Allah’ım!

Sen bilinmeyi ve sevilmeyi murad ettin. Ben ise bilmedim ve sevmedim. Huzur mu buldum? Saadet mi buldum? Neşe mi? Sevinç mi? Bula bula elimde ve yüreğimde bulduğum büyük bir günah ve irili ufaklı biriken yığınla günahlarımla Sana geldim. Allah’ım! Yalnızlığımla burkula burkula, bahtımla vurula vurula, kalbimle kırıla kırala aşkın kıyısına tutunmak istiyorum. Fakat Allah’a yönelenlerin yollarına dair bilgim yok. Büyüğüm, yaşıtım ya da küçüğüm bir insan olsa idi yanımda ama hala yalnızım. Bu da benim bahtımdır. Bahtıma küsmek isyan değil midir? Kısmetimde her ne var ise kabullenmek sevap değil midir? Kaderimde yazılıp çizilen hep insansızlık olageldi. Yalnızlık! Yalnızlık karanlıklara bürünen bir aydınlık imiş. Peki yalnız olan nasıl sevebilir? Artık bir insanı yüreğimden ve gönlümden sevemiyorum. Herkese yüreğimi sundum ve herkes yüreğimle birlikte bir serap olarak kayıp gitti. Biliyorum ki herhangi bir insana uzatacağım elimde, gönlümün bin yarasını bulacağım. Herkes benden her şeyimi çekip aldı. Bütün bu yaşadıklarımdan sonra bitkinim ve bitkinliğimle sadece ve ancak “Allah” diyorum. “Allah” deyişimin beni terkedip gitmemesini diliyorum. Herkes terk ederse etsin umrumda bile değil fakat dudaklarımda ve kalbimde “Allah” diyen bir sıcaklık(?) hep benim yanımda kalsın. 
Kalbimde “Allah” diyen bir ses duydukça susmak istiyorum. Söz benim neyime? Sözün yalan olduğunu, gurur olduğunu, kibir olduğunu hala anlamadım mı? Sözlerimiz ve bakışlarımızla aslında neyi anlatmak istemekteyiz?Sözlerimiz ve bakışlarımız benliğimizdir ve her benlik tanrılık sevdasındadır. Benim benliğimde düşüncelerime, bedenime, iyiliklerime, güzelliklerime başkalarının tapınmasını dileyen bir yanım vardır. Benliğime tapınacak ne kadar köle bulursam o kadar güçlü olduğuma hükmeden o yanım bana ne vermektedir? Güç görünümlü azapların alevinde kıvranmayı sürdürmek kazanç mıdır? Haykırmak istiyorum:

-Ben tanrı değilim. Tanrı olmadığını kabullenenler peygamber olduklarını iddia edebilirler. Ben peygamber de değilim. Bir daha haykırmak istiyorum:
-Allah’tan başka Allah yoktur.

Elimle yazıp, dilimle haykırabiliyorum. Bir de gönlüm var benim. Keşke gönlümden yazıp, gönlümden haykırabilseydim. Fakat gönlümden yazacak ve gönlümden haykıracak bir gönül hayatım yok. Ki benliğimden, gururumdan, kibrimden temizlenmedikçe gönlüm gönül müdür? Yine de bana anlatılan Allah’a değil benim hayatımdan anlaya bilebildiğim Allah’ıma belki isyandır amma kısık sesle mırıldanmak istiyorum:
-Vuruldum, kırıldım ve kovuldum. Allah’ım! Senden başka sığınacak bir yer olarak insanların kalblerine yöneldim. Allah’tan başka sığınılacak her şey bir serap imiş.
Allah’ım! Beni vuran, kıran, kovan bir hayatım var. Kalbim burkuluyor. Hayat beni yıkmaya ayarlanmış diyorum. Kinimden, öfkemden, kızgınlığımdan çatlayarak patlayasım geliyor. Tam patlayacakken, Allah var diyorum ve birden yüreğime Sen geliyorsun. Anlayabildiğim kadarıyla kalbimde gizli olanların açığa çıkması için hayatım beni vurarak, kırarak ve kovarak terbiye ediyor. Allah’ım! Sana gelen yollar vardır. O yolları bilmiyorum. Allah’ım! Sen ettirmedikçe isyan etmeyeceğim. Benliğimden, gururumdan, kibrimden yırtık pırtık halimle bir avare gibi de olsa bilmediğim yollarda sana sığınmak adına, Sana doğru yöneleceğim. Tıpkı Kabe’ye yönelen karınca gibi. Allah’ım! Beni af ve kabul eder misin? Bilinmen ve sevilmen adına beni de bilenlerin ve sevenlerin meclislerinde bulundurur musun? Ben mi aramalıyım yoksa onlar mı bulmalı? Arayabildiğim kadarıyla aradım; bilen ve seven olarak bulduğum alice babayiğitçe Sana geldi ve bedenen kayboldu. 
Allah’ım! Sen büyüksün diyemiyorum. Çünkü benim büyük deyişimden de büyüksün. 
Hayatımın en son akşamında beni terbiye eden Sen’din. Akşam namazını kılmak için yaptıklarımın ya da bütünüyle o gün yaşadıklarımın bir karşılığı olarak bana sunduğun lutfun ne hoştu. İslam dünyasının bir ülkesinden gelmiş ve o akşam arkasında namaza durduğum yanık yüzlü o gencin yanık sesinde sükunetle yankılanan:

“ Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz. “ 

Allah’ım! Kainatın sonsuzdur. Hakiki sonsuzluğun ise kainatın sonsuzluğundan da sonsuzdur. O halde benim bilmek adına bildiğim bir hiçtir. Görünenler bir serap görünenlerin ötesi bir sırdır. Allah’ım! Seraplara değil sırlara gönül vermeyi lütfeder misin? 

“ Ne yapalım
Küsemeyiz bahtımıza biz
Çünkü
Sevmeyi de kısmet biliriz
Bu kadarına da namütenahi şükürler olsun.
(Ahmet ÖZHAN-Şarkılar Seni Söyler) 

02/10

Allah’ın vermeyeceğini sandıklarımıza nasıl verdiğine tanık oldum. Bu tanıklığımdan hareketle hayatını sayıklayarak yaşayan birisine “ Allah adına birlikte olmaya var mısın?” demek istedim. Bu demek isteyişim söylenmeden öylece kala kaldı.

05/10

Bedenlerin sevişmesinden öte ruhların sevişmesi mümkün müdür? Bir ruhun başka bir ruha sarılması ve yalınlaşarak sevişmesi nasıl mümkün olabilir? Bir bedenin bir bedene sonlu vereceğinden bir ruhun bir ruha sonsuz vereceğine yönelmek nasıl mümkün olur? 

Rüyalarımda kızlara sarılanlara inat bacayı kırmızıya boyayan, beyaz bir kitabın yeşil çizgilerine güvenen bendim. 

Bir de benim gülüşü güzel bir dostum var. Sağ gözünden öptüğüm, can yolumda candan yoldaşım olan bir dost. Dostluğumuzun başladığı o şehirden ayrılırken, havaalanında söylediği “ biz ayrılmak için ayrılmıyoruz, birleşmek için ayrılıyoruz “ sözünden hareketle “ birleşmekten “ başka, ona dair hiçbir beklentim yok. O ve ben. “ iki ayrı bedende bir ruh “ Bedenlerimizin yakın ruhlarımızın bir olmasından başka bir beklentim olamaz. Birlikte yaşadıklarımız, ona anlatmaktan çekinmediğim sözlerim, onunla birlikteyken hayatın başkaca bir anlamı var. Velev ki ona dair düşüncelerim de yanılmış olsam bile ah etmem; eğer doğru ise canım, varım, yoğum alıp ister iki kuruşa satsın ister yok etsin. Yeter ki o satsın, yeter ki o yok etsin. Ondan önce yakınlaştıklarımda yanılgının aslıyla yanıldığımı kabul ediyorum ve ah ettiğim günlerim de oldu. Bir başkasına “ Herkese yalan söylerim fakat ona asla yalan söylemem “ diyen birisine inanmak yanılmak mıdır? Dışarıdan bir gözle bakınca beni hiçbir şekilde umursamayan bir yanının olduğunu da inkar etmiyorum. Fakat bunun böyle olmasını benden yana bir sır olarak idrak ediyorum. Onunla “birleştikçe” ve “söyleştikçe” kendimi güçlü hissediyorum.

Bugünlerde hayatın kahpeliği ile daha da yakından karşılaşıyorum. Kahpece aldatıldım. Bu kahpeliğin içinde sakallarında beyaz, yüzlerinde nur, dudaklarında dua olanların ihaneti gizlenmiş. Anlıyorum ki hayat benim hayatım. Bir başkasından hiçbir beklentim olmamalı. Çünkü hayat konuştukça değil sustukça güzelmiş. Anladım ki Allah’ı konuşanların kalbinde “Allah” yok. Peygamberi konuşanların peygambere gönülleri yok. O halde aranacaksa sükut edenlerin kalplerindeki “Allah” ı aramalıyım. Sükut ederek gönüller çalanların peygambere vurgun gönüllerini bulmalıyım. Hayatın bana buldurup sonradan kara toprağa aldığı bir gönülden kalanlara sığınmalıyım. Güldürecekse o güldürsün, ağlatacaksa o ağlatsın. Alice yaşayıp, babayiğitçe ölen o gönlün aşkına Hz. Mevlana’nın kapısında tanık oldum. Gözyaşlarındaki gülümseyişleri bana gösterip; öyle yada böyle bir anlamda beni terbiye eden o idi.

Bugün ağladığım gündü. “ Yürümesi güçtür bu dikenli yolda/Ne ağlarsın, Mevla yine güldürür. “ dedi. Gözümdeki yaşlarla gülesim geldi. “ Hangi can nazar kıldı bu kalender Adem’e/Beğenmediğin mekandır işte orda güldürür “

“ yarın geleceğim belli değildir “

“ eğer öğrenirsen insan sevmeyi
sevenin halinden sevenler bilir “

Beni benden aldığını gördüğüm ilk insan Ali Babayiğit oldu. Onu nasıl anlatsam? Anlatsam anlatmış olamayacağım için sadece adından bahsedebiliyorum. Yine de bir gün anlatacağımı ümit ediyorum.
“ Kem gözle bakanlara inat kalbinin en köşesinde Arş’ı Rahman gizleyen, zevki elemlerde ve kederlerde tadan, meyhanesinde çiğ aransa bulunmayan, ne edip candan bir dost bulmak adına candan arkadaşını bulamaz olup eziyetle sabırla erip pişenlerden ve arayanların bulup kimsesiz kalmayacağını bilenlerden, her canın eremediği erenler sırrına bir kilimi tek kadehe verenlerden, “ 
özüyle, sözüyle ve sazıyla bir hayatı
“ harabat aleminde pişiren ademlerden” olan Ali Babayiğit. 

Hakkını almak adına vereceği hiçbir şey olmayan, yalanlarından haberi olmayıp, hayatını sayıklayarak yaşayan, gerçek oğul olmaktan kaçıp bilge yusuf olacağını sananlara alice ve babayiğitçe “ yalancı yapamadığını söyler sayıklar” diyesim geliyor. Gül var sandığım gönlünde taştan kayalıklar gördüm. 

Kitabımız der ki:

“ Ey insan! Şüphe yok ki sen Rabb’ine karşı çaba üstüne çaba göstermektesin; sonunda O’na varacaksın “ 84/06
“ Hayır! Şafağa, geceye ve onda basan karanlığa, dolunaya olmuş aya yemin ederim ki, halden hale geçersiniz. “ 84/16-1

06/10

Peygamberler müstesna 
İnsanların içinde en insan
Hazreti Mevlana

Nereye yönelsem Hz Mevlana’nın büyüklüğüne tanık oluyorum. Siz O’na gönül verdikten sonra, O hep sizi eğiten bir misyon 

Mekke’deyim. Mekke’nin her yeri bomboş. Kalabalık bir şehir beklerken kimsenin olmamasına hayret ediyorum. İbadet eden yok. Her halde Medine’de ibadet eden insanlar vardır diyorum. Medine’de ışıklarla aydınlatılmış bir mekanda ibadet edenler göreceğimi umuyorum. 

07/10

Bir rüyadan başka bir rüyaya geçiyorum. Tarihi bir geminin yanında bulunuyorum ve başka biri daha var. Aniden büyük okyanus dalgaları iskeleye vuruyor. Halatlara tutunuyorum fakat kurtulmak imkansız. Arkadan gelen ikinci dalga ile birlikte tamamen denizdeyim. Kurtulmamın imkansız olduğunu düşünüyorum ve ayrıca kurtulmakta istemiyorum. Çünkü denizin maviliği o kadar berrak ki adeta kalbimden büyüleniyorum. Mavi o kadar mavi ki büyüsüne kapılmamak mümkün değil. Hayatta her zaman yaşanmayacak bir durumu yaşıyorum. O an yüksek sesle kelime-i şehadet getiriyorum. Bir daha, bir daha sürekli olarak tekrar ediyorum. “ Eş hedü en la ilahe illallah…” Kendimi huzurlu hissediyorum.

Ve uyanıyorum.

İhtiyar bir kadının genç kızlığında gökyüzünde ayı göründüğü gecelerde ettiği dua:

- Allah’ım bana bir eş nasip eder misin? Ay gibi temiz olsun. Kimsesizlikten yüreği yanmış olsun. Kıymetimi bilir olsun. 

10/10

Ayrıntıları da önemlidir fakat rüyanın ana teması yine dalgalar. Genç bir erkekle genç bir kız birbirlerine sarılıyorlar. Başlangıç olarak şehvetin bir gereği olarak başlayan bu sarılma bir acının paylaşımı olarak devam ediyor. Kız ve erkek çakıl taşlarının üzerinde sevişiyor görüntüsündeler. Genç kız ölmüş de olabilir. Erkek ona sarılmaya devam ediyor. Eğer onlara bakmaya devam edersem bu bakışım şehvetli bir bakış mıdır? Kızın sarı saçlarındaki parıltıya rağmen yüzünde ölü soğukluğu var. Erkek sarılmakla sevişmek arası bir durumda hareketlerini sürdürüyor. Onlara bakmaya devam etmem şehvetimden dolayı mıdır?
Bir telefon konuşması fakat herhangi bir görüntü yok. Telefonda konuştuğum kişinin sesi huzur verici bir ses. Uyanıyorum.

Yine bir telefon konuşması. Asker kökenli amirim hangi günler işe geleceğimi soruyor. Deniz kenarındaki ahşap bir evde pencereden dışarı bakıyorum. Dalgalar eve doğru yükseliyor ve birden denizin içinde bir uçurum oluşuyor. Dalgalar kabarmaya devam ediyor. Bütün dikkatimi dalgalara yöneltiyorum. Böyle giderse işe gitmem mümkün değil. Bu dalgaların içinde kaybolup giderim. Benden geriye sadece deniz kalır. Denizde her şey denizdir. Deniz hiçliğin sembolüdür. 
11/10

Konuştuğunuz kişi hasta olmasının ona Allah’a hatırlattığını söylüyorsa ne düşünürsünüz? 

-Allah’a şükretmek gerek çünkü daha da büyük bir hastalığı yaşıyor olabilirdim ve Allah sevdiği kuluna dert-sıkıntı verirmiş 

İnsan hayatta ne için yaşar ki? Her şey bir yana dostunuzla bir şeyleri paylaşarak yaşamak bir yana. Dostların ibadetlerinde birlik, dualarında paylaşmak esas olmalıdır. Bir perşembe günü birlikte oruç tutmayı kabul etmek hayata dair bir güzellik değil midir? Yalnız olarak değil birlikte bilerek bir şeyleri beraber yapmak. Bu düşünceler hayatın içinde belki de anlamsız olarak nitelendirilebilir. Peki anlam verilerek yapılan hareketler insana ne vermektedir? İnsan, psikolojisi bir yana esas varlığı olması gereken ruhu için ne yapmaktadır? Ruhundan haberdar mıdır? İnsan her şeyin bilgisini elde edebilir. Yeryüzünde ve gökyüzünde bilmek adına eylemlerde bulunabilir. Fakat ruhunun bilgisini elde edebilecek midir? Elde edecekse nasıl elde edecektir? Yeryüzünü ve gökyüzünü bilen insan ruhunu bilmekte midir? Ruhunu bilmek kendini bilmektir. Kendini bilmeyen Allah’ı bilir mi? Kendini bilmeyen bir hiç olduğunu bilir mi? Bir hiç olduğunu bilmeyen bir hep olduğunu bilir mi? 

12/10

Hz. Ebu Bekir, şair Lebid’in:

“Bir kardeşim vardır; ne istersem verir,
Ne kadar suç işlersem bağışlar!”
şiirini terennüm etti, sonra şöyle dedi: “Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem de işte böyle idi.”

Ne isterseniz verecek, ne kadar suç işleseniz de bağışlayacak, bir kardeşiniz var mı? Olmalı mı? Ne istese verseniz, ne kadar suç işlese de bağışlasanız bir kardeşiniz olmaz mı? 
Gönüller Sultanının sözlerine gönül ver ve “ Bir heykeltraşın yaptığı gibi, kendine taştan bir dost yont, meydana çıkar…”

14/10/

Gönlümü gönlümden başka herkese ve her şeye verdim. Her şeyin pas payeliğinden ve herkesin fahişeliğinden kurtulmak istiyorum. Gönlümü sadece ve ancak gönlüme vermek istiyorum. Allah’ın kudretinden gelen ilhamlara olan idrakimi ve dikkatimi ziyadeleştirmek istiyorum. Allah’ın bilmek ve sevilmek adına yarattığı her cana olan sevgisi her an, an be an tecelli etmektedir. Bu sevgi kederle ve elemlerle de tecelli eder, lütuflarla ve saadetlerle de tecelli eder. Kalp kadehi, aşk meyhanesinde ilkin keder ve elem şarabı ile doldurulur. Keder ve elem şarabı ile sarhoş olan gönüllerin gözleri lüftun ve saadetin tutkunu olur. Aşk meyhanesinde an be an kendini bulanlar, kendini bilmek adına yeryüzüne ve gökyüzüne yönelirler. Kendini bilenler ise kainatın varoluşunu gönülden idrak edip, hayatlarında kendilerini hiç olarak, Allah’ı hep olarak yaşarlar. Derler ki: 
-Ben hem hepim hem de hiç. Allah’ın bilinmek ve sevilmek adına ” Ol!”durmasından ve ruhundan üflemesinden sebeple hem hepim. Allah’ı bilebilmek ve sevebilmek adına hem de hiçim. 

Gönlünü gönlüne vermek adına gönlüne yoldaş olacak bir gönül gerek. Sevmek için sevgili gerek. Aşk için sevmek gerek. Kederle ve elemlerle gönül şarabı sunmak adına kalbin bir mahzen olsa gerek. Sözlerini demlendire demlendire gönül şarabını elde edeceksin. Sana yoldaş olan gönül’e sözlerini vereceksin. Alır mı almaz mı? Gönül bilir. Sen verdikçe senin boşalan kadehini dolduran bir başkaları da seni bulacak yada sen onları bulacaksındır. Sen hem yeryüzü ve hem de gökyüzü olmak bakımından hem hepsin, ezelin ve ebedin içinde sonlu olmak bakımından hem hiçsin.

Hiçin hiçi bir hiç. 

Gönüller Sultanı Hz Mevlana sabah namazını kıldıktan sonra kalbinden dudaklarına yansıyan sözlerle, bir ney sesinin sükunetli musikisinde der ki:

“ Allah’ım! 

Kalbimi nurlandır,
kulağımı nurlandır,
gözümü nurlandır, 
saçımı nurlandır,
derimi nurlandır,
etimi nurlandır,
kanımı nurlandır,
önümü nurlandır,
ardımı nurlandır,
altımı nurlandır,
üstümü nurlandır,
sağımı nurlandır,
solumu nurlandır,
Allah’ım!
Nurumu artır,
bana nur ver.
Ey nurun nuru;
Ey merhametlilerin merhametlisi 
Allah’ım!
Merhametinle 
beni nur et…”




21/10 

Kaç gündür seni yazmaya mecbur edecek duygulardan uzaksın. Kaç gündür bu duygulardan uzak olduğunun da farkında değilsin. Ama bugün duyguların seni öyle bir yoklar gibi oldu. Gönüllere ışıyarak ruhları terbiye eden Mesnevi’den sana nasip olan beyit:

“ sana manasız gelen, seni usandıran, üzen bu susuş, hakikatte ötelerden gelen aşk naralarıdır.
Sen; “ Acaba neden sessiz duruyor? “ dersin. Halbuki o; “ Beni dinleyecek kulak kimdedir, nerede var? “ demektedir.
“ Ben nara atmaktan, haykırmaktan sağır oldum; halbuki onun haberi bile yok! Zaten kulağı çok iyi duyan kişiler bile, aşk naralarına karşı sağır olurlar!”

Beklemediğiniz bir vakitte beklediğiniz kişinin sesini duydunuz. Bu sese itibar edilerek hayata başkaca bir anlam verilebilir mi? Bu sesle söyleşerek ne elde edeceksiniz? Çölden aldığınız bir kum tanesi ile bayram sevinci yaşanır mı? Çöl kuşatılmaz bir sonsuzluksa bir kum tanesi ne anlam ifade etmektedir?

Her yol her bilgi her söz her olabilecek her şey “ alemlere rahmet olarak gönderilen “ peygambere yönelmeyecekse, varolan her şey kaybedilecek bir şeydir. 

Sadece siyah zeytinle ve bir de suyla…… 

28/10

Yine deniz ve yine dalgalar… Kırcasalih’de dayımın evinin arkasında küçük bir toprağa diktiğim tohumlar yeşermiş. Kazdığım bir çukura ağaç dikmek istiyorum. Ağaç fidesini bayağı bir derine dikerken bir dalını kırıyorum. Kendisini görmediğim bir halde kırdığım dalı babama gösteriyorum. Denizin kenarındayım ve içimde bir soğukluk hissediyorum. Dalgalar köpürerek kumsala vuruyor. Korkuyorum. Kumsalda gezersem dalgaların beni denize doğru çekeceğinden endişeleniyorum. Yukarı doğru yürüyorum. Kar yağmış. 


01/11

Yine deniz. Kirami Ekmekçi. “Hayat yeni başlıyor.” Kumsal ve denizde yüzen kadınlar.. Denizde yüzmekten utanıyorum. Kadınlar gidince koşarak denize girmek istiyorum. Acaba su soğuk mudur? “Hayat yeni başlıyor.”[/i]

Hüseyin Kaçın

[email protected]

Psikolog www.huseyinkacin.com