Eski çamlar bardak oldu! Güneş dondu. Ay tutuştu... Ağaç yürüdü. Taş konuştu. Bulutlara kıran girdi. Çöller suyla buluştu.
Eski çamlar bardak oldu! Bardaklar kadehlerin maskarası... Sürahinin bozulmuş, kulbuyla arası... Teraziler tarta dursun olmayan ağırlığı... Aceb kaç dirhemdir kafa tasının darası? Şiir zaten derdest edilmiş... Şu tuhaf edebiyat, sokakta sarhoş nârâsı!

Eski çamlar bardak oldu! Cumayla pazarın ertesi var da... Çarşambayla perşembe, şimşir tarakla gezinen kel misali... Mızrabım sahipsiz, perdelerim âhuzarda! Artık kayadan ne koparırsak yel misali...

Eski çamlar bardak oldu! Açık denizlerde gezinen bir hayalet gayrı emel... Bu hesapsız yapıyı nasıl taşısın temel? Denizde yürüyene hayret ederken karada battım. Belki bu sebepten elimi boşluğa uzattım. Eni konu hep böyle... İlmek ilmek örülmüş bir tezattım!

Eski çamlar bardak oldu! Zemheride açan çiçek, bahar gelince soldu. Poyrazla karayel bir olup, imbatın saçlarını yoldu. Evet, yürüdüğüm bir vakitler bir yoldu. Artık kara bakır ziyadesiyle doldu. Sormayın ben de bilmiyorum ne oldu!

Eski çamlar bardak oldu! Bağlar çözüldü. Kervan düzüldü. Kim sevindi kim üzüldü? Çakmak çakmak yanan gözler süzüldü. Suallere tam cevap devşirecekken yılgın dudaklar büzüldü!

Eski çamlar bardak oldu! Şimdi ne çam kaldı ne de orman! Ağustosta kar düştü say kalkmadan harman... Bir kedi yoldaş bana, biraz tekir biraz sarman... Umurumda değil halimi hatrımı sorman! Ne hal kaldı ne de hatır... Bu dönek dünya ezelden böyle... Ya kırk katır ya kırk satır!