Son günlerde iki haber sizin de dikkatinizden kaçmamıştır. Zavallı bir kediyi işkence ederek katleden cani ile kamyoncu terörüyle oruçlarını ecel şerbetiyle açan dört kişilik aile...

Haber mecralarında iki hadisenin işgal ettiği zaman ve gündem oluş ne kadar tuhaf! Her iki hadisede zulüm ve cana kıyış var lakin terazinin kefeleri ne kadar dengesiz! Hoş! Dengeye sahip neyimiz kaldı ki?

İnsan çoğaldıkça insanlık karaborsa! Kıymet-i harbiye sahibi olmak için kedi mi olsak? Yok yok! Rayından çıkan değerler sistemine bakıp bakıp saç baş mı yolsak! Bir pisicik bu kadar infiali hak ediyor amenna. Pisi pisine kamyon terörüne kurban giden dört can için infial lükse kaçıyor demek!

Şehrin en iç güzergahları kamyon, tır ve bilumum ağır vasıta için günün her saatinde parkur olmuş. Onlardan arta kalan boşluklar şehrin sakinleri için. Trafik keşmekeşinden şikayet ederken, mevcut manzara hayli absürt! Ağır vasıtaların nobran seyr-ü seferine rağmen akıp gitmeye çabalayan binek araçların hali, hindiler arasında debelenen civcivler misali.

Eskiden, falan falan saatler arasında ağır vasıta giremez diye uyarı levhaları olurdu bolca... Bırakın ana arterleri, en basit mahalle aralarında bile damperli hafriyat tırları, sanayi yahut uluslararası lojistik konteyneri yüklü tır yahut iri kıyım kamyonlar hoyratça cirit atıyor.

Bu durum, ne akla, ne mantığa ne de vicdana sığacak gibi değil! Denge, bu üç unsurun varlığında çimlenen bir tohum. Ve halimiz her geçen gün daha çorak!

Bir gün, Allah korusun aynı akıbete uğrama ihtimali olan insanların duyarsızlığı ise, söze hacet bırakmayacak kadar hazin.

Unutmayı sanat haline getirmişlik zamanı yudumladığımız. İçine sürüldüğümüz bir hayhuyun orta yerinde, avlanan kaplanların ruh eşiyiz çarnaçar. Açıklamaya çalışayım, bakalım savım yerinde mi?

Kaplan avcıları, tabanında jiletimsi keskinlikte parçalar bulunan bir kabı sütle doldurup, kaplanın geçiş güzergahı olan bir yere bırakıp, bir izbeye gizlenerek beklemeye başlar. Zavallı kaplan sütün çekiciliğine dayanamayarak aç karnını sütle doyururken, kabın içindeki keskin parçaların dilini kestiğini fark etmez. Bu kesiklerden akan kan süte karışır. Zavallı kaplan içse de kap akan kanıyla dolduğundan ve bu şuursuzca içişin bir zaman sonra kan kaybından devrilmesine sebep olacağını bilmediğinden, kaçınılmaz son adlı çıkışı olmayan labirentte adil olmayan bir mağlubiyete uğrar.

Modern zamanlar denen hileli tasa, yenik düşen kaplanlar değil miyiz? Bir türlü kendi kendimizi tükettiğimizi anlamadan...

Burada beylik bir soru, damdan düşen kiremit gibi iniyor tepemize:

Tas ve kaplan malum da; avcı kim peki?