İstanbul Daru’l-Fünûnu İlahiyat Fakültesinin kapanmasından 16 yıl sonra 1949’da İlahiyat Fakültesi bu defa Ankara Üniversitesine bağlı olarak 21 Kasım günü açılmıştır. Ankara Üniversitesi Senatosunun bir İlahiyat Fakültesi açılması hakkındaki kararını müteakip 3

Mayıs1949’da zamanın hükümeti şu gerekçe ile kanun teklifini Türkiye Büyük Millet Meclisine getirmişti:

"Din meselelerinin sağlam ve ilmi esaslara göre incelenmesini mümkün kılmak, mesleki bilgisi kuvvetli ve düşünüşünde ihatalı din adamlarının yetişebilmesi için lüzumlu şartları sağlamak maksadıyla memleketimizde de garptaki -örneklerine benzer bir İlâhiyat Fakültesinin kurulmasını kararlaştıran Ankara Üniversitesi Senatosu, bu fakültenin şimdilik geniş tutulmasında zaruret olmayan kadrolarını ilişik cetvelde görüldüğü şekilde tespit etmiştir…”

Batının zorlamasıyla çok partili hayata geçip halktan oy almak mecburiyetinde kalınca, baskıcı ve yasakçı din anlayışından göstermelik de olsa birtakım tavizler verilmeye başlandı. Mesela hacca gitme yasağını kaldırdı, yeniden okullara din dersleri koymayı ve İlahiyat Fakültesi açmayı kararlaştırdı.

Dönemin Milli Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu’nun, “İlahiyat Fakültesi”nin kuruluş gayesine dair Meclis’te yaptığı bir konuşmasında esas amaçlananları görebiliyoruz.

Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu kanunla ilgili olarak yapılan konuşmalarda Banguoğlu:

"Bir İlahiyat Fakültesinin kuruluşunda düşündüğümüz en esaslı nokta şudur arkadaşlar: Bu gün üniversitelerimiz camiası içerisinde –ki bir ilim camiasıdır- kurmak istediğimiz bu müessese, Atatürk inkılabının bizi ulaştırdığı yeni medeni ve içtimai hayatı, şartlarıyla mütenasip ve yeni cemiyetimizin hüviyetine layık bir müessese olacaktır. Zaten bunun içindir ki bütün Garp memleketlerinde ve yeni yeni Şark memleketlerinde olduğu gibi bizde de İlahiyat bilgisi veren müesseseyi üniversitenin’ camiası içinde kurmayı düşünmekteyiz. Bu düşünce hattı zatında bazı arkadaşlarımızın endişelerine cevap verecek mahiyettedir. Biz memleketimizde eski medrese tarzındaki tedrisatı yeniden canlandırmak ve onun yetiştirdiği tarzdaki adamları yeniden yetiştirmek düşüncesinde değiliz. Bundan kat’i olarak ictinap kararındayız. Mektep ve medrese yüzyıl müddetle, tanzimattan bu yana yanyana çalışmışlar ve memleketimizde iki türlü zihniyete sahip insan yetiştirmişlerdir. Bu iki türlü zihniyet sahibi insan bir asır boyunca süren dâhili bir zihniyet mücadelesi içinde yuvarlanmışlardır. Tesisine teşebbüs ettiğimiz İlâhiyat Fakültesi bu zihniyetle çalışan bir müessese olmayacaktır. Memleketimizi, münevverlerimizi yeniden bu zihniyet mücadelesine asla düşürmemek kararındayız. Bu ilmi camia içerisinde teşekkül edecek bu müessesenin yetiştireceği yüksek din adamları sivil ve asker bütün münevverlerimizle aynı zihniyette, aynı emelde insanlar olacaklardır…

Bu itibarla İlahiyat Fakültesi müspet bir ilmi camia içerisinde kurulacak ve bazı irticai hareketlere cesaret ver~ek şöyle dursun, onları menetmek, onları selbetmek ve onları yok etmek fonksiyonunu icra edecektir. Tanzimattan bu yana kurulmuş bütün müesseselerimiz gibi İIâhiyat Fakültesi de bir meşale olacaktır ve hurafeciler bu meşaleden yarasalar gibi kaçacaklardır.

İlimden bu memlekete hiç bir zaman zarar gelmemiştir. Yeniden bir ilim meşalesi yakıyorsunuz, bu meşaleden de ancak fayda hâsıl olacaktır. Ancak ışık, aydınlık hâsıl olacaktır."

* * *

Dijitalleşen / Deccalleşen gündelik yaşantılarımızda artık mutlu olmanın sırrı  "zevkin sınırsızlığı " ve " herkes tarafından erişilebilir " olması üzerine kurgulanmıştır. Freud'un çocukluk dönemine özgü olarak tanımladığı  "çok, biçimli sapkınlık" günümüzde yetişkinlerin yaşamlarında  olmazsa olmaz bir süreç olarak varlığını sürdürmektedir. Kitleler zevk odaklı bir hayatın peşinde koşmaya şartlandırılmaktadır. Kapitalizmin insanları kar odaklı, kar amaçlı güdülemesi sonucunda artık  dindar değil sapkınlaştırılmış nesiller oluşturulmaya çalışılmaktadır. İslamiyet huri ve şarap dini değildir. Yunus Emre'miz: 

"Cennet Cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri İsteyene ver sen anı, bana seni gerek seni" demiştir. 

Küresel kapitalist kötücül kurumlar tarafından din de  fetişist'leştilerek " cinsel haz ya da cinsel doyum amacıyla" kullanılan öznellikten uzak  bir nesneye  dönüştürülmektedir. İnsanlar, çok uzak zamanda yaşanacak olan uhrevi olana yönelmek yerine "şimdi burada" yaşanan dünyevi olanda mutlu olma derdindeler.  Tarikat ve cemaat mensubu dindarlar da uhrevi olanda vaat edilen cennete erişmek için dünyevi olanda aşılması gereken sınav'dan (imtihan) kaçmak yada kaçınmak adına Allah ve din algılarını kendi çıkarlarına uygun hale dönüştürmektedirler. Sakallı sarıklı ulema din bilginlerinin yerine sakalsız bıyıksız modern ilahiyat bilginlerinin özüne bakmadan sözlerinin al benilerine bakmaktadırlar. İlahiyat bilginleri, televizyonların baş köşelerinde bayan moderatörler eşliğinde cicili bicili din tasarımlarını izleyicilerin gönüllerine değil de akıllarına kör düğüm bir obsesyon olarak boca etmektedirler. Aşksız ve şevksiz tasarımlanan obsesif bir din, kitleleri uyuşturmak için ilahiyat fakültelerinin anfilerinden televizyonların ekranlarına aktarılmaktadır. Kuran ve Peygamber; televizyonlarda aşırı söz'leştirilerek (kelam), mutluluk ve zevk odaklı bireylere, her derde deva olarak sunulduğu müddetçe aslından ve özünden kopartılarak işlevsizleştirilmektedir. Din, aslında ve özünde her derde deva olmak yerine zaman zaman insanın başını belaya sokan olgudur. Din, zevk odaklı değil dert odaklı yaşanacak bir süreçtir. 

Derdi olmayan bir dindar öncelikle imanını sorgulamalıdır. Vaat edilen cennet; zevk, huzur, mutluluk ötelerdedir. Çabasız, emeksiz, alın teri yetmez yürek teri akıtmadan aşka ve şevke erişilmez. Üstad Sezai Karakoç'un dediği gibi "Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine" dünyasında; Allah'ın aşkına erişemezseniz denizlerdeki kumlar kadar servetiniz olsa da bir damla su kadar saadetiniz olmaz. 

İlahiyatçılar, küresel kapitalist kötücül güçlerin  eline ve kucağına düşmüş olarak sahte peygamberliğe soyunmaktadırlar. Televizyonlarda bilinçlerimize cennet rüyaları izlettirilirken irademize prangalar vurularak  bilinçaltlarımız cehenneme dönüştürülmektedir. Birey olamamanın sancılarını dindirmek adına hala dindar kalınmışsa  tarikat ve cemaatlere yönlendirilerek özgür irademiz elimizden alındığında sürü kitlesine katılmamız sağlanmaktadır.  Birey olamamanın sancıları sonucunda zihnimizin kaygı ve korkularından  kurtulamadığımızda da dinsizleşerek yine bir  ateist sürü kitlesi oluşturulmaktadır. Küresel kapitalist kötücül güçler, dindar ve dinsiz ateist sürü kitlelerini bilimsel kongrelerde yada medyada karşı karşıya getirerek ateist, deist, teist müsabakaları düzenlercesine birbirine kırdırmaktadır. İlahiyat, bireylerin erkeklerde eril kadınlarda dişil kimliklerinde tahribat yaratan bir eğitim sürecidir. Erkeklerin erilliği, kadınların da dişilliği din eğitimi adı altında reform (düzeltim) süreçlerine tabi tutulduğunda; Avrupa'da reform hareketleri sonucunda Protestanlık, Kalvenizm ve Anglikanizm gibi yeni mezhepler ortaya çıktığı gibi İslam'ın özünden sapmalar olarak yeni mezhepler, en yeni tarikatler ve en yeni cemaatler ortaya çıkmaya başlamıştır. 

* * *

Hristiyan dünyasında 16.yy.da Burjuvanın da desteğiyle Kilise ve Kral otoritesine karşı Aydınlanma hareketi başlatmıştır. Martin Luther ve Jean Calvin'in öncülüğünde Katolik Kilisesi'ne ve Papa'nın otoritesine karşı girişilen Reform hareketi'nin sonucunda Protestanlık doğmuştur. Hristiyanlığın Katoliklikten Protestanlığa dönüştürülme süreci gibi bir süreçle, küresel kapitalist güçler tarafından  İslam coğrafyasında da İslam'ın Protestanlaştırılması süreci istikrarlı bir şekilde sürdürülmektedir. İslam'ın devlet ile ilişkisini sekteye uğratarak İslamiyet'i Allah ile kul arasında yaşanan fantastik-mistik dünyevi bir din düzeyine indirgenmektedir. 

Hz Muhammed, Hz Musa'dan ve Hz İsa'dan farklı olarak kendi İslam Devleti'ni kurarak "Adil bir Düzen"in kurucusu olmuştur.  Hz Musa, Tih çölünde, Hz Harun'dan sonra öldü. İsrailoğullarını Arz-ı Mukaddes'e sokamadı. Hz İsa sonrasında Hristiyanlık ise  Roma İmparatorluğu tarafından kuşatılmış bir dindir. Roma'nın Hristiyan Olması MS 313 yılında, imparator Konstantin diğer pek çok dinle birlikte Hristiyanlığa da yasal statü kazandıran Milano Fermanı'nı yürürlüğe soktu.  Haçlı güçleri diyebileceğimiz güçler ise bugün Va’dedilen topraklar  "Arz-ı mev’ûd"; Lübnan, Irak, Suriye ve Fırat havzasında Hz Muhammed'in emaneti topraklarda Müslüman kanı akıtmaktadırlar. 

İslam'ın coğrafyasında bitmez tükenmez bu savaşlarla müslümanların genetiği ile oynanmaktadır. Kapitalist küresel kötücül güçler tarafından İslam'ın özü uhrevi olandan arındırılıp dünyevileştirildikçe erkeklerin erilliğinde, kadınların da dişilliğinde gedikler, boşluklar yaratıldığında İstanbul'un fethinin yani 1453'ün intikamı alınmış olacaktır. Bıkmadan usanmadan Ankara siyaset kulislerinde duyulur umuduyla söylemeye devam  ediyoruz. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, İstanbul Sözleşmesi,  6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, İslam'ın son kalesi olan aile'mizin göğsüne Batı tarafından saplanmış bir Haçlı kılıcıdır. Kılıç yaramızı iyileştirmedikçe, ailelerimizde babalar baba değil, anneler de anne değil, çocuklar da çocuk değil olacaktır. Ailelerimizde kadın ve erkek arasında güç ve iktidar savaşları sona erdirilmeden kadına şiddet sorunu asla çözülemeyecektir. 

Hendek savaşında varlık yokluk savaşı veren müslümanlar bir türlü kıramadıkları kayayı haber verdiklerinde  Komutan Peygamberimiz Hz Muhammet, bu kayayı üç hamlede kırdığında Şam adına, İstanbul adına, Roma adına müjdeler vermiştir. 

Yıl 1480. 1453'te İstanbul'u fetheden Fatih Sultan Mehmet, İtalya'nın ucundaki Otranto'yu ele geçirmeyi kafasına koymuştur. Gedik Ahmet Paşa'nın topları kentin surlarını döverken kenti korumakla yükümlü İspanyollar kaçmışlardır; kurtarıcı Dük Alfonso ise ortalarda yoktur. 

İtalya’nın Otranto şehrine kadar uzanan Fatih’in eli, İtalya’yı tamamen zaptedip, Papa’yı avuçlarının içine alarak, tıpkı Ortodokslar gibi Katolik dünyasını da tamamen kontrol altına almak istemiştir. Doğu Roma’ya (Bizans) son veren Fatih, asıl Roma’yı da fethetmek istemiştir.

27 Nisan 1481’de ordusunu büyük bir sefer için hazırlayan ancak seferin nereye yapılacağı hakkında kimselere birşey söylemeyen Fatih, 49 yaşında ve son derece sağlıklı bir insan olmasına rağmen daha seferin başında hastalanmış ve 4 Mayıs 1481’de ordusu Gebze dolaylarındayken hayatını kaybetmiştir. Fatih Sultan Mehmet, çıktığı bu gizemli seferin başında bir   Rûm hekim tarafından zehirlenerek öldürülmüştür.

* * *

İslam, ilahiyat dini değil fetih dinidir. İslamiyet televizyonlarda anlatılacak bir din değildir. İslamiyet savaş meydanlarında yaşanacak bir dindir.  Hz Muhammet, sarık sakal derdinde olan bir peygamber değil; diğer peygamberlerden farklı, son peygamber olarak devlet kurmuş ilk ve tek peygamberdir. Hz Muhammet, bir peygamber olmanın ötesinde devlet kurmuş komutan bir peygamberdir. Bedir'de, Uhut'ta, Hendek'te kılıcını sağa sola sallayarak düşmanla dövüşmüş bir peygamberdir.  Uhud Savaşı'nda Peygamber Efendimizin dişi çadırında otururken değil düşmanla göğüs göğüse çarpışırken kırılmış ve yanağı yaralanmıştır. 

İslam, yürekli erkeklerin şefkatli kadınların dinidir. İslam'da korkaklara asla yer yoktur. Özetle İslamiyet kuruluşundan bugüne, bugünden kıyamete değin fetih dinidir. 

Suriye'de, Kuzey Irak'ta, Libya'da, 
Doğu Akdeniz'de mavi vatan sınırlarını çizen Türk'ün imanını yedi düvele haykıran İslam'ın muzaffer ordusuna selam olsun. İslam'ı Afganistan'da, Irak'ta, Suriye'de, Libya'da vuran güçler galibiyetlerine erişemeden Türk imanını göğsüne siper etmiş İslam'ın muzaffer ordusu  2050'de Roma dediğinde zafer kıyamete değin İslam'ın olacaktır. 

Türk'ün ebedi ve ezeli büyük ülküsü: 

Kızılelma'mıza selam olsun.

OKUR-SANIZ:

İnsanlığın Yahudileştirilmesi: 

Türkiye’de feminizm aç parantez kadın hakları, kadın ve demokrasi çalışmaları; toplumsal cinsiyet eşitliği çabaları ister sol ister muhafazakâr kesimde hız kesmeden artarak devam etmektedir. Bu dernekli ve örgütlü çalışmalar sonucunda babalarının çocukları yerine annelerinin çocukları dönemi başlayacaktır hatta başlamıştır bile diyebiliriz.

Sözün özü: Eşcinseller, insanlığın Yahudileşmesi (Yahudileş(tiril)mesi) sorunudur.

https://www.habervakti.com/insanligin-yahudilestirilmesi-makale,1070.html

Televizyon Dini: 
 

Din, televizyonda anlattıkça değer ve anlam yitirir. İnsan ruhu televizyondan güçlenmez ve beslenmez aksine uyuşur, uyuşturur. Televizyonda anlatılan din afyondur. Televizyon konuşulmaması en gereken dindir. Televizyondaki Afyon/Din satıcılarına itibar ederseniz ruhunuzu kaybedersiniz. Karar sizindir uyuşmuş ve uyuşuk dininizle cennete gidiyoruz sanırken cehenneme kadar yolunuz var.

https://www.habervakti.com/televizyon-dini-makale,1325.html

Dindar nesil değil çocuk tanrılar nesli:
 

Çocuk değil tanrı doğurmuş annelerinin ve "Otorite"si yerle bir edilmiş babalarının birbirleriyle çatışmalarını tiyatro seyreder gibi ömür boyu seyreden çocukların deist ve biseksüel bir nesil olmasına şaşırmamak gerekir. Önümüzdeki dönemde Milli Eğitim Bakanlığı, Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Yükseköğretim Kurulu (YÖK) “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi”ni desteklemeye devam ederse, çocuklarımızın cinsiyetleri adeta kurban edilecek ve düzeltilemez çok büyük bir sorunla millet olarak karşı karşıya kalacağız..

https://www.habervakti.com/dindar-nesil-degil-cocuk-tanrilar-nesli-makale,1193.html?fbclid=IwAR1EMaePZmlXC9Nj9oR63JeTsc9xuO5iLpPbNBKVmsE7u0R_q6vxXMlMrLM