İslam orduları batı kolunun İspanya’yı fethettiği yılda, doğu kolu da Sind’in güneyini fethetti. Umman körfezinin güney-doğusundan başlayıp İndus vadisinin tamamını kapsayan Sind, kuzeyinin dağlarla çevrili olması nedeniyle Türkistan merkezli ilk Türk devletlerinin akınlarından uzun süre korunmuş olsa da 700’lü yıllarda Müslüman fatihlerin güneyinden giriş yapmalarıyla İslam devletinin fetih bölgesi haline gelmiştir.
Türkistan diyarından -doğal afetler, kıtlık, iç çatışmalar ya da Çin baskısıyla- batıya yürüyen Türklerden bir kısmının Horasan’da yerleşmeleriyle Sind, yeni Müslüman olmuş Türk kavimlerinin fetihlerine de kuzeyinden açık hale gelmiştir. Müslümanların buraya ayak bastıkları ilk yıla göre üç yüz yıl sonrasında büyük oranda Gazneliler’in mülküne giren Sind, aynı zamanda coğrafi planda ait bulunduğu Hind kıtasının fethi için de giriş kapsısı olmuştur.
Bîrûnî’nin Tahkîk’i, öncelikle Sind’den Hint’e geçecek olan fatihlere buranın dini-felsefî bilgilerini öğrenmeleri için temel oluşturması bakımından önemlidir. Ama elbette Bîrûnî mezkur eserini bu maksatla yazmadığı gibi, fetihler de onunla gerçekleşmemiştir. Ancak onun sayesinde bilgi ile fetih arasında ayrılmaz ilişki kurulmuş, diğer bir söyleyişle fatihlerin sefer yolu Müslüman alimlerin eserleriyle aydınlatılmaya başlanmıştır. Böylece fetihlerin Müslüman alimlerin kaydî keşiflerini, bu kaydî keşiflerin de fatihleri harekete geçirmesi gibi çift yönlü bir bağ ortaya çıkmıştır.
Ancak her nedense ilim-fetih ya da iktidar-kültür ilişkisi söz konusu devirlerle ilgili araştırmalarda çoğunlukla gözetilmemiştir.Örneğin Dandanakan savaşını (1040) takiben Gazneli mülkünün çok büyük bir kısmına hakim olan Selçuklular’ın Şii / Bâtınî / İsmaili tarikatların sapkın fikirlerine karşı verdikleri büyük mücadeleyle aynı zamanda İslam’ın ihyâsını sağlamalarının, Bîrûnî’nin hemen peşinden gelen Gazâlî’nin gerçekleştirdiği ilmî ihyâya bitişik olduğu, ikisinin de eş-zamanlı olarak birbirlerini belirledikleri de ilgili dikkatlere -gereğince- takılmamıştır.
Hinduizm ve Şamaniye olarak adlandırdığı Budizm hakkında kaydî bilgilerin yetersizliğini dile getiren Bîrûnî, bundan hareketle Tahkik’inin Önsöz’ünde eserinin sebebi telifiyle ilgili olarak şunları söylemiştir:
“Üstat Ebu’s-Sehl (Allah rahmet eylesin), o eserleri yeniden gözden geçirip meselenin aynen belirttiğim gibi olduğunu görünce, Hintliler hakkındaki bildiklerimi yazmam konusunda beni cesaretlendirdi. Tâ ki bu bilgiler, Hintlileri reddetmek isteyenlerin de işine yarasın veya onlarla birlikte yaşamak isteyenler için de sermaye olsun.”
Bu zikirdeki “Hintlileri reddetmek”; “veya onlarla (Hintilerle) birlikte yaşamak isteyenler” vurgusu hayati pratiklere denk düşmeleri bakımından son derece önemlidir. Zira Tahkik, günümüzde de birçoklarının içi boş bir ezberle tekrarlaya geldikleri “Tasavvuf, Hint inanışlarındaki mistik düşüncelerden çokça etkilenmiştir” yargısının boşa çıkartılmasına hizmet ettiği gibi, Müslümanların İslam dışı toplumları yönetmeye talip olmalarının zorunlu kıldığı yeni siyasetin oluşturulmasına da hizmet etmiştir.
Ancak onun bu hizmetlerine Tahîk’inden hükmeden bizleriz. Onun müellifi ise günümüz âlimlerinde de bulunması gereken has vasıfların sahibidir:
“(…) Bu kitap, bir mücadele ve münakaşa kitabı değildir. Bu yüzden burada hasmın delillerini zikretmek ve gerçeklikten uzak olan fikirlerini redd ve cerh etmekle uğraşmayacağım. Eser, sadece nakil ve rivayetlere dayanacağından, ilk olarak Hintlilerin sözlerini aynen aktaracak, bilâhare aralarındaki yakınlık ve benzerliği göstermek amacıyla Yunanların benzer sözlerini zikredeceğim. Zira Yunan filozofları gerçeğin peşinde olsalar bile, halka ulaşmak için onları ilgilendirecek meselelerde inançlarının remizlerini ve dini terimlerini kullanmaktan geri durmamışlardır. (…)Bu kitabı yazmadan önce, Hintlilerin iki kitabını tercüme ettim. Bunlardan biri yaratılış ve mevcut âlem ile nitelikleri (mebâdi ve mevcûdâtın sıfatları) hakkındaki Samkhya isimli kitaptır. İkincisi ise, ruhu bedenin esaretinden kurtarmak hakkındaki Patanjali ismiyle bilinen kitaptır. (…) Ümit ederim ki, elinizdeki bu kitap amacı, kaleme alınışı ve içerdiği ayrıntılı bilgiler bakımından zikredilen iki eser ve benzerlerine ihtiyaç bırakmayacaktır.”
Bu bağlamda Tahkik’in önce Hint dilinin fethiyle yazılmış olmasındaki gibi, dilimize tercümesi de yine bununla mümkün olmuştur. Zira kitabın mütercimi Ali İhsan Yitik hem Sanskrit dilini bilen hem de Hint felsefesine hakim olan değerli bir isimdir.
Tahkik’ten günümüz esasında yapılabilecek siyasi bir okuma ise Müslümanların feraset sahibi olup olmamalarıyla ilgilidir.