Farkında mısınız?
Başkan Erdoğan, tabanının hassas olduğu herhangi bir konuda ne zaman bir açıklama yaparak gönüllere su serpmeye çalışsa, hemen akabinde bir el devreye giriyor ve adeta Erdoğan'ı ''yalancı pozisyonuna'' düşürmek için ne gerekiyorsa yapıyor!
''yalancı pozisyonuna'' cümlesinin, sınırları zorlayıcı ve en masum tarafıyla maksadı aşan bir ifade şekli olarak algılanacağını bile bile, bu ibareyi kullanıyor olmamın amacı, aşağıda bir kısmını izah etmeye çalıştığım tespitlere dikkatinizi çekmektir.
Ne mi demek istiyorum?
Misal, Başkan Erdoğan ''LGTB tehlikesi'' üzerine üst perdeden, net ve keskin ifadelerle konuşur konuşmaz bir bakıyorsunuz, O'nun söylediğinin tam tersi uygulamaların hayata çoktan geçirildiği ya da geçirilmek üzere olduğu gündeme getiriliyor. Erdoğan'ın bizzat göreve getirdiği bazı rektörlerin elleriyle bazı üniversitelerin yönetimlerinin cinsiyet değiştirme ameliyatlarını yaptıklarını, bu da yetmezmiş gibi cinsiyet değişim hormonlarının eczanelerde 18 yaş altına reçetesiz satıldığını öğreniyoruz. İstanbul Üniveristesi'nde LGBT destekçisi doktorlar, henüz reşit olmamış 11-16 yaş aralığındaki 22 çocuğa hormon tedavisi uygulayarak cinsiyetlerini değiştiriyor, haklarında açılan soruşturmanın sonucunun ne olduğunu kimsenin bilmediği gibi, Türkiye’de şu anda en az 17 üniversitenin trans geçiş ameliyatları gerçekleştirdiği ortaya çıkıyor.
Malumunuz Başkan Erdoğan ısrarla ve her fırsatta, ''aile'' kurumunun önemini ve korunmasının altını çiziyor, yetmiyor ''2025'i aile yılı'' ilan ediyor. Kendisine biat etmiş bir ekibin yönettiği medya organı gündüz kuşağında damat-kaynana üstüste görüntüleri yayınlayıp nasıl çarpık bir ilişki yaşadıklarını günlerce gündemde tutarken; ''bu toplumda aile bitmiş arkadaş'' intibası gözümüze gözümüze kasten sokuluyor. Gündüz kuşağı programları başta olmak üzere neredeyse tüm dizilerde ailenin temelleri alenen dinamitlenmiyor mu?
Milli damarın en üst seviyede temsilcisi olan Başkan Erdoğan, siyaseten durduğu yerin olmazsa olmaz kriterlerinin altını ısrarla kalın çizgilerle çizerken, birileri bir yerlere mesaj gönderircesine, adeta, sanki; ''Bakmayın Erdoğan'ın bu söylemlerine! Biz, taahhüt ettiklerimizi harfiyen yerine getiriyoruz'' deme cüretinimi gösteriyor?
Bir kaç örnekle devam ederek ne demek istediğimizi daha anlaşılır hale getirmeye çalışalım!
Başkan Erdoğan, ''Evlenin, nüfus artış hızı çok düştü! Bu bir beka meselesidir'' diyor, evlenip çocuk yapan ailelerin; kundaktaki bebelerinden rızaları dışında topuk kanı alınmak isteniyor, lohusa analar karakollarda ifadeye çağırılıyor, kapısına sağlık ve emniyet güçleri gönderiliyor. Aşıya zerre itimatı kalmayan ebeveynlerin çocuklarına 4 yaşına kadar tam 50 doz aşı vurulduğu haberleri aileleri haklı olarak tereddüte sürüklerken, sağlık sistemine karşı zaten varolan güven bunalımı kasten artırılıyor. 3 çocuğu olan anneye memuriyet verileceği gündeme gelirken, o annenin zaten çalışmadığı için o üç çocuğa sahip olabildiği gerçeği örtülmeye çalışılıyor. Elimizde kalan bir avuç çocuklu anneyide birileri bu uygalamalarla elimizden almaya mı çalışıyor?
Başkan Erdoğan ''Sağlıkta devrim yaptık'' diyor, yenidoğan ünitelerinde bebeklerimize yapılan toplu katliam haberleri çıkıyor. Sağlık hizmetleri aksatılıyor, engelli kız hastanede tecavüze uğruyor! Türkiye'de ölen İngiliz turistin naaşı memleketine gönderiliyor, kadının kalbinin vücudunda olmadığı tespit edilince uluslararası krize dönen bu skandal, aranan kalbin günler sonra adli tıpta çıkmasıyla neticeleniyor ve birileri bizi dünyaya rezil ediyor! En son Arjantin'in bile rest çektiği DSÖ'ye, sağlık politikalarımızla tam icabet görüntüsü verilmiyor mu?
Erdoğan, ''evlenenlere faizsiz kredi vereceğiz'' diyor, sağlanamayan fiyat istikrarıyla o hakkı elde etmek için genç çiftlerin müracaat ettiği günle eline geçtiği gün arasında ki paranın değer kaybıyla gençler hayal kırıklığına uğruyor! O fiyat istikrarsızlığı öyle boyuta taşınıyor ki zincir marketlerin birinde daha dün; aynı ürünün, aynı marketin, farklı raflarında, farklı fiyatlara satıldığı ana haber bültenlerinde vatandaşa izlettirilmiyor mu?
Erdoğan, ''Taşa toprağa tohum ekin, ata tohumu ve tarım milli mesele'' diyor, izinsiz ekim yaptılar diye çiftçilerin tarlalarının sürüldüğü haberleri çıkıyor. Kanatlı hayvanlar dahil, hayvancılıktaki atılımdan bahsediyor, itlaf edilen koyunların, il tarım müdürlüklerinin yaptıkları dayatmaların haberleri internete düşmüyor mu?
Erdoğan, ''milli savunma ve siber güvenlik'' diyor, 85 milyon vatandaşın TC kimlik, e devlet, e nabız, Halk Sağlığı Yönetim Sistemi bilgilerinin yer aldığı sunucular 16 yaşında bir çocuk tarafından hackleniyor, deep web ve dark web'te tüm veriler üç kuruşa satılarak, Erdoğan ve Hakan Fidan'ın kişisel bilgileri bile discord'larda dolaşıyor.
Erdoğan, ''vatanın korunması için bize yönelen tehtid neredeyse o tehtid, olduğu yerde engellenerek imha edilecek'' diyor, İHA'mızla SİHA'mızla Akıncımızla sınırötelerinde övünürken bir bakmışsınız Mossad ajanları memlekette cirit atıyor!
Erdoğan, ''Doğu Türkistan, Ahıska, Çerkes halkı'' diyor, Çin İstihbaratından 7 kişilik ajanın mobil baz istasyonları kurarak memlekette günlerdir Uygurlar başta olmak üzere dinleme ve istihbarat yaptığı, elllerini kollarını sallayarak cirit attıkları haberleri çıkıyor! Yetmezmiş gibi Yabancılar Dairesi tutup Özbekistan'ın, Çin'in, Mısır'ın ''terör listesinde'' diye, bize sığınan mazlumları sınır dışı ediyor hem de Erdoğan'ın yine ''bize sığınan mazlumları himaye etmek boynumuz borcudur'' dediğinin hemen ertesi günü adeta Erdoğan'ı ''yalancı'' çıkartırcasına bu çelişkili durum yaşanmıyor mu?
Erdoğan, ''Nas-Faiz'' diyor, memleketin ekonomisi ''faizle borçlanma'' sarmalıyla hareket edemez hale gelmiş ve banka faizleri Ak Parti iktidarları dönemlerinin en olumsuz seviyelerinde dolaşırken, Yeni Şafak gelinen durumun vehametini attığı manşetle faş ederek; ''faiz durdurulamıyor, işadamları iflas ediyor. Faiz arttı, üretim düştü, dövizte yükseliş durmuyor, sanayi duruyor” manşetiyle vatandaşa mı, Libor'a mı, Şimşek'e mi, Galata Bankerlerine mi, Haliç'te ki Simonlara mı, IMF'ye mi, Dünya Bankası'na mı, kime ne mesaj verdiği tartışılıp duruyor!
Başkan Erdoğan ''Filistin Davamız kırmızı çizgimiz'' diyor, limanlarda gemileri protesto edenler yerlerde sürükleniyor, ''üçüncü ülkelerin İsrail'e giden ticari, askeri mallarını engelleyin, gemiler bizim limanlarımıza gelmesin'' diyenler gözaltında tutuluyor. Gazze'ye yüzlerce km mesafedeki açık denizlerde vicdan gemimiz İsrail tarafından vurulup Türk vatandaşlarına saldırı yapılıp canlarına kastediliyor, ölümden dönüp gazi oluyorlar, kamu adına bir geçmiş olsun demek için bile kapılarını çalan olmuyor. Filistin-Türkiye Hastanemiz Gazze'de yıkılıyor, Türk halkının AFAD eliyle Gazze'ye yolladığı unları İsrail'in çöpe attığı ortaya çıkıyor, Anadolu insanın gönderdiği suyu, ekmeği Gazze'deki malzumlara ulaştırmaya çalışan İHH'nın yardım ekibinden bir çok insan katlediliyor, ortalık yıkılması gerekirken kimsenin sesi çıkmıyor!
Siyonist orduda askerlik yapmış bir şarkıcı protesto edilip konseri iptal olunca, Ak Parti'nin bir dönem meclis grup başkanlığını yapmış olan, bugünün rektörü bir zat, bizi ''ırkçı olmakla'' itham etmiyor mu?
Şahıs, taban tarafından ''istenmeyen adam ilan ediliyor'' tepkiler karşılıksız kalmıyor mu?
4 bin Türk vatandaşının İsrail ordusunda askerlik yaptığı tespit edildiği halde halen vatandaşlıktan çıkartılmıyor!
Bunu dillendirenler trollerin önüne atılıyor!
Katil bir devletin bayrağı, memleketimiz semalarında halen gönderde dalgalandırılmıyor mu?
Erdoğan, ''Tek Millet. Tek Bayrak. Tek Vatan. Tek Devlet.'' diyor. Millette, bayrakta, vatanda, devlette sinsi bir tuzağa çekiliyor!
O kadar çok örnek var ki!
Yaz yaz bitmiyor!
Ez cümle; Başkan Erdoğan ne diyorsa, gün geçmiyor ki dediğinin aksi uygulamalar milletin gözüne gözüne sokuluyor...
Milli Damarın en üst mercii olan Erdoğan; sosyo, kültürel, ekonomik, hukuki, vicdani, siyasi vs konuştuğu, tabanının gönlüne su serptiği ve politika belirlediği hangi konu varsa, seçmeni konsolide ettiği, gönüllere seslendiği her meselede ortaya çıkan/çıkarılan aksine uygulamalarla adeta ''söylediği ile yaptığı bir olmayan lider'' pozisyonuna düşürülmüş olmuyor mu?
Ve birileri söylemle-eylem arasındaki bariz çelişkilerin örneklerini her gün gözümüze gözümüze sokmuyor mu?
Kıymetli okuyucu;
Biri-leri pusuda, gölgelerden buldukları hareket kabiliyetiyle (içeriden bunu yapıyor intibasıyla) Türkiyemizin zeminini
adeta Mescid-i Aksa'yı yıkmak için altında tünel kazan siyonistler gibi, sinsice oyup duruyor ve yetki sahibi hiç kimse; ''ne oluyor, kim bunlar, mevcut irade ve idareye, Erdoğan'a rağmen bu işler nasıl oluyor ve yapılabiliyor'' diye neden sormuyor?
Erdoğan'ın yanıbaşındaki sorumluluk sahipleri ise; bu Acem oyunlarına, Bizans entrikalarına ve Roma'nın taktiksel hamlelerine, ağır ağır ateş üzerinde kaynayan tencereye konmuş kurbağa misali, zerre tepki vermiyor.
''Bu kadar; söylem ve eylem arasındaki çelişki ancak üzerinde çalışılarak başarılır!'' dedirtecek akıllara zarar gelişmeler yaşanıyor ve bir el sanki bilerek, isteyerek dozu her geçen gün artırılmış bir ''güvensizlik sendromu'' oluşturuyor.
Son günlerde yaşanan bu gelişmeler kendi içinde çelişkiler barındırmıyor!
Adeta olaylara çelişkiler kasten ekleniyor.
Bu kadar "acemice" uygulamalar sanki bir "iradi boşluk'' ve hatta ''lakayıtlık'' varmış görüntüsü verilerek Erdoğan'a ve Erdoğan'ın şahsında devlete yönelik kırgınlık/güvensizlik/öfke kasten, aşama aşama artırılmış olmuyor mu?
Bu itibar suikastlerini kim-ler, hangi merkezden, hangi mecradan, hangi yetkiyle yap(abili)ıyor?
Artırılmış bir ''güvensizlik gerçekliği'' içine alınıyoruz ve tüm bunlar yetmezmiş gibi; ekonomik darboğaz, siyasi gerginlik, artarak devam eden pahalılık, fiyat istikrarının bir türlü sağlanamaması üzerinden güven duygusu her geçen gün irtifa kaybediyor!
90'lı yıllarda kalması gereken ideolojik agresif söylemlerin ''iç barıştan birinci derece sorumlu siyasilerin'' bizzat ipleri germesiyle artan gerginliğin bir çatışmaya dönebilme kaygısı giderek yükseltiliyor!
8 yaşındaki Narin kızımızın annnesi, abisi, amcası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almasına rağmen o yavrucağın neden, nasıl ve niçin katlediğinin üstünün örtülmesi, yenidoğan ünitesinde kundaktaki bebeklerin katledilmesi ve bu kadar yavrucağın canına kastedilirken ''sorumlular neredeydi?'' gibi akıllardaki bir çok sualin karşılık bulamamış olması, suali mukadderlerin cevapsız kalmasını sağlamış olmuyor mu?
Ey yetkililer görmüyor musunuz? Hakikat ve güven yara almıyor mu?
19 yaşında bir delikanlının, 19 yaşındaki genç bir kızı; fethin gerçekleştiği surların burçlarına çıkararak kol, bacak ve kafasını kesip evladını arayan annenin ayaklarının dibine, surlardan kestiği başını atarak; ''Al kızın burada'' demesi ve annenin ''İkbal! Yavrum! Nasıl kıydılar sana?'' feryadıyla LGBT'nin, uyuşturucunun, sanal kumarın, sapkın akımların, satanizmin, deizmin, gnostizm ve agnostizm gibi paket süsü verilmiş, nerede patlayacağı, hangi okulun bahçesinde yada koridorunda bir bıçaklı saldırıya döneceği kestirilemeyen aşama aşama artırılan şiddetin/cinnetin pençesinde, halka açık pazarda yaşıtları tarafından bir çocuğun bıçaklanarak öldürülmesiyle devam eden cinnet halinin, öğrencilerine aylarca istismarda bulunan bir öğretmenin, bir kurs hocasının, kreşe bıraktığı çocuğu, bakımevine emanet ettiği annesi şiddete uğrar mı korkusu pik yaparken, yoğun bakımda yatan engelli kızına tecavüz edilecek mi korkusuyla kurumlara ve kurumların şahsında Erdoğan'a, Erdoğan'ın şahsında devlete itimat ve güven (kasten ve bilerek) sarsılmıyor mu?
O instagram günlerce neden kapatılmıştı?
Sonunda ''dize geldiği'' söylenen instagram'ın halen kafasına göre hareket ettiği ve istediği zaman istediği içeriği yine kafasına göre sansürlediği gerçeğini yaşamıyor muyuz? Hakeza Youtube'un ali kıran baş kesen olduğu malum değil mi?
Marketten, kasaptan, şarküteriden aldığı herhangi bir gıdanın domuz-sakatat katkısından, taklit-tağşiş edilip edilmediği konusunda bir ''acaba'' tereddütüyle evine götürüp evlatlarına bir peyniri bile güvenle yedirip yedirmemekte kararsızlık yaşayanların, ''bu özgür topraklarda halen bu katil siyonistin bayrağı nasıl gönderimizde dalgalanır'' diye, katillere mal taşıyan gemilerin olduğu limanlarda ''yapmayın'' diye feryat ettikleri için yerlerde sürüklenenlerin, hukuki hakkımızı kullanarak bir siyonseverin konserini protesto ettik diye bize ''ırkçı kavmiyetçi'' diyerek ağız dolusu hakaret edenlerin, Gazze'de kan gövdeyi götürürken; ''Vefat etmiş şeyhemi, yaşayan şeyhemi rabıta edilecek'' tartışmalarıyla, ''iptal edilen tövbelerin'' gerginliğinde birbirine yumruk atan sufistlerin, koca koca hocaların ''Allah Nerede? Arş'da mı?'' tartışmalarıyla, ''Allah geleceği bilmez'' diyenlerin, -İslam'ın temel niteliklerine- aykırı ifadelerle; ''Merhum Şeyhimiz mezarından bizi yönetiyor'' hezeyanlarıyla müslümanların sabrı ve ayarlarıyla oynandığı, Gazze'de katledilen çocukların akan kanlarından; dünyanın bütün nehirlerinin kana bulandığı, memleketin cinnet ve cennet arasında bir belirsizliğe sürüklendirilmesinin kontrol edilemiyor görüntüsünün verilmesini kim-ler sağlıyor?
Ne oluyor?
Günümüz dünyasında her kitap dijital ortama taşınmışken, her telif eserin pdf'i artık herkesin bilgisayarındayken, bilgi kitaptan değil ChatGPD'den, yapay zekadan alınıyorken, bazı mealcilerin isim listesini yayınlayıp Diyanet'in -İslam'ın temel niteliklerine- aykırı olduğu için uygun bulmadığı Kuran meallerinin toplatılıp imha edilecek olmasında ki tezgahın arkasından, ellerini ovuşturarak bizi düşürmek istedikleri durumu izlemeye hazırlananlar kim?
Kendisine; ''31 Mart'a sebep olmak, Kur'an yaktırmak ve israf suçları'' isnad edilerek bu 3 ''büyük suçla'' birlikte; ''din kitaplarını tahrif etmek ve yaktırmakla'' itham edildiği hal fetvası, ittihadçılar tarafından yüzüne karşı okunduğunda;
“Hasbünallah! Ben hangi kütüb-i şer’iyyeyi yakmışım?” diye tepki veren ve tahtından indirilen Cennet Mekan Sultan Abdulhamid'in, nasıl bir siyasi propagandaya ''kurban'' edildiği ortadayken, o gün tahtan indirilmesi için o utanç abidesi fetvayı elleriyle yazan Elmalılı Hamdi Yazır ve bu; yalan/çelişki/tuzak/plan/tezgah/itibar suikastlerini/algı oyunlarını gördüğü halde sessiz kalıp o günlerde kılını kıpırdatmayanların, risk alıp uyarı görevlerini yapmayanların, hasbi kadrolara sahip çıkıp, hesabilerle kozlarını paylaşmayanların, hünkara sahip çıkmayarak devletin yıkılmasını engelle(ye)meyenlerin daha sonra pişmanlık ateşlerinde yanmalarının müsebbibleri kim?
Meseleye bu perspektiften ferasetle bak(a)madıktan sonra çekinmeyin durmayın! O Kur'an meallerini imha etmekle yetinmeyin! Hatta müelliflerine yönelikte bir müeyyide yöntemi arayın...
(...)
Bu ve benzeri birçok emsali olan gelişmeler üzerinden ''Hangi planın taşları tek tek döşeniyor?'' sorusu, herkesin düşünmesi gerektiği bir vakıa olarak karşımızda öylece duruyor.
Kontrollü bir kaos ve bunalım psikolojisinden çıkartılmak istenmeyen Ankara üzerinde bir plan mı sürdürülüyor?
Ankara'yı ve Ankara üzerinden bizi/devleti akrep kıskacına almaya mı çalışıyorlar?
-Devletin temel niteliklerinden- olan; ''Adalet'' ve ''İnsanı yaşat ki devlet yaşasın'' prensiplerine karşı yürütülen bu operasyonların payandaları kim-ler? Ülkede 23 yıldır iktidarın tahtını sarsabilecek bir muhalefet yokken, muhalefet bu kadar çapsızken, kim-ler bize rağmen, bize operasyon çekiyor?
Ve bu nasıl oluyorda (BEŞTEPE'den esen bir rüzgar intibasıyla) yapılabiliyor?
Bütün bu olanlar ve daha fazlası Başkan Erdoğan'a rağmen mi oluyor?
Bütün bunlar olurken yada olduktan sonra o nerede?
Söylem ve eylem arasındaki bariz çelişkiyi gözümüze sokanlardan kimse haberdar değil mi?
Yukarıda sadece bir kısmını örneklendirmeye çalıştığım konular hakkında elinde en büyük medya ve iletişim kaynaklarının gücünü tutan iktidarın sorumlularının neden kamuoyunu aydınlatmada yetersiz kaldığını kim açıklayacak?
28 Şubat döneminde sadece kanal 7 ve bir iki gazetenin varlığıyla tüm entrikalara karşı oyunlar bozulabiliyorken, bugün 70 kanal, onlarca gazete, haber sitesi, binlerce sosyal medya ekipleri, iletişim ve finansal imkanlarla bu algı operasyonlarıyla nasıl oluyorda mücadele edilemiyor?
Bunların hepsi yalansa bu yalanlar neden ifşa edilemiyor?
Sadece dün yaşanan örnekte olduğu gibi; Malta açıklarında İsrail'in vurduğu vicdan gemimizin İzmir Aliağa Limanı'na onarım için yanaştırılmadığı yönünde saatlerce süren aleyhte propagandalar karşısında kamuoyunu ivedilikle bilgilendirmek kimin göreviydi?
Yoksa; Habervakti.com olarak bu iş araştırmak ve gerçekleri kamuoyuna açıklamak (Haber Linki) önceliği bize mi düşüyordu?
Yetkililer neredeydi?
Yoksa; okuduğunuz bu analiz yazıda dikkat çektiğim konular; hezeyanlar ve paranoyakça yaklaşımlardan mı oluşuyor? (umarım öyledir)
Yoksa; Erbakan Hocamızın, (dün) ardında milyonların olmadığı bir DAVA'nın, SAVUNAN Yalnız ADAM'ı olduğu gibi
Erdoğan, (bugün) ardında; milyonların olduğu bir DAVA'nın, YALNIZ savunan ADAM'ı olmaya devam mı ediyor?
Yoksa...

...

''Neyse ki yarın var. Umutların en sevdiği gün”
(Hamd eder ve ismiyle başlarım ki O; Son Ahit Kur'an'ı indiren, iki kıblenin, üç mescidin ve Alemlerin Rabb'i Kuddüs olan Allah'tır cc!
Salât ve Selam; iki kıblenin ve üç mescidin İmamı, Son Fıtrat, Nebiyy'unel Mücahid'uş Şehid Muhammed Mustafa'ya...
O'nun; kanından, canından ve yolundan gelenlere olsun... Yüzünüzden tebessüm, dilinizden; mazlumlar ve destekçileri için dua, zalimler ve işbirlikçiler için ise; beddua hiç eksik olmasın! Ma'asselâm...)

Bülent Deniz
Habervakti.com Genel Koord.
Filistin'e girişi yasaklı Kudüs Mihmandarı/Rehberi
insta: @bulentsea
X: @bulentdenizim
www.bulentdeniz.com