Derin Gerçekler

Siyaset rayından çıkmış gözüküyor. Siyasi partiler de varlık ve meşruiyet temellerinin çok uzağında bir yere savrulmuş gözüküyor. Siyasi Partiler yasası, seçim yasası da buna zemin oluşturuyor.

Partiler kendini parti gibi ya da bütünün parçası gibi değil, bütün kendisi imiş gibi görüyor. Bir arada var olmak istemiyor ötekileri yok etmek istiyorlar sanki.

Ne iktidar ve ne de muhalefet olması gereken yerde durmuyor.

Güya koalisyon olmayacaktı, muhalefet bile koalisyon oldu. Koalisyon seçimden sonra olurdu, şimdi seçimden önce kuruluyor. Hem de ne koalisyon, ikili, 3’lü değil, iktidar ve muhalefetin koalisyonları bir düzineyi buluyor.

Partilerin mülkiyeti sanki “Tek adam”a ait gibi. O Partinin sahibi, ideoloğu, her şeyi. Tek Parti CHP’si ve TEK Adam olarak tek partinin genel başkanı gibi bir rolü var diğer partilerin genel başkanlarının. Yani Partilerin hepsi, Tek Parti CHP’sinin zihniyet ikizi. En antikemalisti bile bu anlamda metodik Kemalist. Onun için parti kongrelerinde salonda, ortada Türk bayrağı sağında Mustafa Kemal solunda Genel Başkanın resmi. Genel başkanları fiilen la yüs’el dokunulmaz hatta kutsaldır! En laik partilerin bile bu anlamda liderlerine bakışı Seküler bir kutsallık içerir.

Partilerde üyeler aidat öder mi? Genelde kimse ödemez. Peki kim öder?. Ödeyen partinin sahibidir aslında. O da bunu kamu kaynaklarının kullanımında ihaleler üzerinden gerçekleştirir. Bu herkesin bildiği bir sırdır. Kutsanmış bir günah olduğu için kimse bu alana girmez.

Farkındasınız, son yıllarda ön seçim kalktı artık. Parti üyeleri propaganda elemanı olarak kullanılır. Delege sistemi de toprak ağalığı gibi bir şey.. Partinin dayandığı, dini, mezhebi, ideolojik, etnik vs sosyolojik topluluklar vardır. Bunların ağaları vardır. Siyasetin tepedeki Oligark’ları, sermaye ve sosyolojik açıdan bu yerel oligarklarla uzlaşmaları gerekir. Aslında şu Şeytan üçgeni, Global, Ulusal ve Yerel oligarklar’dan oluşur.

Adaylar aslında tek adamın ataması ile belirlenir. Temayül yoklaması, istişare, müşavere vs işin kandırmacası. Adayda aranan dürüstlük ve akıllı olmaktan çok söz dinleyen, söyleneni dinleyen, iş yaparken ya da yerken üstüne-başına dökmeden bu işi yapması. Ağzı iyi laf yapacak, imajının güzel olması gerek. Karda yürüyecek ama ayak izi belli olmayacak, işte öyle biri.

Maalesef siyasetin nerede başlayıp, nerede bittiği belli değil. Kuvvetler ayırımı çöktü. Sivil-siyasal arasındaki çizgi kayboldu. Bir yandan devletlerarası sistem ve sermaye, öte yandan devlet, siyasi partiler Sivil toplumun içini boşaltıp, arka bahçelerine hapsettiler. Birileri içinde STK, siyasete sıçramak için tramplen tahtasına döndü. Bir çok siyasetçi ve sili toplum yöneticisi, siville-siyasal arasında farkın farkında bile değil. Bir kamu görevlisi ya da politikacı gidip bir STK’nın başkanı ya da yöneticisi olabiliyor.. Sivil olmak, asker olmamak değil, siyasal olmamak, kamu kaynakları yöneticisi olmamak demek, ama bunu kime anlatacaksın.

Bizimkiler hükümetle devlet arasındaki farkı bile bilmez. Bilmediğini de bilmez. Partilerin ülkenin en büyük Sivil toplum örgütü olduğunu zannedenler bile var.

Bilmiyorum, dünyada bu kadar verimsiz, bu kadar pahalı, bu kadar çok insanı böylesine meşgul eden, Güzel söz ve hikmetle Hakka ve Hayra çağırmak yerine rakiplerini tehdit eden, onları hain ilan eden, aşağılayan, alaya alan kaç ülke var.

Seçim değil karnaval sanki. O plastik bayraklar, billboardlar ve sloganlar, trollerin cazgırlığı, kamu kaynaklarının seçim uğruna hoyratça çarçur edilmesi sonucu ortaya çıkan korkunç maddi ve manevi kirlilik çıkıyor..

Siyasete mali destek sağlayanlar, bu yatırımı (!?) kaz gelecek yerden tavuk esirgememek mantığı ile yapıyorlar.

Bakın bu kirli ve ahlakdışı oyunda, siyasetçi, bürokrat, sivil toplum, media, cemaat herkes suç ortağı. Bunu hakimi, savcısı, polisi, istihbaratçısı, akademisyeni herkes bilir. Kimi korkar, kimi bana dokunmayan yılan bin yaşasın der, kimi, onlar çok yedi, biraz da bizimkiler yesin der.

Siyaset bu hali ile bir bataklığa dönüştürüldü adeta. Zaten uluslararası sistem partileri ve hükümetleri bir şekilde ele geçiriyor. GlobalReset sürecinde ne partiler, ne sivil toplum, ne media ve ne de hükümetlerin bir değeri var. Dün de soğuk savaşta aynı güç, aynı ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerinden kendilerine iktidar ve servet üretti. Siyasi krizler, ekonomik krizler, terör ve darbeler hepsi Şeytani bir planla gerçekleştirildi. Bu gün daha kötü durumdayız. İnsanı dönüştürmek isteyen tek para, tek toplum, tek hükümetten söz eden bir gelecekten söz ediyoruz..

Biz eğitim, media, bilgisayar gelince toplumun akletme seviyesi yükselecek zannediyorduk. “Bilgi toplumu”ndan filan söz ediyorduk. “Z kuşağı” diye “Zombi kuşağı”ndan söz ediyorlar herhalde. Bir de “Cehalet”in bu seviyeye yükselmesinin asıl sebebinin eğitim olduğunu gördük CoVID sürecinde. Ziya cehaletin bu kadarı ancak eğitimle mümkünmüş. “Kitap yüklü eşekler”den söz eder kitap, “Cehaletin babası” olanlarla ilgili olarak. Dünyada insanların IQ seviyesi hızla düşüyor. Biz ilkokuldayken  31 farzı ezbere bilirdik, bugün Üniversite gençliği gusül ne onu bilmiyor, Amentüyü bilmiyor. Dünyada olup bitenlerden de habersiz. Futbolcu isimlerini, bilgisayar oyunlarındaki sanal kahramanların isimlerini biliyorlar ama ne din, ne tarih ve ne de gelecek tasavvuru var çok büyük bir kesimin.

Evet en büyük yoksulluk ekonomik değil, ahlak, akıl yoksulluğu. Bunun tabii sonucu olarak “Kahtı rical” yani “adam yokluğu” söz konusu her alandı. Onlar “Şeytan tüyü” taşırlar, her devrin adamıdırlar. Siyasetçi, Bürokrat, Sivil toplum ve Media’da Akademi’de, Cemaat yapıları içinde, Şeytanın olduğu her yerde vardırlar.  Her din, ahlak ve hukukun dışı işte eğer kendini güvende hissederlerse var olmanın bir yolunu bulurlar. “Cilalı adam devri”nin VİP ve CIP kategorisinde en değerli insan tipi (!?) bunlardır. “(Halbuki) onlar (çubuklu Yemen kumaşı) giydirilmiş (kocaman) odunlar gibidir. Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar. (Asıl) düşman onlardır. O halde onlardan sakın”. (Münafikun 4). Onların gözleri var görmezler, kulakları var duymazlar, kalpleri var hissetmezler. Kendilerini “ıslah ediciler” olarak tanıtsalar da, gerçekte “bozguncuların ta kendileri”dir.

Allah onların şerrinde müminler, mazlumları, akıl ve hikmet sahiplerini korusun. Selam ve dua ile.