Millet olarak, camia olarak yargıdan az çekmedik. Çok geriye gitmeden söyleyecek olursak 60 Darbesi'nden bu yana yargı, toplum mühendisliğinin bir aracı olarak kullanıldı. Dahası 60 Darbesi, kurumların vesayetini meşrulaştırdı. 80 Darbesi, bütün kesimleri özellikle de sol ve ülkücü kesimi hedef aldı, idamlarla neticelenen davalar oldu. 28 Şubat Postmodern Darbesi, camiamızın üzerinden bir buldozer gibi geçerken önceki darbelerin asıl mağdurları darbecilerle ya aynı saftaydı, ya da uzaktan seyirci pozisyonundaydı. 15 Temmuz Darbe girişimi bile milletçe karşı çıkabildiğimiz bir darbe olmadı. 

15 Temmuzla birlikte Türkiye'de başta Yargı vesayeti olmak üzere bütün vesayet çeşitlerinin sona erdiğini düşünürken Danıştayın eğitimde yapılan bazı değişikliklerle ilgili verdiği kararlar, yargı vesayetine dönüyor muyuz endişelerini beraberinde getirdi. Zira Ak Parti döneminde yapılan bazı değişiklikler, yine Ak Parti döneminde yargı eliyle iptal edildi. İlk ikisi ekonomik krizin ve Lise yerleştirmelerinin gölgesinde, sessiz sedasız yürürlüğe girdi, sonuncusunda hukukî süreç devam ediyor. Ancak daha ilk günden itibaren meselenin sessiz sedasız sonuca bağlanmayacağı gayet net bir şekilde anlaşıldı. Üstelik Cumhur ittifakını oluşturan tarafları da karşı karşıya getirecek bir potansiyel taşıyor. 

"Öğrenci Andı" kararını dünyanın en büyük zaferiymiş gibi değerlendiren bazı çevreler, daha ileri hayaller kurmaya başladılar. Ellerini ovuşturarak, pervasızca sıranın Türkçe ezanda ve Türkçe ibadette olduğunu dillendirmeye başladılar. Ne de olsa "Öğrenci Andı"nın mimarı, Türkçe ezan zulmünün de mucidiydi. Kimileri başörtüsü yasağı rüyası bile görmeye başladı. Hal böyle olunca camia olarak endişelenmekte haklıydık. Anlaşılan o ki FETÖ ile mücadele ederken bazı şeyler gözden kaçırılmış; bazı noktalara gelen/getirilen insanlar, toplumsal kesimleri kucaklama çabalarını farklı anlamış, kendi ajandalarını uygulamaya başlamış. 

1933 yılında uygulamaya konan ve 2013 yılına kadar birkaç defa revize edilerek okunan "Öğrenci Andı" kararı vesileyle bazı noktaların altını çizmek istiyorum. 

Cumhur ittifakını önemsiyoruz, ittifakın genişleyerek devam etmesini gerekli görüyoruz. Dünya çok büyük bir ekonomik savaş yaşıyor ve bu ekonomik savaştan 3. Dünya Savaşı çıkma tehlikesi varken, ülkemiz içte ve dışta olağanüstü bir mücadele verirken, en yüksek birliktelik yüzdesine ulaşmadan, olan ve olacak kriz ve çatışmalardan başarıyla çıkma şansımız yoktur. Özellikle Balkan Savaşı'nı, Birinci Dünya Savaşı'nı biraz da içte tam bir birlik sağlayamadığımız için kaybettik. Bugünün dünyasının, Dünya Savaşları öncesi atmosferden farkı yok. Dolayısıyla durumun vahametinin farkındayız, birbirimizi farklılıklarımızla severek kenetlenirsek zoru başarırız. Yoksa bir Irak, bir Suriye olmak işten bile değil. Böylesi zor bir zaman diliminde, dayatmalardan kaçınmak, her meseleye aklı selimle yaklaşmak, ittifakı bozacak, genişlemesine engel olacak fikir ve eylemlerden uzak durmak, arabozuculara karşı uyanık olmak zorundayız. Kriz çıkarma potansiyeli olan şeyleri askıya almak elzemdir. Birbirimizin hassasiyetlerine saygı duymak, hassasiyetlerimizi birbirbirimize dayatmamak, koz olarak kullanmamak gerekir. 

"Öğrenci Andı" kararı, oy birliğiyle değil, oy çokluğu ile alınmıştır. Temyizin sonucunu şimdiden kestirmek de mümkün değildir. Başkan Erdoğan'ın "Öğrenci Andı" kalkarken söyledikleri ortadadır. Toplumu oluşturan kesimlerden birçoğu, And'a sıcak yaklaşmamaktadır. Kısaca "Öğrenci Andı" bu haliyle toplumsal mutabakatı sağlamaktan uzaktır. Bu durumda, Başkan Erdoğan'ı, bu kadar açık beyanatı ortada iken, "Öğrenci Andı"na zorlamak, köşeye sıkıştırmak son derece yanlıştır. Ayrıca İstiklâl Marşı varken ve hepimizin hislerini tam olarak ortaya koyarken farklı arayışlara girmek ne derece doğrudur?

Dünyada örneği olmayan bir ırk tanımı yapmak, buradan hareketle herkesi aynı ırktan kabul etmek, bu tanıma itiraz edeni hainlikle suçlamak, her türlü küfür ve hakarete maruz bırakmak, ona hayat hakkı tanımamak bilimle, evrensel değerlerle bağdaşmamaktadır. Toptancı yaklaşımların bu ülkede ne büyük yıkımlara mal olduğuna şahit olduk. Etnik olarak farklı olan sayısız vatandaşımız biz Türkler gibi bu ülkeye yürekten bağlıdır. Burada aslolan, 81 milyon insanımızı kucaklayacak bir söylem geliştirmektir. Öyle metinler olmalı ki orada herkes kendinden bir şeyler bulsun ve herhangi bir rahatsızlık hissetmesin. Dediğim gibi İstiklâl Marşı'mız var zaten. 

"Öğrenci Andı"nın mucidi(!) Reşit Galip'in tartışmalı, kişiliği, And'ın Kemalizmin Amentüsü adıyla uygulamaya konulduğu, 30'lu yılların iklimini yansıttığı, dünyada bu tür uygulamaların kalmadığı, farklı etnik kimlikleri dışladığı, bilimsel-pedagojik bir kazanım içermediği yönündeki eleştirileri yok sayamayız. 

"Öğrenci Andı"nın kaldırılmasında hukuka uyarlık görmeyen yargıçlar özetle şunu diyor: And'ın kaldırılması eşitlik ilkesine aykırı imiş, devlete güveni sarsıyormuş; okunması aidiyet duygusunu güçlendiriyormuş, idarî istikrara hizmet ediyormuş. Değişiklik hukuka uygun bilimsel bir gerçekliğe dayanmıyormuş, And'ın kaynağını teşkil eden anayasal ve yasal kurallar olduğu gibi duruyormuş. And'ın sürekli okunması, devletimizi ve milletimizi ebediyete kadar yaşatacak, çağdaş medeniyetin ortağı ve öncüsü yapacak, toplumun ve kişilerin refah, huzur ve mutluluğunu sağlayacak nesiller yetiştirilmesine hizmet edecekmiş. Andçı yargıçların gerekçelerinin değerlendirmesini sizlere bırakıyorum. Ancak "And", 80 yıl okundu yukarıda anlatılanların hiçbiri gerçek olmadı. 

MEB'in savunmasına gelince, kararı okuyan herkes şunu söylüyor: MEB, dişe dokunur bir savunma yapmamış, karşı tarafın kazanmasına âdeta zemin hazırlamıştır. Değişikliği savunabilecek onlarca argüman ve yaşanmışlığı hiç dikkate almamıştır. Kamuoyu, MEB'in temyiz sürecinde nasıl bir yol takip edeceğini, değişikliği nasıl savunacağını merak ediyor. Ne kadar mümkündür bilmiyorum ama dava, bütün toplumu ilgilendirdiği için davaya müdahil olmak isteyen çevrelerin olabileceğini düşünüyorum. Zira MEB'in gösterdiği performans, müdahil olmayı gerekli kılıyor. 

And'ın ateşli taraftarları, Danıştay'ın hukuka uygunluk denetiminin dışına çıkmasını, kendisini yargının yerine koymasını, yürütmenin takdir hakkını yok saymasını, dahası yürütmenin takdir hakkını bizzat kullanmasını hiç dikkate almıyorlar ama bir gün acı gerçeğin sonuçlarıyla kendileri de yüzleşebilecektir. Yargının sınırlarını aşması, hak gasbıdır. Yargı, kendi sınırlarına çekilmelidir. 

Sonuç itibariyle, biz olduğumuz pozisyonu koruyoruz. İsteyen And'ı gece gündüz okuyabilir ancak herkesin And'ı okumaya zorlanması doğru değildir. 

Allah, milletimizin birliğini ve dirliğini korusun; devletimizi, yargıçlar devleti olmaktan muhafaza eylesin.