Agnostizm yani bilinemezcilik...

Agnostizm yani bilinemezcilik... Giderek bu çukura yuvarlanır gibiyiz. Sanki üçyüz yıldır o -izm senin bu -
izm benim, liman liman dolaşan pusulasız gemi misali...

Aslında bu hale, torna tesviye anlayışı ile her gelenin yontma hevesiyle geldiğimizi üzülerek tespit etmeli.
Boz-yap tahtasına dönen ruh ve fikir zemininden bilinirlik çıkması beklenemezdi. Bütün dengelerin altüst
olduğu bir mecrada, her fiil düğüm üstüne düğüm atmaya hizmet etmiş, bu kesin!

Mukallidlik ilk emare olarak görülse de; köklerinden çürüyen ağaç gibi, meyveye duran bir kaç dalın
varlığı erken teşhise set çekmiş ne yazık ki! Uyaroğlu mantığını kılavuz edindikten sonra çözülmenin
durdurulamaz düşürücülüğü âkıbet olmuş. Tıpkı ayağına taş bağlayıp suya atlayan adam gibi...
Bilinemezciliğimiz, günlük konuşma dilinde örtülü de olsa kendini ele veriyor. Zira hepimiz her gün
kimbilir kaç defa "bilmem ki", "bilemiyorum", "bilemedim" gibi fiiller içeren cümleler kuruyoruz.

Bilinemezcilik gölgesinde omurgasızlaşıyoruz belki de... Bir çizgi sahibi olmanın netliği, ağır geliyor olmalı
ki; gri alana kayarak, bilememek zırhıyla akıntıya bırakıyoruz kendimizi. Yahut tam aksine bilinemezlik
sarhoşluğunda herşeye kayıtsız kalabiliyoruz. Son yıllarda çokça konuşulan "zombilik", kayıtsızlığın kod
adı olsa gerek!

Agnostizm, estetik ameliyatla herkesin yüzüne iliştirilen, o donuk, hissiz, mimiksiz, bol botokslu ifade
gibi; seciye yoksunluğu paydasında basit kesirlere çeviriyor bizi! Güven duygusunun hoyratça tüketildiği
bir atmosferde, kullanışlı bir avatar! Maskeli baloya dönmüş toplumsal birliktelik, bir koroya benzetecek
olursak; icra edilen eseri dinlemek hatasına düşene, "müzik müzik olalı böyle zulüm görmedi" dedirtecek
raddeyi zorluyor. Bu mevzuyu tefekkür edince, maazallah; aklıma, hep sahile vuran balina sürüleri
geliyor.

Üç yüz yıldır bitmeyen bir uyum sürecinin, uyduruk neticesiyle başbaşayız. Mahviyet pastamızın üzerine
konulan çürük küresel çileklerse cabası!

Neyse! Bu pilav çok su kaldırır. Agnostik(!) bir Âşık Mahzuni Şerif türküsüyle bağlayalım Türk'ün ahvâlini:


"Mevlâm gül diyerek iki göz vermiş,

Bilmem ağlasam mı ağlamasam mı?

Dura dura bir sel oldum erenler,

Bilmem çağlasam mı çağlamasam mı?"