Kafa karıştırmak istiyorsanız, sürekli olması gerekenleri konuşarak bu amaca ulaşabilirsiniz.
Üstelik; birkaç olumlu, akla yatkın, sözünüze kulak kabartan herkesin bir köşeciğinden iştirak edebileceği, ''ehven'' elbisesi giymiş, itiraz edebilmenin kolay olmadığı, kolay tasdik edilebilir ve aslında ortalama bir kişinin söyleyebileceği birkaç söz sarf ederek koca bir kazanı mayalayabilirsiniz.
Hem olması gerekenler konusu, her zaman müşterisi olan mal hükmünde değil midir?
Ucuz, erişilebilir, herhangi bir donanım gerektirmeyen, portatif, tabiri caizse İsviçre çakısı gibi...
Özellikle sorunlu alanlarda maymuncuk misali çıkış kapısı açmaya birebir!
Nasıl olmalı diye kime neyi sorsanız mutlaka bir cevaplar örgüsü alabilirsiniz.
Üstelik hiç kimse bu konuda fikrim yok demez.
Çünkü fikir sahibi olmak için bilgi sahibi olmak zarureti vardır.
Bu sebeple hiçkimse bilgisiz durumuna düşmek istemez.

Ulusal ve uluslararası bütün sorunlar ve/veya tezgahlar, olmaması gerekenleri konuş(turul)mamaktan kaynaklanıyor zannımca... Küresel kördüğümler tam da buradan başlıyor. Büyük insani(?) idealler, gezegeni kurtarmalar, açlığa son vermeler, hayatı kolaylaştırmak için kendini paralayan(?) yüce şahsiyetler ve daha neler neler! Batıl denen akıntı da bu eğimden hız almıyor mu?

Meseleyi trafik üzerinden örnekleyecek olursak, bir ehliyet sahibi olabilmek için trafikte yapılmaması gereken ve belli bir çerçevede sunulan hususları bilmeniz yeterli... Ama bunun yerine neler yapılması gerektiğini öğrenmeye kalkarsanız, eni konu bir tahsil görmeniz gerekir. Bugünün insanı asla sahip olamayacağı ehliyet için sürekli sürüş simülasyonunda kapana kısılmış halde... Sonunda, boğuştuğu yumağa dolaşıp hareket edemeyen kedilere dönmek pahasına...

Eski alfabe ile yazıldığında rahmet ile zahmet arasında bir noktalık fark var. Hiç hesaba katılmayan minicik bir nokta rahmeti zahmete çeviriveriyor. Manzaraya bakınca nokta konulmamış kelime kalmamış gibi... Her adımda zahmetin zapettiği bir yere doğru yürürken... Uzun ve tumturaklı isimlerin baş harflerinden oluşmuş kısaltmalar eliyle, cesaret ikliminden esaret iklimine itilip kakılıyoruz. Eğer varsa gerçek iklim değişikliği bu olsa gerek!

Habermas'ın "Kitle Psikolojisi" eserinin tatbikatına benzer bir kabus mu uyanamadığımız?
Aynılaştırılarak tepe taklak edilen bir dünyanın sakinleri olmaya her an daha da yaklaşırken...
Yok canım daha neler derken, olanı ya da oldurulmaya çalışılanı idrak edecek havsala da kalmadı doğrusu...

Atalar boşuna dememiş: Adama 40 gün deli demişler, 40. gün deli olmuş... Hadi, deli ithamı itiraz getirecek bir ifade... Peki yıllardır 1040 defa söylenen ve nihayet kitlesel olarak çakma hakikat mertebesine kurulan mevzular... Hep olması gereken şapkası giydirilmiş, iyilik, güzellik (iyilik ve güzellik dile gelse kimbilir ne söyler?) ile cilalanmış olarak servis edilmedi mi?
İtiraf edelim ki bu hâl hoşumuza da gitti. İnceden dönüştük, örümcek ağının narinliğini ciddiye almayan kelebekler misali çetin bir imtihana düştük... Şimdi belletilmiş kem kabuller üzerinden birbirimizi tahrip edecek bir mecrada patinaj yapıyoruz. Şartlara şekil verirken bir dem, şekilden şekile girerken şartlandırılıyoruz.

Bağlanmış basiretin dedikodusunu yapa duralım, güdülenmiş takvim yaprakları ile tutuşturulmuş kuru bir ağaç gibi... Sessiz, soluksuz, tâkatsiz... Mefkûresiz!
Alev dolu tabaklara, bir lokma kuru ekmek gibi bandırılıyoruz.

Son günlerde her mecrada G-20 zirvesi ve tek dünya hikayesi konuşuluyor.
Uzun söze gerek var mı?
Bu dünya tekliyor beyler!
Merakım şu ki; görünenden ziyade bizi perdenin ötesinde neler bekliyor?
Küresel senfoninin bestekârı, fareli köyün kavalcısı misali...
Efsunlu melodilerle (yazı için gayet amiyane bir ifade olsa da kullanmak zarureti var) hepimizi kekliyor!

Hemşerim Hasan Kaçan'ın, bir dizide canlandırdığı Herodot Cevdet karakterinin her anlattığı mevzu sonrası, "Aga bir dakika kafama takıldı" diye soran, bu sebeple de kahvehane ahalisince "kıl" namıyla anılan adam düştü aklıma...
Ne kadar makul sualler dökülse de ağzından, kahvehane müdavimlerinin alaycı tavırlarından nasip almamışlığı yoktu neredeyse...
Dünya bu dizideki kahvehaneye ne kadar da benziyor imiş...
Kafamıza niçin birşeyler takılmıyor?
Kahvehane ahalisinin şerrinden mi?
Yoksa kafamızı, kahvehaneye girerken astığımız portmantoda unuttuğumuzdan mı?
Bakalım Yüce Rabbim, zahmet kelimesinin üzerine konan noktayı ne vakit silmeyi nasip edecek?
Üstad Necip Fazıl ile bağlayalım kelâmı:
"Bu nasıl bir dünya hikâyesi zor;
Mekânı bir satıh, zamanı vehim.
Bütün bir kâinat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim."