Fethin 570. Sene-i devriyesine de erdik.

Elhamdülillah…

         Hazreti Fatihin emaneti Yedi Tepe… Selatin camileriyle İslam beldesi olduğunu nakşeden ecdadın hatırası…

         Fetih sancaklarının rüzgârı eser hala semalarında… Bütün yozlaştırıcılıklara rağmen böyle dimdik… Haykıran bir şehir İstanbul… Duyabilen sakinlerine neler neler anlatır her an…

         Ayasofya’nın minareleri şehadet eder her ezanda… Sultanahmet şehadeti tasdik için aks-i sâdâ verir. Topkapı Sarayının girişinde, Bâb-ı Hümâyun’da vurulan mehter aşkına… Titreyip kendine döner her seher!

Eyüp Sultan avlusunda zikreden güvercinler fethin aşkına çırpar kanatlarını… Bir köşeciğe oturup bir lahza tefekkür eylediğinizde… Eyüp Sultanın medfun ahalisinin ruhlarını hissedersiniz içinizde… Hem bir hoşluk hem bir ürperti alır sizi… Başınızı avlunun girişine çevirdiğinizde emaneti devralmazdan evvel kılıç kuşanmaya gelen Yavuz Sultan Selim eşikten içeri giriyor zannına kapılırsınız… Ya Resulü Kibriya’yı (s.a.v.) evinde ağırlamak saadetine erişen büyük sahabinin mekâna verdiği latif his… Müjdelenmiş fethin şahitleri… Bizlerden ümidini kesmez… Bir an ayağımız kayacak olsa… Hatırımıza düşerler de… İstikamet üzere kalmamızda ikazcı vazifelerini aksatmazlar… Yoksa bunca mezar taşı ne diye dikilmiş olsun ki?

Üsküdar… Başından sonuna kadar seyreylediği fethi… Sanki yamacına torunlarını toplamış da o günleri anlatan piri fani bir dede misali… Bir anını bile atlamadan… Terennüm etmez mi?

Süleymaniye… İhtişamın içine saklanmış tevazuuyla, Kılıç Ali Paşa Camiine, bilinmedik bir lisanda bir nida savurur. Öyle ki… Bu nidanın tazyikiyle boğazın lacivert sularına nispet edercesine rakseden martılar sendeler. Kadırgalar yelken açmış, köpükleri yararak sefere gidiyormuş gibi… Cezayir türküleri düşürür gönüllere…

Hamaset değil hakikat haykırır her eser… Taşlar dile gelir de… İstanbul’u İstanbulluktan… Sakinlerini Allah’a kulluktan… Etmeye niyet eden her hamlenin yolunu keser! Fatihlerin torunları! Diyerek haykırırlar… Unutana hatırlatırlar… Dalalete düşeni silkelerler… Gaflete dûçâr olanı keza… Bilge Kağan’dan Fatih Sultan Mehmet’e… Onlardan da bugüne uzanan bir ruh…

Orkun Yazıtları ne ise… İstanbul’un bağrında biterek bir gül bahçesine çeviren ecdad yadigârı her eser… Her bina… Her cami… Medrese… Çeşme… Asırlar sonrasına yazılmış bir mektup… Bir vasiyet… Bir ihtar… Bir yol haritası… Vazifesi görmez mi?

          Bize düşen… Aziz İstanbul’un anlattıklarını duymak… Duymakla kalmayıp bu mukaddes çağrıya uymak… Değil mi?

         Tıpkı Orkun Yazıtları gibi her an titreyip kendine dön diyen İstanbul’u gerçekten duyup… Davetine hakkıyla icabet ettiğimiz vakit… Fethin manasını idrak ederek yâd etmiş olacağız…

         Fethin sene-i devriyesi yeni fetihlerin vesilesi olsun inşallah!

         Üstad Necip Fazıl ne güzel dile getirmiş:

 “Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;

Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...

Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;

Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...

Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;

Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare? ..

Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;

Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...

 

O manayı bul da bul!

İlle İstanbul'da bul!

İstanbul,

İstanbul...”