Bütün dünya inceden inceye kapana kısıldı. G-20 zirvesi kararları sonun başlangıcı olabilir mi? Güç (?) sahiplerinin bütün bir dünyanın ahvalini belirleme cüreti… Neyin nesi? Son üç asırdır hep belirli bir mihrakın dediğini dayatması… Bu düzen(sizliğ)e hiç tık çıkmaması… Ya da çıkıyormuş gibi olup uyaroğlu halleri… İyi de ne oluyor? Bütün dünyayı ilgilendirecek mevzularda belirli bir grubun racon (?) kesmesi ne anlama geliyor?
Tahterevalli misali… Uçlarda semirmiş ülkeler… Obez gövdeleri ve kanlı tırnaklarıyla… Bir o yana bir bu yana savurup duruyorlar koca küreyi… Maksadını aşan bir plan… Fıtratı aşan… Şer üstüne şer koyarak çıbanlaşan…  İlla ki şeytanın kuyruğunda dolaşan… 

Her şeyin kiralık… Her şeyin programlanabilir… Ve her şeyin tam kontrol altına alınmasına çıkan bir kapının önünde duruyor insanlık… Kahir ekseriyetinin mahiyetine vakıf olmadığı bir eşikten içeriye itilecek olması… Ne akıl ne de gönül için kabullenilebilir değil! 
Milyarların hipnoz oyunlarıyla bigâne bırakılması… Elbette meydan açıyor bu şebekeleşmiş anlayışa… Oyunu kuranların akıl oyunlarıyla kutsanmış kavramlar eşliğinde… Önümüze bırakılmış oyuncaklarla uğraşırken… Başka bir boyutta başka şeyler cereyan ediyor.
Meydanı boşaltmanın yolunu, asırlardır ifrat ve tefrit arasına gerdikleri ipe boncuk gibi dizdikleri insancıklar(!) sayesinde bulmuşlar. Manipülasyona yol veren bilim ve istatistik ise her zaman kullanışlı koltuk değnekleri olarak bu manzarada yerini almış, alıyor, alacak da… İtidalin sakatlanması, insanlığın sakatlanmasına kadar uzayan bir süreç… 
Yalanı gerçekmiş gibi pazarlama üzerine kurulu bir dengenin gide gele aşındırdığı dünya… Doğrulanmış gerçekler(?) eliyle salt hakikatin taca atılması… En nihayet her şeye biraz su katılması… Bunun tabii neticesi olarak sahteliğin hükümran olduğu bir iklimde suni meseleler ile çarşafa dolanan efkâr-ı umumiye… 
Özgürlük teranesi altında esaretin destanı yazılıyor kaç asırdan beri… Her şeye format atılıyor. Bala tuz katılıyor! Dijitalizm eliyle kul köle olmaya doğru itiliyor insanlık… Bu kadar kuşatılmışlık niçin ağır gelmiyor acaba? Ziftle sıvanan kalp gözünden mi? Yoksa itinayla bulandırılmış zihinler yüzünden mi? 
Kolaylaştırılmış hayatlar… Kapana konan peynir mesabesinde… Rağbet… Edilmesi gerekenler üzerinden çoktan aşırılmış! Acaba? Demeye dahi cesaret edemez hale getirilişin arkasında nasıl bir çark dönüyor? Her şey paket halinde bu tuhaf işleyişte… Elzem olan ile uzak durulması gerekeni iç içe sarıp sunuyor işleyiş… Kadim kıssanın tekerrürü misali… Elmadaki dişleyiş!
Her ne kadar canımız sıkılsa… Kafamız karışsa… Bir lahza gönlümüz bulansa da… Her şeyin sahibi olan Allah… Şerlilerin şerrini başlarına geçirecektir… Bütün dünyayı kendilerine kul etmek amacıyla yola çıkanların cüretine karşı, cılız varlığımıza rağmen “hadi oradan!” diyecek gür, yenilmez bir irade ve sesimiz… İlhamını, nasip edilmiş bu imandan almakta Elhamdülillah…  Rahmetli Seyyid Abdülhakim Arvasi, "Hiç bir amelime güvenmiyorum, lakin Allah'ü Teâla’nın düşmanlarına düşmanlığım var." diyerek yol göstermiş… 
Yaradan’a savaş açanların, fikriyattan, giderek fiiliyata geçtiği bir devirde yaşayanlar olarak… Umarsız ve adamsendeci kalamayız. Hoş komplo(?) sözcüğü her fırsatta sorgulayıcı yüreklere atılan bir sapan taşı ama olsun… G-20 kararları enine boyuna tahlil edilmeden, neyin nereye varacağı, neye kast edeceği konuşulmadan oldubittiye getirilemez. Vebal yüklü zamanların insanı isek –ki öyle- kapana kendi ayağımız ile giremeyiz. Yoksa halimiz fıkraya konu olan Temel ve muz kabuğundan öteye geçmez! Ölçü ve dengelerimizi belirleyen çerçeve ne ise… Durduğumuz yerde orası zira…
Hoş, biz bunca suali mukadderin neresindeyiz?