Yalanlar hayatımızın bir parçası haline geldi. Yalan dünyada yalanın binbir türlüsünü göre göre kanıksadık sanki… Bu kadar hay huyun arasında güme giden gerçekler… Gerçeklerin de ötesinde hakikatler var.  

Dilin kemiği yok derler ya… İş döner dolaşır dil belasını bulur. Kabahat dildedir deyip geçilebilir. Bir kerecikten bir şey olmaz da denilebilir. Ama kırk gün üst üste söyleyince oluverdiği de var.  

Dijital fırtınanın tam ortasında… Bir hortum gibi bizleri sararak meçhul mevkilere ve mai hülyalara savuran… Yalanın binbir rengi değil mi? Pembe yalanlar… Beyaz yalanlar… Öylesine masum ifadecikler var ki… İnsanın acıyası ve merhametle kabullenesi geliyor.  

İyi niyetin açtığı kapıdan giren istismar eşkıyası… Yumuşatılmış yalanı kullanmakta pek mahir dünya kuruldu kurulalı… Yalandan kim ölmüş derler ya bir de… Evet, öldürmese de süründürebilir. Bir yalanın anatomik yapısına bakınca… Bir aldatan bir de aldanan olması gerekiyor. Hoş… Bu fasık denklemde aldatan rolünü oynayan da örtülü aldananlar arasında yer aldığının farkında değil!  

Birileri bu hayatı kandıra kandıra anlamlı kıldığını zannederken… Birileri de kana kana hayatın çıkmaz sokaklarında ne aradığını bilmeksizin… Şaşırtılmış pusulasıyla ilerlemeye çalışır. Kul kısmı bu… Aldana aldana aldatmaya da alışır. Sözün özü… Yalan bir kere sirayet etti mi bünyeye (-ki bu kişi ya da cemiyet olabilir) her şeye müsait hale evrilmek kolayın da kolayı oluverir. Sonrası mı? Olur olur gider! 

Halep oradaysa arşın burada atasözümüz malum… Fakat… Sanırım… Bombalana bombalana harap olan Halep ile birlikte… Yalana set çeken havsala da buhar olup gitti. 

Yalanların binbir çeşidi var muhakkak… Bilimsel yalanlar, filmsel yalanlar, atılan yalanlar, tutulan yalanlar… Say say bitmez… Bir yalanı mesned tutarak bir ülkeyi şeytanlaştırabilir hatta işgal dahi edebilirisiniz. Bir yalan üzerinden çok kallavi bir manipülasyon ile ekonomik, siyasi ya da toplumsal bir fesadı körükleyebilirsiniz. Nihayetinde sıkıştığınız ya da foyanızın meydana çıktığı yerde inkâr yahut bir özür ile… Hiçbir şey olmamış gibi geçip gidebilirsiniz. Kimsecikler de size “hop hemşerim!” demez. Malum insanoğlu nisyan ile maluldür. 

Yalanın maliyeti yoktur nerdeyse… O sebepten çokça dolaşır çarşıyı pazarı… Emin, emanet, itimat vb hasletler artık iltifat cümlelerinin parçası haline geldiğinden… Alelade günlük hayatın akışında vücut bulup serpilemez. Göze de batmaz. Kazara batarsa da aşırı dürüstlük hastalığına yakalanan zavallıya “saf” deyip geçerler. Yalana tevessül edip aldatmayı sanat haline getirenlere nedense “uyanık”, “iş bilir”, “akıllı” adam(?) muamelesi yapılır. Yalanı meşrulaştırmak gibi bir bilinçaltı problemimiz olduğunu düşünmemek mümkün mü bu ahvalde? 

Yalanın sarıp sarmaladığı bir iklimde ağaçlar meyve verir mi? Veriyorsa da şüphenin ayazında solup gitmez mi çiçekler? Gerçekler… Ah şu gerçekler… Ne kadar da mağdursunuz… Ve siz yalan dünyanın yalanları… Yalancıları… Dizine kadar zibilin içinde çalım ata ata gezinip duran horozlar kadar mağrursunuz…  

Yalan mı?