Ruhumuzu geri verin! Madde çöplüğünde öğütülmüş olmak bize göre değil… Bize göre değil köksüz, asalak mahlûklar gibi nefes alıp vermek… Ve bize göre değil! Hakiki amacı dağların arkasında kalmışlar gibi… Hayıflanıp… Bahaneden bahaneye ip germek…

Özne makamımızı elimizden almanıza hiç ses çıkarmayacağımızı mı sandınız? Bizi nesneleştiremeyeceksiniz! Eşref-i mahlûkat olan biz… Sizin taktığınız şeytani çelmelerle, aşağıların da aşağısına yuvarlanmayacağız… Çünkü… Yaradan’ın kulu olduğumuzu unutturmaya kursanız da üzerimize boca ettiğiniz mancınıklarınızı… Amentü kalkanıyla parçalar geçeriz elhamdülillah!

Evet! Sizin çokça münafık işbirlikçiniz vardır. Çokça hınk deyiciniz… Ve çokça bozacınız! Ne kadar örterseniz örtün üstünüzü… Gün ışığında ayan olur şer tabiatlı mizacınız…
Ruhumuzu geri verin! Her şeye müsait hale getirilmekten daha büyük zûl mü var? Bu nisyan fırtınası kaç mevsim daha eser ki? İlla ki yatağını şaşıran ırmaklar, bir gün istikametini bulur. İfsad furyasının da nesli kesilir bu zaman tarlasında… Alın! İstemiyoruz verdiklerinizi… Teknoloji fırınında tütsülenmiş zokalarınız sizin olsun! Yapaylaştırdıklarınızı da alın gidin hanemizden… Deri değiştirip dursanız da yılansızınız vesselam! Suret-i haktan görünmeye çalışsanız da boş! Her zerrenizle baştan ayağa kuyruklu yalansınız
Göz bağlarsınız illa ki… Lakin gönül gözüne hükmünüz geçmez ki! Belki bir dem aldatırsınız… Bir lahza ele avuca alabilirsiniz avınızı… Hatta galip de gelebilirsiniz… Çokluğunuz karton kulelerden daha mı kavi? Lakin unutmayın derim… Zira biz, galiptir bu yolda mağlup düsturuyla maveraya göz kırparız her dem… Yeis yoktur kitabımızda… Hoş… Kitapsızlar bilmez… Bilmediklerini de bilmezler!
Zeval ile kemal arasında döndürülüp duran şu fanilikler diyarı… Gülse de yüze güven olmaz! Kim demiş ki açılan çiçek solmaz? Bozmaya muktedir olduğunuzu düşündüğünüz her ayarı… Aslına rücu ettirecek olanın elinden kurtuluşunuz var mı sanırsınız? Uyduruk tarihinizle nereye kadar oyalayabilirsiniz ki hakikate susamışları? Sizin önceki zamanlarda yerle yeksan edilmişlerden bir farkınız yok ki! Hep aynısınız… Sizin ki bile bile lades… Her zerrenize tutunmuş taharet bekleyen nice hades
Ruhumuzu geri verin… Sislere boğmak üzere tesis ettiğiniz sisteminiz başınızda paralansın! Dünyayı kötürüm etmekten gayrı neye çalar kaleminiz? Kör döğüşüne sürdüğünüz kalabalıkların altında kalacağınız günler yakın… Yeryüzünü… Gökyüzünü… Suyu, toprağı, havayı… İstismar ede ede diktiğiniz Babil kuleleri… Çatırdarken… Son pişmanlığınız fayda vermeyecek… Bu hikâyenin sonunu biliyoruz biz… Bu sebepten seyrediyoruz sizi… Sessiz… Sessiz…

Üstad Necip Fazıl’ın gönül diliyle diyoruz ki:
Kırılırda bir gün bütün dişliler,
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim!
Gökten bir el yaşlı gözleri siler,
Şenlenir evimiz barkımız bizim!