Eylem ve söylem birlikteliği ne kadar da mühim. Zira laftan ibaret kalmak, değersizlik için kâfi. Eylemsiz söylem, içi kof ceviz misali...
Söylem sebepse, eylem sonuç doğal olarak... Sebeplerin hükmü var mı? Fakat sonuçlar bağlayıcı her defa... Hem sonuçlar, bütünüyle sebeplerin durumunu belirleyici...
Söylem elastikleştiğinde, eylemsizlik olarak karşımıza çıkıvermez mi? Gönül okşayan sözlerle bezenmiş söylemler, peşinden meylimizi sürükler. Bu sürükleniş, beklenen eylemi görene yahut görmeyene kadar devam eder. Tahammül dedikleri de bu muradın bizatihi kendisidir.
Eylemsiz söylem, sözü yere düşürmekten ötesine hizmet etmez. Beş duyu ile teşhis ve tespit edilemeyen neticeler, sözü bozuk para gibi harcamak talihsizliğini kaçınılmaz kılar. Bu noktada yılgınlık ile küskünlük arası bir iklim neşv-ü nema bulur. Yağmasa da gürleyen gökler mavi olsa ne yazar? Zira söylemin mütemmim cüzü eylem noksan kalınca, en mümbit mecra dahi çoraklaşır.
Eylemsiz söylem kadar kaygan zemin yoktur elbette... Çünkü sözün gittiği yeri eylem sabitler. Sabitesi olmayan denklemin hayrı da dokunmaz. Çözülüyor zannederken bir başka çözümsüzlüğün kucağına atıverir herşeyi... Saçaklı mantık yardımıyla bile çıkılmaz bu keşmekeşten... Hem eylemsiz söylem nitelikli
palavracılık olarak da tesmiye edilebilir maazallah...
İnsan eyleme dökemeyeceği söylemi kuşanmamalı galiba... Çünkü söz zımparasıyla aşındırarak, bilerek veya bilmeyerek değerli olan pek çok mefhumu, çöpe dönüştürebilir. Sonra sıfır atık kapsamında absürt bir değer üretimine kapı açabilir. Eylemsiz doğru söylemdense, eylemli yanlış söylem yeğ midir?
Bilemem!
Düalizmin sulandırdığı bir zamanın misafirleri olarak, her hususta ikircikli tarz ve tavrın yorgunları değil miyiz? Tevhidden kopuşun emaresi sanırım bu eylemsiz söylem mevzuu... Bir nevi kripto mecusilik kaçmış içimize... Tövbe tövbe!
Bunları geçirirken zihnimden... Uzaktan bir şarkı çalındı kulağıma... Ud, keman ve kanun üçlüsünün yoğurduğu eserin güftesinde en vurucu ifade şuydu: "Küstüm esmer beyazlara..."