Habervakti.com yazarımız Abdurrahman Dilipak, 14 Mayıs seçimlerinden iki gün önce 12 Mayıs’ta ‘’Bizim Bülent Diyor ki?’’ başlığıyla bir yazı kaleme aldı. Seçim ikinci tura kaldı ve 28 Mayıs’ta bir kez daha sandığa gidiyoruz.
İlk turun hemen öncesinde ‘’Bizim Bülent diyor ki’’ başlığıyla yazan Dilipak’a ben de ikinci turdan iki gün önce 26 Mayıs’ta; ‘’Bizim Dilipak diyor ki’’ başlığıyla yazıyorum ve belirteyim ki; bu yazı, ne bir cevap ne de bir icabet yazısı değildir! Değildir çünkü; ihtiyacımız olan; “müzakere”, “muhasebe” ve “musahebe” yapmaktır. Hele de “münakaşa” ve “münazara” yapmakla kaybedecek tek bir saniyemizin olmadığı bu kritik günlerde.
Tabi bu yazıyı yazarken de üstad’la aynı mindere çıkmaya tevessül edecek bir hadsizlikte bulunacakta değilim. Sıklet farkımız var. Ama yer yer aynı çayıra çıkıp ara ara karşılıklı peşrev çektiğimizde vâki olmuştur.
O halde destur diyerek diyelim aşk ile; ‘’Allah Allah! İllAllah!’’
(...)
Malumunuz 28 Mayıs günü, siyasi tarihimiz açısından önemli bir kırılmaya gebe!
Hayat perspektifimizin dayandığı ilkeler açısından biz müslümanlar her meseleye; kulluk planında, vahiy ve sünnet merkezli; ilim, ahlak ve hukuk penceresinden bakmakla mükellefiz. Alemlerin Rabb’inin ve Efendimizin “bak” dediği yerden bakmakla ve “yap/yapma” dediğini yapmakla/yapmamakla sorumluyuz ve bu durum teoride ya da pratikte olsun bizim için değişmez.
Seçimler için artık önümüzde 2 isim, 2 yol ve 2 seçenek var!
Bana göre pazar günü malumun ilamı için sadece sembolik bir gün! Kimilerine göre CHP seçmeni çoktan havlu al(t)ıp Bodrum’a, Türkbükü’ne indi bile (!?)
Ancak değişkenlerin her daim değişebildiği bir ülkede yaşıyor olmamızı da unutmamak lazım.

(Herkesin iki seçenekli düşündüğü bu noktada ise Dilipak’a göre bir de 3. Yol var. O’na göre her iki adaya birden itiraz nedeniyle sandığa gitmen milyonlar, gitsede boş atan yüzbinler var. Dilipak aslında bu geniş kitleyede sesleniyor ve siyasilerin konsolide edemediği önemli bir yüzdeliği; ‘’seçime katılmamak en kötüsüne razı olmak demektir!’’ diyerek uyarırken; ‘’kendinizi ya iyilerden en iyiyi, ya da kötülerden en az kötüyü kerhen, ya da takiye yolu ile seçmek durumunda hissediyorsanız bu bağışlanabilir bir fiil hükmündedir, müsterih olun ve sandığa gidin'' diyor. Bunu yaparken ise tarafgirlik dilini kullanmayıp ortaya konuştuğu için ‘’Tayyip bey karşıtı’’ olmakla itham edilme riskini göğüslemeyi göze alıyor! İlk turda bağımsız bir adaya oy verdiğini açıklamasının altında yatan neden bence bu!
Şimdi ikinci turda yurtdışı oylarda yaşanan patlamada olduğu gibi yurtiçi oy kullanımında da artış bekleniyor! Ve önemli bir yüzdelik ise siyasette, ilk ve en olmazsa olmaz olan şey olan adaleti önceliyor. ‘’Adalet noktasında güven yoksa alt başlıklara bakılmaz. Bu hem yasa, hem yargı ve hem de icra açısından geçerlidir.’’ diye yazan Dilipak müthiş bir kinaye ile; ‘’evinizin anahtarını kendisine emanet edebileceğiniz kişiyi seçin!’’ diyerek ekliyor!)
O kişi bana göre de malum!
Peki sorun ne?
(...)
Ekonomik darboğaz, temel gıda maddelerinin durdurulamayan fiyat artışı, enflasyonun ilan edilen resmi rakamlarıyla pazar ve çarşıda yüzleşilen gerçeği arasındaki uçurum, Sadece Diyanet İşleri’nin geçen sene kurban bedeli ile bu yıl ki kurban bedeli arasında oluşan fiyat farkını hesaplayanların önüne çıkan %150 oranında ki acı enflasyon gerçeği, Sosyal dokuyu hallaç pamuğu gibi dağıtan Erken yaşta evlilik ve nafaka mağdurlarının feryadı, İstanbul Sözleşmesi’nin mahvettiği hayatlar, dün şehid kanlarıyla çizdiğimiz kırmızı çizgilerimizi bugün kırmızı rujla çizmeye çalışanlar, Korona döneminde küresel dayatmalar karşısında ki Bilim Kurulu’nun tam itaatkar halleri, StarLink, NeuraLink, TransHumanizm, Hayvan Hakları, İklim ve Karbon konusu ve sadece birkaç kişinin gündeme getirdiği Chabad/Habat/Şabat tehlikesi karşısında süren büyük sessizlik! Faiz sarmalı tartışmaları, kasetler, dosyalar, iddialar, narko-siyaset göndermeleri, dedikodular, polemikler, tartışmalar ve bir çok ana başlıkta eleştiri alan uygulamalar. Tüm bunlara rağmen depremle sarsılan bir Türkiye’nin zor şartlarda ayakta durmak için canhıraş bir varlık mücadelesi içinde olması…

Hiç kuşkusuz yukarıda ifade ettiğim ve edemediğim bir çok konu hakkında, bu hareketin iktidara gelmesinde, bugün koltuklarında oturanların, o oturdukları koltuklarda; alınteri, gözyaşları ve emekleri olan bizim cenahtan nice ağır ağabeylerin cesurca bir içsel eleştiriyi ortaya koyarak tenkit yapmaktan ‘’lidere, harekete ve davaya bir zarar gelmesin’’ saikiyle kaçındığı bir gerçek.
Sonuçları açısından ise en çok yanlış anlaşılmaktan, lince uğramaktan ve olur ya başlarına bir şey gelmesinden endişe etmeleride normal! Haklılarda. Hele de Dilipak’ı; sözleri ortadayken 81 ilde Genel merkez ve KADEM elele verip sanık sandalyesine oturtmuşken bir takım tenkitlere tevessül etmek gayr-ı kabil bir yol olsa gerek! Ki biz geçmişte, Ramazan ayında bir iftar sofrasında çatal, bıçak, kaşıklar ve tuzlukların havada uçuştuğunuda gördüğümüz için, ötekileştirilmekten çekinmelerinde de yerden göğe kadar haklılar.
Hele bir de yeni yetme ‘’dava adamı’’ kılıklı içi boş ‘’hava adamları’’ ellerinde bisiklet pompasına benzer tripoda bağlı kameraların kayıt tuşuna her fırsatta basıp; feed, reels ve stories “şeytan üçgeni”ne bağdaş kurmuş, tabana gaz vermek için tarassut halindelerken ''daha iyi olsun niyetiyle bile'' tenkit ne mümkün! O aymazlara malzeme vermemek te lazım. Hele töhmet altında kalmamak çok mühim!

Ama tüm bunlara rağmen yaşı, ilmi ve ağırlığıyla ‘’Dost acı söyler ne söylerse sevdiğinden söyler’’ prensibiyle kalemini kınından çekenler de var! Bunlardan biri de Ali Rıza Demircan Hocam. Geçtiğimiz günlerde '’Çare Erdoğan'ı dışlamak mı? çözüm üretmek mi?’' başlıklı yazısında, rahatsızlık duyduğu bir takım uygulamaları sıralayıp bizim muhitin ‘’sistem eleştirisi’ getirmediğinden bahisle yakınıp duruyor, cesurca ciddi uyarılarda bulunup, içsel eleştiriler yaptıktan sonra, Erdoğan'a karşı tavır alanlara seslenerek;
‘’Biz Erdoğan’a nikâhlı değiliz ama temel ölçüleri kabulde müşterek taraflarımız çok. Ben şahsen Erdoğan’ı terk etmeye hazırım. Hazırım da bir daha soruyorum;  “İslam, ortak ve bilimsel akıl kaynaklı çare üreten bir muhalefet var mı?”
Kılıçdaroğlu mu? Hayrını görün.’’
Diyor ve ‘’Alternatifi Kılıçdaroğlu olan Erdoğan’ı bu şartlarda nasıl terkedeyim ki?’’ diye müthiş bir soru soruyordu!
Bu soru, kahır ekseriyet için cevabı malum sual olarak akıllarda yerini alırken, yazımın başlığına konu olan Dilipak ise bu ‘’ikili’’ kıyasa yukarıda bahsettiğim gibi bir ‘’üçüncü’’ yaklaşım getiriyor ve belki de bunun için dikkatleri üzerine çekiyordu.
’’Tüm tenkitlerime rağmen, Erdoğan’ı terketmiyorum’’ diyen Demircan Hocam üzerinden müsadesiyle bir soru da ben sorayım:
‘’Halen hareketin içinde bulunupta ‘’Erdoğan’ı terkeden’’ ama tepki almaktan çekindiği için bunu deklare etmeyen ağır ağabey(ler) var mı?’’
Bir soru daha sorayım:
‘’Dilipak, gerçekten Erdoğan’ı terk mi etti?’’
Son kez bir de şu soruyu sorayım:
‘'Peki hareketin lideri; bu dava da alınteri, gözyaşları ve emekleri olan hangi ağır ağabey(ler)i ‘’terketti?’’
Hiç kuşkusuz Cumhurbaşkanımız ve hareketin lideri olmak vasfıyla Osman Gazi’nin makamında oturan Başkan Erdoğan, Şeyh Edeb Ali’nin Osman Gazi’ye ettiği nasihatı dilinde pelesenk, kalbinde mühür olarak taşımaktadır.
‘’Ey oğul, artık Bey'sin!
Bundan sonra
öfke bize, uysallık sana.
Güceniklik bize, gönül almak sana.
Suçlamak bize, katlanmak sana.
Acizlik bize, hoşgörmek sana.’’

Yine hiç kuşkusuz Dilipak ve O’nun gibi düşünerek ‘’Üstümüze gelen, cehennem olsa göğsümüzde söndürürüz’’ diyerek; karanlık, küresel, emperyalist sömürgecilerin dayatmalarına karşı hikmet, akl-ı selim ve şecaatle küresel isyan sancağını açmak isteyen korkusuzlar ise tüm yaşananlara rağmen tam aksine; ''davanın, hareketin ve liderin selameti için'' tepki alacaklarını bile bile içsel eleştiriler getirirken;  "Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi affet; kalplerimizde, inananlara karşı bir düşmanlık bırakma!’’ duasının hem kavli ve hem de fiili tezahürleri olmaya taliplerdir.
Her yazısında ''sağcısına, solcusuna, sekülerine, İslamcısına, iktidara ve muhalefete'' seslenerek; ‘’Küresel akıl ve içerideki uzantıları bizim kanlarımız, acılarımız ve gözyaşlarımız üzerine kendilerine iktidar ve servet üretmek için bizi birbirimize kırdırmak istiyorlar’’ diyen Dilipak gibi özgün bir akıl, dava kardeşlerine kalem ve kelam kılıcı çeker mi?
...

Sandık kapıda!
Herkes iradesinde özgür!
Benim muhabbetimin illetinin kaynağı Allah ve Resülüdür! O’nun için sever! O’nun için buğzederim!
Hem Memleketimizin, hem Erdoğan’ın, hem davamızın ve hemde Dilipak’ın şahsında nice kahraman dava adamlarımızın yeterince düşmanı varken, onlar birbiriyle uğraşacak değiller!
Uğraşmamalılarda zaten!

Hiç kuşkusuz saray yerinde fitne kılıçdan keskindir.
Osmalı'dan beri sarayda olup bitenlere kulak kabartanların kulağına iki ses çalınır!
Bu sesler ya tamburdan yükselen nağmeler ya da kılıç şakırdılarıdır!
İktidarın nimetlerini şahsi konfor ve çıkarı için bir basamak olarak görenlerin kulağına çalınacak ses malum!
İş, önce Hakk’ın hatırı ve sonra halkın hakkı için gayretkeş olanlara gelince, onlar için ise; kılıç, kınından çıkmış ve kulağa gelen ses ayân olmaya başlamıştır.
Kınından çıkmış aklın; kalemi ve kelamıyla kılıç çalanla (Dilipaklar)
Kınına hiç girmemiş bir kılıcı; hak ve adalet namına elde tutarak zalime Yavuz, mazluma Yunus olan (Erdoğanlar) nerede olurlarsa olsunlar kulaklarına çalınan nağme değil, zülfikârın şakırtısıdır.
Ve o kılıç (zülfikar) asla kardeşin kardeşe çektiği kılıç olmamıştır ve olmayacaktır.
''Selam olsun Allah için birbirini sevenlere...''

''neyse ki yarın var... umutların en sevdiği gün!''


Bülent Deniz
Habervakti.com Genel Koord.

www.bulentdeniz.com