Siz hiç giden bir trenin ardından bakakaldınız mı? Hiç... Gelen bir treni, peronda sabırla beklediniz mi? Veya... Uğurlanan ya da beklenen bir tren yolcusu oldunuz mu?

Çelik raylar üzerinde kayıp giden ümitleri, hasretleri, sevdaları duyabildiniz mi yüreciğinizde? İstasyonlarda biriken yutkunamazlıklar dokundu mu gözbebeklerinize? Lokomotifin ilk hareket edişindeki ezici kopuş hissiyle titrediniz mi yaprak gibi? Bir mevsimden başka bir mevsime hicret ettiniz mi öylesine?

Siz hiç! Bir katarın son vagonunun son kapısının penceresinden bakıp, ezip geçtiğiniz rayların uzaklaştıkça daralıp ip gibi incelediğine şahit oldunuz mu? Zamanın içinde akarken, vagonların içine hapsedilmiş başka bir zamanı teneffüs ettiniz mi? Tren penceresinden akıp giden ovaları bastınız mı bağrınıza? Azığınızı bir başınıza yemek gitti mi hiç ağrınıza? Ve hasret... Raylar ve tekerleklerin icra ettiği çelik senfoni eşliğinde bindi mi sağrınıza?

Her makas değiştirişte bölündü mü gönlünüz? Telgraf direklerinin raylara refakat etmesi ürküttü mü bazı bazı? İnenler, binenler... Hüviyeti hürriyeti olmuş yolcular... Onlardan biri olmak hissi küçülttü mü hayalinizi? Uzun uzadıya efkarlandınız mı nikotin yüklü duhan kafesinde? Düşündünüz mü aceb ne kaldı varlığımızın sol kefesinde?

Bütün bu duyuşların menbaı Haydarpaşa yok! Ayrılıkları, kavuşmaları... Hüzünleri, sevinçleri... Emanet ettiğimiz... Tren yolculuğunun kalbi, beyni yok! Âh güzel Haydarpaşa... Kızgınlığım hüznümden daha çok!

Halbuki bir zamanlar, Anadolu'nun en ücra yerlerine kadar kesintisiz ulaşan yolculukların nirengi noktasıydın... Şimdiki vaziyet heves mi heva mı? Âh çocuk gurbetçiliğimin ihtiyar şahidi Haydarpaşa! Yeni halin aceb sana reva mı?

Haydarpaşa... Haydarpaşa... Meğer kaderde özne olmak da varmış çatılan kaşa...