Sevgide serbestlik, saygıda mecburiyet vardır.

Bu sözü ilk duyduğum günden beri severim… Zira sevgi bir tercih meselesi… Bir tarafa meyletme hadisesi… Lakin saygı zoraki… Seçme şansını ortadan kaldıran bir husus… Fakat saygı hususunu bir tasdik gibi görmemek lazım… Bu yanlış anlayış ne yazık ki giderek yerleşti. Saygı kişiye duyulması gereken bir his iken, fiillere saygı duymak zorunluluğu varmış gibi bir algı maalesef pek çok soruna da kapı aralıyor. 

Saygıdan toplum olarak… Fert olarak ne anladığımız konusu her geçen gün daha garip ve tartışmalı bir hal alıyor. Hodbin, nobran, kaba-saba bir kalabalığa dönüşmekten kurtaramıyoruz yakamızı.

Mesela kaldırımda yürürken… Geçiş hakkımızı düşünmeden kaldırımı kaplayan gruplara hepimiz rastlıyoruz. İnsanları yol istemek… Müsaade istemek zorunda bırakan bir duruma düşürmek, anlayışsızlık, izansızlık öyle olağanlaşmış ki… Hakkınız olan geçiş güzergâhını kibarca talep ettiğiniz için bazen zılgıt yemekten kurtulamıyorsunuz. Hoyratlığı, düşüncesizliği, hak gaspını yapan siz imiş gibi bir de hatalı adam muamelesi görebiliyorsunuz. Bu kaldırım mevzuunda en can acıtanı da hayvan sever vatandaşlar… Hanım yahut bey efendi köpeğini sabah yürüyüşüne çıkarmış… (Köpeklerin kaldırımları kullanılmaz kılan idrar vb ifrazatlarının sebep olduğu gayrihijyenik(?) manzara bir bahs-i diğer…)   İki kişinin ancak yürüyebileceği kaldırımın bir tarafını kendisi bir tarafını köpeği işgal etmekte… Ve gerçekten acı ki… Çok defa bu umarsız hayvan sever-sayar vatandaşların insan sever ve sayar olup olmadığını düşündürecek bir biçimde… Ağrınıza gide gide bir köpeğe yol vermek gibi acayibin acayibi bir anı yaşayabiliyorsunuz. Şimdi bu yorum üzerine hayvan sever kitle tarafından ister misiniz linç olalım? Tövbe tövbe… Çinlilerin meşhur bir bedduası varmış “Tuhaf zamanlarda yaşayasın” diye… Bizim ki de o misal…

Saygı konusunda defosu büyüdükçe büyüyen bir cemiyetiz… İtiraf edelim! Kendimize saygı duymayı terk ettiğimizde başkalarına duymamayı bir eksiklik olarak görmüyoruz. Toplu taşıma araçlarında –malum kalabalık…– başkalarını maruz bıraktığımız haller… Hayal edebiliyorsunuz eminim… Bu garabet örneklere satırlarımı israf etmek istemem… Bu vaziyetlerin ortaya çıkmaması için insanımızın önce kendine saygı duymayı yeniden hatırlaması gerek!

Moda tabir malum… Herkesin dilinde bir empati… Terk ettiğimiz lügatimizde diğerkâmlık… Diğerkâmlık, başkalarını da kendisi kadar düşünme, başkalarını da kendisi kadar sevme ya da başkalarının yararını da kendi yararı kadar gözetme anlamında... Biz… Kabul etsek de etmesek de menfaatin değirmenine su taşımayan hiçbir şeyi önemsemiyoruz. Aksine bizim hoşumuza giden, kendi kendimize onayladığımız ve olağan gördüğümüz her şeyin, herkes tarafından kabul görmesi gerektiğini düşünüyor, inanıyor… Üstüne üstlük bu çerçeveye zinhar eleştiri kabul etmiyor… Bu da yetmezmiş gibi… Aksi söz ve fiilleri saygısızlık olarak nitelemekten geri durmuyoruz. Üstü örtülü bir narsizm ile işgal edilmişiz de haberimiz yok!  

Sevginin bir tercih olduğunu söylerken… Sevginin varlığının, saygı hususunu rafa kaldırmadığını da unutmamak icap ediyor.  Bu noktada da tamire muhtaç hallerimiz çok! Şöyle bir düşününce… Aslında en büyük saygısızlığı sevdiklerimize yapıyoruz! Sevgi eseri olarak belki bu saygı dışı hallerimizi sineye çekiyorlar, mazur görüyorlar… Hâlbuki sevginin hürmetine, en büyük saygı hak ediş onlara layık değil mi? Hafif hasarlı dostluklarımızın (keşke dostluklarımızı da arabalar gibi ekspertize sokabilsek!) farkına dahi varmaksızın, belki duygusuz, kaygısız ve saygısız yuvarlanıp gidiyoruz. Nasıl olsa bizi çekerler, nasıl olsa bir şey demezler… Bu kadarcık kusuru da dikkate almayıversinler… Nasıl olsa sevgi ağır basar ve bizi terk etmezler… Ortada sevgi var ya… Hep yedekte… Hep elde… Sanarak… Kabalıktaki hacmimizi büyütüyoruz bilip-bilmeden… Bu büyütülüşün bir yansıması olarak saygıda zorunluluk kapsamına giren insanlara –belki kul hakkı başlığı altına bile girecek- ezayı reva görmekten imtina etmez bir sıfata bürünüveriyoruz.

Gündemde neler neler var… Adamın yazdığına bak! Dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ama… Ekonomiden siyasete, spordan sanata kadar konuşulacak sıkıntıların ve/veya mevzuların hepsinin temelinde saygı kavramına biçtiğimiz mana ve değer yok mu? Tahammülsüzlük, saygıyı yitirişin bir sonraki adımı hakeza! Birbirimizi umursamadan nasıl bir oluruz ki? Birbirimizi umursamak için… Bize ait saygı tarifinin yeniden yeşerdiği bir mecrada… Diğerkâm olmanın kıymet ve ihtiyacını her zerremizde duymadıkça… Manevi muhasebe defterimizde kayıp hanesi uzayıp gidecek… Maazallah…

Değer mi gelip geçen fani dünyada? 

Değmez elbet deyip Rahmetli Abdurrahim KARAKOÇ üstadın hikmet mahsulü mısraları ile bağlayalım sözü:

“Ömür dediğiniz nedir?
Üç gün hilal, üç gün bedir
Haftaya boş kalır sedir
Say bir karış, say bir adım
Geçti gitti, anlamadım.”