Mevziyi kaybeden, mevzuyu da kaybedermiş... Gidenler gelir, gelenler gidermiş... Bu dünya ilk günden beri hep devredermiş.

Mevsimlerin sırası şaşmaz ya! Bu sebepten hayret makamında şaşmamak lazım kul kısmına... Olan, olacağın posta güvercini nihayet... Her darlık peşine bir genişlik takmış geçip giderken, ardına bakmadan esen rüzgâr tabiatıyla nasıl da barışık! Şu fani dünyada sanmayın ki her iş karışık... Ayan beyan görene, olan bitenden köre ne!

Bilmek akıl, irfan gönül işi... Bu sebepten kırılırmış, muhallebi yerken çok bilenin dişi! Hoş! Bilenin de bildiği yanıldığına yetmez imiş... Bilmekten, bilebilme ihtimalinden yorgun düşer mi insan? Yorgun düşer mi bilinmez amma yorulan elbet düşer. Düşenin dostu olmaz derler ya... Dostun düşmanın vasfının karıştığı yerde, ayakta olmak ne manaya gelir? Soğuyan çökerken, sıcak çarnaçar yükselir. Ariflerin sırrı galiba ılık kalabilmekte... Yoksa bu sabit kadem halin izahı yok!

Arıların ahvali, intizamın seyridir doğru yerden bakınca... Bahar, kıvranan tomurcuklara kına yakınca... Çiçek ile yaprağın türküsü örter bahçeleri... Tohumun sancılı seferinin başladığını ilan eden uzun günler... Uzayan gölgelere aldananlar için telafi olur mu? Pişmanlık, herşeyi yerli yerine koymak için kâfi olur mu?

Nikotin bulaşığı nefeslerle çıkılan her yokuş... Söylenmemiş sözlerin avareliğinden izler taşır. Sığırcık sürüleri gibi başa üşüşen efkâr bulutları yağmur getirmez amma... Yağmurun ayak sesleri kirpiklere dolaşır. Zaman, kirmende eğrilip iplik iplik teslim olan yün kesilir sonra... Lüzumsuz bir öfke tutar yakamı... Bir onlar basamağı daha mı? Şaka mı?

Kalabalıklar içinde bir başına... Sürüklenip gidersin hece taşına! Heybendeki azığın bittiği yerde, ne dışın içine sığar ne de için dışına! Hâlbuki sığıntıdan öte mevkiin olmamıştır. Kim demiş güz gelende gül solmamıştır!

Güz kokar sokaklar gün batarken... Gecenin hüzün taburları tüfek çatarken... Sehere erişmek muamma çok defa! Bu susuş... Ne cehalet, ne bıkkınlık, ne küslük, ne de cefa!

Susmak... İnceden inceye her yaraya şifa!