ ÇEKMESİNİ” önermişti.

Baret’in değil, istihbarat kurumlarının raporlarının önerisiydi bu.
Raporda, Yahudi asıllı derin isim Kissinger’a da gönderme yapılıyor ve raporun eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in son dönemde yaptığı açıklamalarla örtüştüğünede işaret ediliyordu.
Baret, “Kissenger’ın beyanı açık ve şartsızdır. Kissinger, İsrail’in tehlikede olduğunu söylemiyor. ‘Eğer trilyonlarca ilave dolar verir ve ordumuzla İsrail’in düşmanlarına yeteri kadar vurursak kurtulabilir’ diyor. Bir çıkış yolu da önermiyor. Basitçe bir gerçeği açıklıyor: ‘’2022/2025 yılında İsrail olmayacak” diye yazıyordu.

Buna göre; ‘’İsrail, varlık amacını yerine getirmiş ve görevini tamamlamıştı.’’
Ve öyle ki; gelinen noktada ''maksadını aşarak'' küresel emperyal güçlerin uluslararası arenada bir çok kez ‘’zor duruma düşmesine’’ sebebiyet vermiş ve artık tasfiye zamanı gelmiştir. Hiç bir tasfiye, alternatifi hazırlanmadan ol(a)mayacağına göre büyük resime dikkatli bakmak gerekiyordu.
Buna göre BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) artık Great Reset’e evrilmiş ve artık İslam dünyasının kalbinde, eli kanlı kiralık katillere ve küresel emperyalist yapıya yönelecek saldırılara karşı paratonel görevi yapan/yapacak siyonist bir rejime ihtiyaç kalmamıştı.
Great Reset (Büyük Başlangıç) için her şey hazırlanmış ve bırakın Ortadoğu’yu, tüm dünyada küreselci emperyalistlerin emellerini hayata geçirmek için var olan ''kurumlar'' yeni İsrail, tâbi olanlar ise yeni Siyonistler haline (DSÖ-WEF-FED-FDA vb gibi) dönüşmüş ve bu nedenle ne İsrail'e ve ne de Siyonistlere ihtiyaç kalmamış olabilir miydi?
Bu raporları okuyanlar mevzuyu; Dünya Siyonist Enternasyonal’in yeni bir algı operasyonu ve planı olarak değerlendirselerde (mümkün)
bu kadar ''yahudi'' nereye taşınacaktı peki?

Hazır Portekiz ve İspanya, 1492 Endülüs Sürgünü nedeniyle Sefaradlardan özür dileyip, tazminat ödemeye başlamış ve bir de yahudilere vatandaşlık vermeye başlamış ve bu durum Aşkenazları dahi iştahlandırmışken yahudi nüfus oraya taşınabilir miydi?
Ya da üzerinde Taş Köprü'nün (Bridge Stone) olduğu her türlü kabalist/paganist ikonaların cirit attığı Makedonya Üsküp'ü ikiye bölen Axius (Vardar Nehri)nin diğer yakasına?!
Ya da belki I. ve II. Dünya Savaşlarında yokmuş gibi davranılan ve küresel emperyalistlerce kesin bir soykırıma tabi tutulan Hazar ve Karayim yahudilerinin ana vatanlarına?
Ya da sayısı her geçen gün artan, vatandaşlığımızı alan Habatçılar dahil, Aşkenaz, Seferadlar ve Hasidikler için hep güvenli bir liman olmuş Türkiye topraklarına???
(...)

Siyonist rejim tarafından ''İsrail Kamu Güvenliğine tehtid olduğum sayıkiyle'' Filistin topraklarına giriş yasağı konulmuş, Beyt'ul Makdis'e kaç kez gittiğinin sayısını unutmuş, orada yıllarca rehberlik yapmış, Kudüs Davası’nı romantizm ve slogandan öteye somut gerçekliklerle anlaşılmasının farz olduğunu düşünen ve yerinde gözlemlerle, teorik ve pratik okumalarla tecrübe edinmiş biri olarak şunu söyleyebilirim ki; tarih boyunca tüm halkı iki kez kılıçtan geçirilerek soykırıma tabi tutulan, 52 kez saldırıya uğrayan, 44 kez işgal edilen ve 23 kez el değiştiren Kudüs, hiç bir zaman içeriden bir direniş ve kıyamla kurtulmamıştır.
Tarihi perspektiften bir bakışla M.Ö 165’li yıllarda yaşanan ve başarısızlıkla sonuçlanan Makabi (İbranice çekiç manasına gelir) İsyanlarını da merkeze alırsak Kudüs’e hep dışarıdan bir geliş söz konusudur.
636'da bir Arap olan Hz Ömer gibi, 1187'de bir Kürt olan Selahaddin Eyyubi gibi, 1516'da Türkmen olan Yavuz Sultan Selim Han gibi…
Kudüs-ü Şerif'in himayesi de dışarıdan, Buhtunnasr, Mısır Firavunları, İran Kisraları, Napolyon, Roma, Helen ve Haçlı gibi işgali de dışarıdandır.
(...)

Devlet-i Âli Osman'ın zevale uğrayarak 9 Aralık 1917'de Kudüs’ü İngiliz işgal manda yönetimine terketmesinden 98, Siyonist İsrail rejiminin İslam coğrafyasının kalbine bir hançer gibi saplanarak 14 Mayıs 1948'de kurdurulmasından (Nekbe) tam 67 yıl sonra, Prof. Dr. Mehmet Görmez Diyanet İşleri Başkanı sıfatıyla, Temsil-i Makamdan nazarla, Şeyh'ul İslam'lık tâcı üzerinde olduğu halde, 15 Mayıs 2015 Cuma günü Mescid-i Aksa Haremi Şerifi'nde; ‘’GELDİK EY KARDEŞLERİM! 100 YIL GEÇSE DE GELDİK!’’  diyerek titrek ve heyecan dolu bir sesle hutbe irad etmiş, ardından Cuma Namazı'nı kıldırmış, namaz sonrası Kudüs'lü kardeşlerimizin sevgi gösterileri ve duaları arasında musahafalaşarak avluya doğru ağır ağır ilerlerken kalabalık içinden bağıra çağıra Arapça konuşan birinin sesi yükselmiş, bir anda herkes buz kesmişti!
Bu da yetmez gibi anlık bir arbede oluşmuş, diken üstündeki güvenlik görevlileri hızlıca pozisyon almışlardı!
Mescid, Filistin'li görünümlü İsrail ajanı kaynarken tarihi ziyaret provakemi ediliyordu?
Durum çok ciddiydi!
Her an herşey olabilirdi!
ve bende o gün oradaydım!
Herkes ne olduğunu anlamaya çalışıyordu ki Görmez'in yanında ki Mescid-i Aksa görevlilerinden Üniversiteyi de Türkiye'de okumuş ve Türkçe bilen Kudüs'lü koca çınar, Mescid-i Aksa Tamir Bakım Onarım eski Müdürü kıymetli dostum Muhammed Amireh kalabalığa seslendi.
- ''Bir dakika! Durun! Sakin Olun! Dinleyin! Bakın ne diyor o kardeşimiz!''
Herkes şaşkın bakışlar arasında cemaat içinde Mehmet Görmez'e doğru bağırarak konuşan adama döndü!
Amireh söylediklerini anında tercüme ediyordu:
- ''Ey Osmanlı'nın evladı! Türkiye'nin Diyanet reisi! 100 yıl sonra sarığın ve cübbenle geldin! Hoş geldin! Biz, sizi askerlerinizle bekliyoruz! Ne zaman geleceksiniz?''
...

Unutmayın!
Kudüs her daim dışarıdan bir gelişle özgürleşmiştir!
Hamas'ın yapmaya çalıştığı, içeride buna zemin hazırlamak ve en çok ihtiyacımız olan şeyi kazandırmaktır!
Zaman!
...

636'da bir Arap olan Hz Ömer gibi, 1187'de bir Kürt olan Selahaddin Eyyubi gibi, 1516'da Türkmen olan Yavuz Sultan Selim Han gibi bugün tüm bu etnik kimlikler Arabı, Türkü, Kürdüyle bir araya gelmeden, kardeş olmadan, bir binanın tuğlaları gibi aynı ordu içinde saf tutmadan Kudüs Özgür Olmayacaktır!
Bunu bilen Devlet-i Âli, boş mu duracaktır?
BBC'nin 23 Ekim 2018 tarihli haberiyle sorumuza cevab arayalım: ‘’Times gazetesi, Hamas'ın İstanbul'da 2 yıl önce 'gizli siber saldırı üssü' kurduğunu iddia etti!’’ tıklayınız
...

Mehmet Görmez'in Diyanet İşleri Başkanı sıfatıyla, Temsil-i Makamdan nazarla, Şeyh'ul İslam'lık tâcı üzerinde olduğu halde, Mescid-i Aksa'nın düşmesinden 98 yıl sonra Kudüs-ü Şerif'e ve Mescid-i Aksa Harem-i Şerif'ine gitmesi, orada hutbe irad etmesi ve Cuma Namazı'nda İmamlık yapmasının ne anlama geldiğini anlamak için o günden sonra Mehmet Görmez'in başına gelenlere bakmak, bir misal olması açısından yeterli olacaktır sanırım.
Ne demişti Siyonist İsrail'in Başbakanlarından Ehud Barak?
Sözlerini tekrar hatırlayalım: “Türkiye’deki Yahudi lobisi İsrail’deki lobiden daha güçlüdür…”
...
"Filistin'den, İsrail'i temizleyeceğiz"
diyen Hoca Efendi, Akademisyen, Siyasetçi, Gazeteci ve kardeşim sen!
Samimiysek önce içimizde ki siyonistleri temizleyerek işe başlayalım!
Sonrası ise zemin ve zaman meselesidir!
Devlet-i Âli hazır İdlib'e, Afrin'e kadar gelmişken, otağımızı Yermuk'e, Hıttin'e ve Ramle'ye kurmak bizim için hayal olmayacaktır!
Unutmayalım!
Seferle mükellefiz!
Zaferle değil!

''neyse ki yarın var... umutların en sevdiği gün!''

Bülent Deniz
Habervakti.com Genel Koord.
www.bulentdeniz.com