Tarih şuuru, bir milleti millet olma makamına çıkaran en önemli hususlardan biridir. İnsan hayatında tecrübe ile elde edilen neyse, tarih şuuru da cemiyetler için öyledir kuşkusuz!
Tarih şuuru, keşke demeden, keşke dememek için elzemdir. Olan bitenin kuru bir tahlili değildir. İftihar vesilesi hadiseleri, sarhoşluğa düşmeden şevk menbaı olarak değerlendirmek gayet yerinde iken; hamaset kayığına binip hamakat şelalesinden dibe çakılmak ne kadar da hazindir. Tarih bahsi, her meselede olduğu gibi ifrat-tefrit kantarından sarf-ı nazar edilerek bakılacak bir ayna değildir.
Tarih, eğip bükmeye, işe gelinen şekilde yoğurmaya, bazen yontarak daraltmaya, bazende sulayıp gübreleyip kof bir dev haline dönüştürmeye -maalesef- çokça müsaittir. Bilimsel metotlar ile tarih okyanusunda mesafe almak mümkünse de metodu kimin belirlediği sualinin ağlarına takılmadan edemez. Güdülenmiş tarih anlayışı, pek çok millet için bozuk pusula hükmündedir. Bu sebepten kediye boğdurulan aslanları, çakalların parçaladığı kurtları, viraneye dönmüş yurtları yine tarihin kendisinden öğrenmiyor muyuz?
Dünya üzerinde tarih zemininde yürüyen bir savaş var kesin! Amiyane tabirle, algının kralı tarih eliyle çekiliyor. Yoksa ne diye torunlar dedelerine hasım kesilsin ki? Ya da birbiriyle sükunetle geçinen topluluklar birbirlerine bilensin ki? Tarih, bir şartlandırma cihazı olarak kullanıldığında tabii netice bu!
Tarih, bir millet zaviyesinden bakınca bir bütün arz eder. Oysa bugün, manav tezgahından seçer gibi beğendiğini alıp, çürük-çarık dediğini atarak çalışan bir tarih şuursuzluğu sarmış heryeri... İyisiyle kötüsüyle bizim olan maziyi kategorize ettiren akıl(sızlığın), hesabına varmaya çalışırken, aceb hakikati nedir diye sormayanın suçu yok mudur? Vardır elbette!
Topçu-popçu idollerin meftunu olmuş bir topluluk tabi ki tarihi şahsiyetleri de "fun" mantığıyla tutacak ya da taşlayacak! Tutulanın da taşlananın da bize ait olduğunu, öyle veya böyle bizimle bir bağı olduğunu anlayamaz isek; tarih şuuruna erişme ihtimalimiz yok! Güdülenen algının, bizi sürüklediği yere doğru çarnaçar akıp gideriz. Gafletin binbir rengine boyanmışlığımızın bir cephesi de bu akış...
Tarih şuurunu yeniden bir hırka gibi üzerimize giymeli... Lakin hırkayı kimin ördüğünü de bilmeli! Çünkü başımıza çorap örenler, inovasyon(?) olsun diye hırkaya da girişebilir.
Neyse... Şuurun bizatihi kendisi olan Anadolu irfanının, kıymetli seslerinden olan Develili Âşık Seyrani'ye kulak verelim:
"Âlemde bir devir dönüyor amma
Devr-i İngiliz mi Frenk mi bilmem
Halli kolay değil, pek güç muamma
Zâlim zulmü göğe direk mi bilmem
Üzerimden güneş doğup aşıyor
Eriyip kar gibi bahtım üşüyor
Gönül tandırında bir aş pişiyor
Yanan ciğer midir, yürek mi bilmem
Aşkımın sönmüyor, eyvah közleri
Ne gecesi belli, ne gündüzleri
Dinleyene Seyranî'nin sözleri
Gerek değil midir, gerek mi bilmem"