Sesler ve Boyutlar

‘Beta’, ‘Alpha’, ‘Theta’, ‘Delta’ Ses frekans çeşitlerini incelediğimiz bir önceki yazımızda, Felak, ve Nas Surelerinin meallerini vererek yazımızı bitirmiş ve daha sonra devam edeceğimizi belirtmiştik. Bahse konu frekanslar ve sureler arasındaki bağlantıyı merak eden birçok okurumuz oldu. Açıkçası bu konunun bu kadar ilgi çekeceğini düşünmemiştim. Şimdi sırasıyla frekansları tek tek inceleyelim, sadece Felâk ve Nas Sureleri değil Kuran-ı Kerim’de ki diğer surelerde de bu konular nasıl geçiyor hep birlikte bir göz atalım..

Yaratıcı kendisine ibadet etsin diye sadece insanları yaratmadı. Zariyat Suresi 56. Ayet’in mealini baktığımızda emir kesin ve net.

“Ben görünür-görünmez, bilinir-bilinmez tüm iradeli varlıkları sadece Bana kulluk etsinler diye yarattım.“

Zariyat Suresi – 56. Ayet

Peki hiç düşündünüz mü?

İnsanların ibadeti ile görünmeyen varlıkların ibadetleri nasıl olacak?

Görünmeyen varlıklar,

Nasıl Namaz kılıyor?

Nasıl Oruç tutuyor?

Nasıl Hacca gidiyor?

Zekâtı hangi para birimi ile ya da değerli ziynet ile veriyor?

Yani kısaca ibadetlerini nasıl yapıyor?

Zira bu din sadece insanlar üzerine inmedi. Amacım bu soruları sıralarken kafanızı karıştırmak değil. Tam aksine zihinlerde ki bazı soru işaretlerine de cevap aramak.

Son zamanlarda Resul’ü, Kuran-ı Kerimden koparıp İslam dinini tahrip etmek için Şeytan’a askerlik edenler her anlamda iş başında. Ellerindeki son teknolojiyi kullanarak bu soruların cevaplarını arıyorlar. Görünmeyen varlıklara verilen hıza ulaşmanın zamanın içinde akıp gitmenin peşindeler.

18 Bin Âleme rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa, (S.A.V) yüce Allah (C.C) tarafından Miraç’a yükseltilirken boyutlar arası bir yolculuk yapmış ve bu yolculuğun aşamalarını da sahabeye anlatmıştı. Dünya diye adlandırdığımız yaşadığımız bu mekânda ibadetler konusunda biz insanlara kaldırabileceği kadar ibadet yapmayı öğretmiş.

Bilinmeyen görülmeyen varlıklara da kaldırabileceği taşıyabileceği kadar ibadet yapmasını onların yaşadığı boyutlara giderek telkin etmiş öğretmiş olabilir.

Zira Asr Suresi’nde;

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla

Asra (Zamana) yemin olsun ki,

İnsan mutlaka ziyandadır.

Ancak iman edenler, Salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.

Yüce Rabbimiz burada insanı örnek göstererek iman etmeyip Salih amel işlemeyenlerin hakkı ve sabrı tavsiye etmeyenlerin hüsranda olduğunu ifade ediyor.

Buradan yola çıkarak “Zaman” kavramını nasıl anlamamız ve izah etmemiz gerekiyor.

(Asr) yani zaman deyince Belkıs ile Hz. Süleyman arasındaki kıssa manidardır. Hz. Süleyman Belkıs’ın tahtını, yanındakilere en hızlı kim getirir? Diye sorduğunda Cinlerden bir zat Hz. Süleyman’a cevaben Siz yerinizden doğrulmadan getiririm demişti. İnsanlardan bir Allah dostu da Siz gözünüzü kapayıp açıncaya kadar deyip bir çırpıda Belkıs’ın tahtını kapıp getirivermişti. Belkıs’ın ve Hz. Süleyman’ın orduları orta bir yerde savaş için karşı karşıya geldiklerinde.. Belkıs, güya geride emniyette bıraktığı saltanatı olan taht, çoktan Hz. Süleyman’ın ve ordularının eline bir Allah dostunun yardımıyla geçirilmişti.

Bu kıssadan da anlaşılacağı üzere eğer insan iman eder, Salih amel (iyi işler) işlerse birde bunun üzerine hakkı tavsiye edip sabrederse Yüce Allah bir kulu kendine dost kılıp bilimde, ilimde ulaşamadığımız sır kapılarını aralayabilir ve zamanı da ortadan kaldırabilir. Şu an var gücümüzle ellerimizdeki son teknolojilerle bilimsel araştırmalar yapıp görünmeyen varlıkların meziyetlerine sahip olamaya çalışan bizlere bu sırların anahtarlarını verebilir yaratılanların en şereflisi yapabilir.

Oysa Yüce Allah insanlar rahat ibadet etsinler diye görünmeyen varlıkları başka bir boyutta insanları farklı bir boyutta tutuyor. İnsanoğlu ise boyutlar arası perdeyi ortadan kaldırabilmek için her yolu gece gündüz deniyor. Bu perdenin sınırı ise Rahman Suresi 33. Ayetle yaratıcımız tarafından işte böyle konuluyor. “Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevrelerinden geçip gitmeye gücünüz yeterse geçip gidin. Büyük bir güç ve ilim olmadıkça geçip gidemezsiniz.” Öte yandan, bazı tefsirlerde sultan kelimesinin “güç” anlamı esas alınarak “Büyük bir güç bulunmadıkça geçemezsiniz” ifadesinden, “Böyle bir gücünüz de olmadığına göre göklerin ve yerin sınırını aşıp ötelere geçmeniz de imkânsızdır” anlamı çıkarılmıştır. Fakat sultan kelimesinin “yetki” anlamı dikkate alınarak ayetin ilgili kısmı, “Göklerin ve yerin sınırlarını aşıp ötelere geçebilmeniz ancak (Allah tarafından verilecek) bir yetki, bir imkânla olabilir” şeklinde de anlaşılabilir. Bu takdirde muhatapların, yüce yaratıcının evrendeki yasaları doğrultusunda ortaya koyacakları çabaları sonucunda elde edecekleri kuvvete bir gönderme yapılmış demektir. Uzay araştırmalarının ilerlediği ve uzaya seyahatlerin gerçekleştiği günümüz şartları, Kur’an tefsiriyle meşgul olanları bu yorumu benimsemeye ve bu ayetlerde uzayın fethine işaret bulunduğu görüşüne yöneltmiştir. Hatta 35. ayetteki tasvirin modern silâhları çağrıştırdığı yorumları yapılmıştır. Razi’nin belirttiği gibi, bağlam bu hitabın ahirete olduğu izlenimini vermektedir. Fakat her iki ihtimale göre düşünüp bu ayetlerde, Allah’ın hükümranlığını aşmanın ve verdiği hükümden kaçmanın asla mümkün olmayacağı uyarısı bulunduğunu söylemek daha doğru olur. Bir başka anlatımla, Allah’a karşı sorumluluğu olan varlıklar ister dünya hayatında ister kıyamet gelip çattığında Allah’ın hükmünden kaçıp kurtulmak için yerin ve göğün sınırlarını zorlayacak kadar güç

elde etseler veya kendilerine bu tarz bir imkân verilse, hatta bu varlıklar top yekûn bir dayanışma içine girseler dahi, 35. Ayette ifade edildiği üzere bunlar sınırlı ve sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Şu halde ikinci yorum esas alındığında da (dünya hayatı bakımından) bu Ayetlerden çıkan mesaj şu olmaktadır: Evreni daha iyi tanıma merakı, yerin derinliklerine ve göğün en uzak noktalarına nüfuz etme arzusu yadırganacak bir şey değildir ve büyük bir güç oluşturularak bu konuda epeyce mesafe alınabilir; ama bu çabalar asla ilâhî iradenin egemenliğini alt etme gibi bir amaç taşımamalıdır. Zira bu, Allah’ın evrendeki mutlak gücünü ayan beyan gören şuurlu varlıklara yaraşmaz; kaldı ki böyle bir yöneliş başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkûmdur, böyle bir amaç taşıyanların akıbeti hüsrandır.

İşte tam bu noktada kuran-ı kerimde bize namaz kılın ve oruç tutun gibi emirler verilirken bu emirleri nasıl yerine getireceğimiz yani namazı nasıl kılacağımız orucu nasıl tutacağımıza geniş bir şekilde yer verilmemiştir. Mantıken düşündüğümüzde de ibadetlerin anlatımına geniş olarak yer verecek olunsa idi öncelikle görünmeyen varlıkların mı yoksa insanların, bizlerin mi? İbadetleri nasıl ifa edileceğine yer verilecekti. İlk hangi yaratılanın vazifesi anlatılacaktı?

İşte tam bu noktada âlemlere rahmet olarak gönderilen yüce Allah’ın habibi, edibi, Hz. Muhammed Sav. efendimiz devreye giriyor. 18 Bin âlemlerin efendisi bütün ibadetleri tüm muhataplarına hocası Cebrail A.S’ dan öğrendiği şekilde naklediyor.

Şimdi size soruyorum 18 Bin Âlemin efendisini hangi güç Kuran-ı Kerimden ayırabilir.

İlk İnsan, Âdem aleyhisselam Cennetten çıkarılınca, “Ya Rabbi, Muhammed aleyhisselamın hürmetine beni affet” diye dua etti. Allah-u Teâlâ ise, [ne cevap vereceğini bildiği hâlde, cevabını diğer insanların duyması için] “ Ya Âdem, onu henüz yaratmadım. Nereden bildin?” buyurdu. Âdem aleyhisselam da, “Arşta, La ilahe illallah, Muhammed’ün ResulAllah yazılı olduğunu gördüm. Anladım ki, şerefli isminin yanına, ancak en çok sevdiğinin, en şerefli olanın ismini layık görürsün” dedi. Allah’ü Teâlâ buyurdu ki: “ Ya Âdem, doğru söyledin. O, bana insanların en sevgilisidir. Onun hürmetine dua ettiğin için seni affettim. Eğer Muhammed aleyhisselam olmasaydı, seni yaratmazdım.”) [Taberanî]

Rahman Suresi 33. Ayetten çıkardığımız sonuçta “Evreni daha iyi tanıma merakı, yerin derinliklerine ve göğün en uzak noktalarına nüfuz etme arzusu yadırganacak bir şey değildir ve büyük bir güç oluşturularak bu konuda epeyce mesafe alınabilir; ama bu çabalar asla ilâhî iradenin egemenliğini alt etme gibi bir amaç taşımamalıdır. Zira bu, Allah’ın evrendeki mutlak gücünü ayan beyan gören şuurlu varlıklara yaraşmaz; kaldı ki böyle bir yöneliş başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkûmdur, böyle bir amaç taşıyanların akıbeti hüsrandır.” Sonucunu çıkarmıştık. Bu anlamda Allah’a inanmayanlar epey yol aldı ve güç oluşturdular. Peki kimler bu alanda mesafe kaydetti. Şöyle etrafımıza bir baktığımızda Müslümanların dışında hemen herkesin bu alanlarda yol aldığını gözlemleyebiliyoruz. Silah teknolojilerinden uzay teknolojilerine kadar aldıkları bu mesafeyi de Allah’a inananların üzerlerinde deneyerek güç gösterilerinde bulunuyorlar. Öyle ki; Dünya’nın dört bir yanında İslam coğrafyalarında ki Müslümanlara kan kusturdular, zulüm ettiler ve hala bu çirkin eylemlerine de devam etmekteler. Top yekûn Müslümanlar olarak bir karar vermeliyiz. Hz. Peygamberin varisleri olarak ilim yapmalıyız. Bilim ve teknoloji de katma değeri yüksek hamleleri bizi yoldan çıkaracak nefislerimizi ayaklarımızın altına alarak, kalbimizdeki arı imanla yaratıcımıza dost olmak kaydı ile hareket etmeliyiz. Emri bil maruf nehyi anil münker” çerçevesinde katma değeri yüksek hamlelere imza atmalı, hayat devam ettikçe yerküre üzerinde yaşayanlara ve yaşayacak olanlara yeni Dünya’nın geleceğini adaletten, barıştan,

özgürlük ve huzurdan yana çizmeliyiz. Kafirler istemese de..

Yazımızın sonlarına doğru şöyle ses frekanslarını kısaca bir hatırlayalım..

Beta frekansı: Yüksek konsantrasyon için uygulanıyordu.

Alpha frekansı; Uyanık halde relax olabilmek için kullanılıyordu.

Theta frekansı: Rüyalı uyku etkisi yarattığı gibi uykularınızı da düzenliyor ve rüyalı uykular yaşamanıza da vesile oluyordu.
Delta frekansı: Rem uykusu için yani astral seyahatlerinin farkında olmak isteyenler için kullanılabildiği gibi. Bu frekansla bilinçli halde astral yolculuğa çıkabilmeyi sağlıyordu. Delta parlak fikirleri, en yavaş sağlayandı, genellikle derin uykuyu yaşatıyordu. 1 frekansı ölüme en yakın hal, en derin uyku hali ve meditasyon haliydi 0 noktası ise ölümdü.

İşte yukarıda sıraladığım frekansları, hani o hiçbir zaman yanımızdan ayırmadığımız akıllı telefonlarla, kolumuzdan çıkarmadığımız teknoloji harikası yapay zekâ saatlerle her an vücudumuzun en küçük zerresine dahi hükmedilmesi mümkün.

İstedikleri ülkenin vatandaşlarını yüksek konsantrasyona sahip bireyler, istemedikleri ülkenin halklarını hipnoz ederek kendilerine biyolojik robotlar yapmaları kaçınılmaz bir gerçek. Daha da kötüsü yüksek meblağlarla aldığımız ve alo demenin dışında birçok özelliğinden bihaber olduğumuz akıllı telefonlarımız, kolumuzdaki yapay zekâya sahip saatlerimizle, her an sağlık durumumuzu kanımızdaki oksijen miktarını kalbimizin ne kadar çarptığını, günde kaç adım attığımızı, tansiyonumuzu, kiminle ne konuştuğumuzu, arkadaş listemizi, neleri sevip sevmediğimizi kiminle nerede ve nasıl zaman geçirdiğimizi vb. milletlerin yaşam kalitesinin analizini yaparak, parçadan-bütüne, bütünden-parçaya kendilerinin yararına “solution network analysis” (çözüm ağı analizi) yaparak globalleşen Dünya’nın istatistik bilgilerini en ince ayrıntılarını makro boyutta tutup stratejik kararlar alıyorlar ve en geç 20 yıl sonra Dünya’nın tek hâkimi olmayı planlıyorlar. Bu süreçte Mikro boyutta da ayaklarına dolanan onları hedeflerinden alı koyacak her bir bireyi bu teknolojileri kullanarak bazılarını yavaş yavaş bazılarını da anında yok etmenin peşindeler.

Biliyor musunuz? Hiç durmayacaklar şeytan onların kulaklarına hangi frekanstan fısıldıyor bilmiyorum ama Dünya döndükçe şeytanın askerleri olmaya devam edecekler.

Şimdi, gönüllerinde merhamet barındıran bizler mi asrın teknolojilerine sahip olacağız?

Yoksa! Bu teknolojilerle, Allah’a savaş açan, kalpleri mühürlenmiş, kulakları sağır, gözleri gerçekleri görmeyen azıcık bilgi ve teknoloji ile Dünya’yı yakıp yıkan, kan gölüne çevirenlerin mi?

Selam ve dua ile Allah’a emanet olun..