Bir işyerinde bir kaza olayı gerçekleşir. O olay sonrası, iş yerini hüzün kaplar. Hüzün ve acı geçicidir. Asıl yaşanan acı gerçekler, kaza sonrası başlar.

O anlar, konuşulacak kelimelerin olmadığı, insanların boğazlarında bir şeylerin düğümlendiği, anlamsız bir şeklide etrafa bakarak, dona kaldığı zamanlardır. Sonuç; insan hayatına daha fazla değer verilmelidir. Bu değer, kelimelerle değil, hayata geçirilerek ifade edilmelidir. Ancak vicdanlar; o zaman kendini rahat hisseder, huzura kavuşabilir.

Bazen sadece kaza ile kalmıyor. Sakatlıklar oluyor. Ağır yaralanmalar, iş görmez duruma gelmeler... Nihayetinde ölümler.

Şimdi düşünün... Bir insanımız özel şirkette bir işletmede çalışırken vefat ediyor. Doğal olarak sigorta olayı gündeme geliyor. Çünkü çalışan insanın geride bıraktıkları insanlar var. O insanlar, hayatlarını devam ettirmek zorundalar. Buraya kadar her şey çok normal gözüküyor. Ancak, vefat eden insanın resmi işlemlerde işletmede asgari ücret ile çalıştırıldığı görülüyor. Sigorta kendisine yatırılan prime göre hem kıdem tazminatı hem de geride kalanlarına aylık bağlama noktasında asgari ücret üzerinden prim yatırıldığı için, onu baz alarak maaş bağlıyor. Kıdem tazminatı ödüyor. Evet, buraya kadar her şey normal. Şimdi işin en can acıtıcı tarafı, ölen insan asgari ücretten daha fazla maaş alıyor ise, işveren asgari ücretten fazlasını bir şekilde çalışana ödüyor ise, çalışan asgari ücretten fazlasını almasına rağmen, resmiyette gözükmediği için vefat eden insanın yakınlarına sigortaya yatırılan prim üzerinden ödemeler yapılıyor... Maaş bağlanıyor. 

Gerisi kul hakkı, kalk altından kalkabilirsen... Anlat derdini, asıl dert dinleyiciye o zaman. Bakalım ilahi adaletin terazisi o zaman nasıl çalışacak. Evet, buluştururlar bir gün bizi hesapta, olayı gerçekleşince, böyle uygulamalar yapan insanların Allah'ın huzurunda nasıl hesap verecekler. Sonuçta kul hakkı... Kul... 

İlahi mesaj, ''Huzuruma kul hakkı ile gelmeyiniz...''

Sadece bu tür bir uygulama yapan işverenlere şunu hatırlatmak isterim. Acaba sizler aynı durumda olsa idiniz, bu durumdan şikâyetçi olur mu idiniz? Yoksa kendi işvereninize ve sisteme isyan eder miydiniz?

Olayın bir başka tarafı da şudur. Kimi işveren insanlar siyaseten insanlar nasıl asgari ücret ile geçinsinler ya hu, diye şikâyette bulunurlar. Onlara hatırlatalım, devlet memuriyetinde asgari ücret ile çalışan personel yoktur. Bu durum çoğunlukla özel sektöre aittir.

Evet, iş kazaları sonrası,

Her önemli olaydan sonra, herkes ortaya çıkar, birtakım önerilerde bulunur. İşin uzmanı olduğunu söyleyen şahıslar; bir tedbirler listesi önümüze koyarak sıralamaya başlarlar. Olmadı, eğer hedeflerinde birileri varsa; daha da ileri giderek suçlayıcı açıklamalarda bulunurlar. Resmi kurum temsilcileri ise; muhataplarının anlayamayacağı teknik ifadelerle dolu açıklamalar yaparlar. Sonuç; kaza, ölüm, perişan olan aileler, boynu bükük yetimler, kimsesiz çocuklar...

Hemen hayatımızdan canlı canlı örnekler sunalım. İşçi ücretleri yaptıkları işe göre, yeterli midir? Çalışan işçilerin sigorta işlemleri, sosyal hayat beklentileri, aşları, iş güvenlikleri yerinde midir? Asıl normal zamanlarda konuşulması gereken konular bunlardır. 

Etrafınızda olan inşaatlara bakın; hangisi bizim anladığımız manada hem çevre için hem çalışanlar için yeteri kadar tedbir almaktadır. Şehrin kalabalık caddelerinde bile; inşaatın açtığı her türlü olumsuzluğu görebilirsiniz. Ne çalışılan yer çevreyi rahatsız etmemek adına çepeçevre korunma altına alınmıştır. Ne de bu tür zorunlulukları yerine getirmeyen firma ve yetkilileri, resmi makamlar tarafından bu konuda yeteri kadar rahatsız edilmiştir. Denetlemek makamında olan belediyeler, neden bu konuların üzerine ciddi olarak gitmezler. Adam inşaatını bitirir, inşaatında kalan her türlü pisliği ortada bırakarak kaybolur. Toz, inşaat artıkları, hatta çimento artıkları yollarda kasis oluşturur, hiçbir tedbir alınmadan kurulan iskelelerin altından binlerce insan geçmektedir. İnşaatımı devam ettireceğim diye yollar trafiğe bile kapatılmaktadır. Hatta inşaatların altından geçerken kazalar yaşanmıştır ve bu vurdumduymazlıkla yaşanmaya devam edecektir. Temizlik derseniz, zaten aramayın...

Birileri para kazanacaklar diye yeterli tedbirleri almadan insan hayatını tehlikeye atan bu sorumsuz hareketlere göz yuman resmi makamlar da vebal altındadır. Çünkü benim sade vatandaş olarak hakkımı korumak, gözetmek zorundadır.

Bütün bunlar olurken hiçbir resmi kurum ortaya çıkıp açıklamalar yapmaz. Yahut bu tür olumsuzlukları yapan inşaatların faaliyetine son verdiğine rastlayamazsınız. Kısacası yeteri kadar denetleme yapılmamaktadır. Meslek kuruluşu konumundaki sivil toplum örgütlerinin de normal hayat devam ederken böyle olumsuz şartlarda iş yapan bir inşaatın önüne giderek açıklamalar yapıp hem insanları uyardığına hem de yetkililerin neden gerekli tedbirler almadan bu inşaata müsaade ettiniz diye müdahalede bulunduğuna şahit olmadık. Nedense tüm yetkililer, ancak olumsuz olaylar meydana gelince ortaya çıkarak açıklamalar yapmayı tercih etmektedirler. Yazık, bu ülke insanına yazık.

Şunu hatırlatmak istiyorum. Şu anda ülkemizde devam eden bir sıcak savaş yoktur. Ancak, komşu ülkelerimizde olan savaş sayesinde ölen insan kadar neredeyse kaybımız vardır. İş kazaları, uyuşturucu kurbanları, trafik kazaları, adi suçlar ve benzerleri. Sonuç, elde edilen rakamlar ürkütücüdür. Özellikle, iş güvenliği konusunda alınacak ve alınması gereken tedbirler yetersizdir. Herkes; asansörün, iskelenin, ekipmanın, bakımsız, inşaatlarda alınan tedbirlerin yetersiz olduğundan bahsediyor. El insaf,  bu inşaatları denetleyen insan, onun bazı ekipmanlarının çalışamaz durumda olduğunu görünce nasıl çalışabilir diye rapor vermektedir. Hangi vicdana sığar. Hangi, devleti temsil eden, denetleme yetkisi olan sorumlu insan, bugüne kadar çıkıp da ‘ben şu eksikliklerden dolayı bu inşaatı durduruyorum’ diyebilmiştir.

Bu sorumluluk üzerinde olan şahıslar da bir insandır, bir candır. Bana göre önce bu açıdan bakarsa; yani orada hayatını yitiren benim canım olabilirdi diye yorum yapabilirse; tüm sorunların bir kısmı ortadan kalkar. Her zaman dediğimiz gibi, en büyük eksiğimiz; insan yetiştiremiyoruz. Trafik olayı da aynen bunun gibidir. Arabalara binip yollara düşen bir âlem, onları denetleyecek olanlar başka bir âlem. Gece vakti, trafik yetkililerinin önünden farları arızalı bir araç geçebiliyorsa söze hacet yoktur. İkinci şeride bile geçmemesi, istenen bir TIR, trafik yetkililerinin önünde sol şeridi kullanabiliyorsa, hatta üç şeridi bile tırlar işgal ediyorsa daha konuşacak çok şeyimiz var demektir. Ben trafik alanındaki tüm maddi cezaların caydırıcı olmadığı fikrini taşıyorum. Bu boşluk yasal anlamda başka tedbirlerle kapatılamaz ise daha çok olaylarla karşılaşacağımızın resmi gibi görüyorum.

Tüm trafik cezalarının insanların maddi gelirlerine göre düzenlenmesinden yanayım. Asgari ücret ile çalışan bir insanla, maddi geliri çok yüksek olan bir insan da kırmızı ışıkta geçerken aynı parayı ödüyorsa burada bir eşitsizlik kavramı vardır diye düşünüyorum. Birinin canı ciddi manada yanarken öbürü için bu ceza çekirdek parası gibi algılanmaktadır.

Bir an önce bu alanlardaki eksiklikler giderilerek kazaların ve insan kaybımızın en aza inmesini diliyoruz. İş kazaları sonucu hayatını kaybedenlere, yaralananlara ve iş göremez duruma gelenlere yönelik ciddi çalışmalar bekliyoruz. Çalışma hayatı devam ederken vefat eden insanlara daha kapsamlı maddi uygulamalar hayata geçirilsin. Onların geride bıraktıkları aile yakınları, daha korunaklı bir sistem ile donatılsın.

Hem devlet açısından hem işveren açısından sorumluluklar yerine getirilsin temennisindeyiz. İş kazaları açısından bu alanda alınması gereken tedbirler için de bir an önce yetkililerden çalışma bekliyoruz...

...