Gezi olaylarının ilk haftasıydı! Planlanmış tur programı kapsamında Kudüs rehberi olarak bir kez daha Filistin topraklarındaydım!
Tam da gezi olaylarının başladığı haftaydı! Aklımız memleketteydi!
Sağsalim Kudüs-ü Şerif'e vardık, otele yerleştik ve biraz dinlendikten sonra Mescid-i Aksa Harem-i Şerifi'ne hareket etmek için grubumla buluşacağım lobiye inmek amacıyla asansöre yöneldiğimde işgalci siyonist askerlerden biriyle karşılaştım.
Boynumda asılı duran rehber kartındaki ay yıldızı gören siyonist işgalci askerin irite edici yüz ifadesi altında,
''Şalom'' demesiyle birlikte asansöre bindik.
Belli ki bir iletişim maksadı vardı. Yanılmamıştım!
Gezi olaylarını ve sokak eylemlerini kastederek;
- ''What's happening in Turkey? Taksim is burning!'' (Türkiye'de neler oluyor? Taksim yanıyor!) deyiverdi!
- ‘’Erdogan hasn't fell yet?’’ (Erdoğan halen düşmedi mi?) diye de ekledi!
O, sorularını ardı ardına sıralarken zihnim, işgalci askerin ay yıldıza bakışındaki o anda takılıp kalmıştı!
Bir yandan kendime ''Ya Sabır'' nakşetmekle meşgulken diğer yandan onunla aynı ortamda kalmanın üzerime üzerime gelen heyheyleri arasında;
- ''Bu da nereden çıktı? Neden bununla aynı asansördeyim? Kaçıncı kattayız? Bu asansör neden yavaş iniyor? Bu hep böyle sırıtacak mı? Lobi katına neden halen inemedik?'' düşünceleri içerisindeyken,
- ''Why does Erdogan always roar like a lion?'' (Erdoğan neden her zaman (Erdoğan'ın taklidini yaparak) ''Eyyy Netanyaoo''  (alaylı bir şekilde aslan gibi  kükreme taklidi yaparak) ''haghhğghh'' diyerek yüksek sesle bağırıp, çağırıyor?'' diye bir soru daha patlatmaz mı?
Tam bir özgüven patlaması yaşadığı her halinden belli olan bu siyonist askerde;
''Siz bittiniz, Erdoğan gidiyor'' havası barizdi ama üzerimde bıraktığı asıl mesaj, ''Türkiye düştü, düşecek!'' şeklindeydi! Üstüne bir de alaycı bir uslüp ekleyerek Erdoğan'ın ''Ey Netenyahu'' seslenişinin taklidini yapıyor ve ''Neden böyle kükreyip duruyor?'' diye el-kol hareketi yapıyordu!
Her bir sorduğu soruya, ayrı ayrı cevap verecek şartların mümkün olmadığı bu ortamın rahatsız eden haleti ruhiyesi içinde karşımda sırıtmaya devam eden bu siyoniste maruz kalmanın rahatsız edici halinden kurtulmak ve haddini bildirmek için çok fazla vakit yoktu! Asansör lobi katına inmek üzereydi
Şöyle bir cevap verdim:
-''.......''

(...)
Ne olduysa 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde oldu ve biz Anayasa’dan ‘’Türkiye Cumhuriyeti'nin Dini islam’dır'' ibaresini kaldırmaktan tutunda, 18 yıl ''tanrı uludur’’ lara kadar birçok inkara şahit olduk! O dönemde ellerinde gücü tutan küreselciler ve o sömürücülerin içimizdeki uzantıları; tüm baskıları, güç ve intikam duygularıyla küresel dayatmaları büyük bir motivasyon ve keyifle uyguluyorlar, düştüğümüz acizlik karşısında sinir uclarımıza dokunmakla kalmıyor, parmak uclarımıza tırnak altından adeta iğneler sokuyorlardı. Neler yapmadılar ki?

Bugünden o günlere baktığımızda 100 yıl önce ki küresel dayatmaları ve bu dayatmaları ‘’emir telakki’’ edip uygulamaya koyan içimizdeki işbirlikçilerin; sosyo-ekonomik-kültürel-teolojik bir çok alanda, emperyalistler karşısında mahkumiyetimizi ve mecburiyetimizi arttırmaya çalışırlarken, devletimiz içinde köklerine bağlı bir damarın ise, bir devletin var olması gereken her alanda varlık mücadelesinin aslanları olarak her mevzide, hat ve satıhta direndiklerini gördük. Bu aslanların ise ya fabrikaları bombalanıyor paramparça ediliyorlar, yada yaptıkları uçaklar toprak altına gömülüyor, sürgün ediliyorlar, ya da yağlı urganın ucunda idam edilip can veriyorlardı!
Sonra malum süreç!
Dayatmalara boyun eğmekle geçen uzun yıllar.
NATO’ya, UNESCO’ya, IMF’e, BM’ye, AET’ye, AB’ye icabetler.
Ordusu, ekonomisi, kültürü, egemenliğiyle köklü bir milletin iki pakt’tan birine mahkum olmak zorunda kalma seçeneğine zorlanması. Ve paktlar arasında himaye arayışı! Devlet içinde o günkü güçlü ''işbirlikçi'' damarın Batı'ya tam icabet taraftarı olması, diğer damarın ise Batı’ya icabete başkaldırıp, cevap sadedinde hamleler yapmaya çalışmasıyla geçen yıllar!
Köklerine bağlı Milli damara karşı darbeler, suikastler, parti kapanmaları, siyasi yasaklar vs vs.
Zorunluluklar ve baskılar içinde bulunduğumuz kuşatmayı 100 yıl önce kırmak isteyenlerle bugün aynı kuşatmanın 100 katı büyüklükte ve güçtekini yarmaya çalışanların mevzi kapma, manevra yapma, yeniçeri usulü ilerleyiş stratejilerinde; dün-bugün aslında değişen bir şey olmadığını görüyoruz.
Dün, kuşatmayı yarmaya çalışan bir avuç kahraman vardı! Dün, kuşatmayı yapan düşmanla içeride işbirliği yapıp onların içimizdeki kahyaları görevini seve seve üstlenip bize emrettiklerini yapıp yapmadığımızı kontrol eden, yapmadıklarımızı gördüklerinde anamızı ağlatanlarda vardı! Onlar, her iki damar bugünde var!
Eğer, bugün! Milli Güvenlik/Milli Varlık ve Milli Egemenliğimizi ortadan kaldırma planları varsa bunun karşısında eski günlerdeki gibi müdafa-i hukuk ve kuvva-i milliye’de var!
Bugünde 5G’den 6284’e, Transhumanizm’den tohum ve tarıma, Toplumsal cinsiyetten Lanzarotte'ye oradan Gates ve Musk’a, küreselcilerin nefesimizi kesmek istediği hangi konu varsa o konuların baskısı altında bize hareket alanı açmak isteyenler ve bir de ülüğümüzü sıkmak isteyenler var!
Baskı çok büyük!
Plan çok kirli ve kanlı!
Dün; küresel karanlık çeteyle mücadeleyi iktidar imkanları olmadan yapan damar, bugün iktidarda daha etkin!
Ve bu açıdan baktığımızda 14 Mayıs seçimi her anlamda tarihi önemde!

Milli Damarın, 14 Mayıs tarihiyle ''numerolojik'' bir ''çok'' alt mesajı vermek istediği ve tarihsel perspektifle bir dönemi başlatmak üzere olduğu bariz!
Peki neden 14 Mayıs?
Çünkü 14 Mayıs, küresel kirli bir projenin 1948'te hayata geçirildiği tarihtir!
14 Mayıs 1948'de siyonist rejim, İslam dünyasının kalbine bir hançer gibi saplanmış ve İsrail devleti ilan edilmiştir.
BM'de yapılan oylama ile 14 Mayıs 1948'de kurdurtulan o siyonist devleti, Filistinli kardeşlerimiz bir gün sonra 15 Mayıs 1948'de ''NEKBE'' BÜYÜK FELAKET olarak adlandırmış ve o günden bu yana küresel emperyalizme karşı şanlı mücadeleyi başlatmışlardır!
Evet 1948'in 14 Mayıs'ı Küresel ihanet, 15 Mayıs'ı ise ''büyük felakettir!''
Kanaatim o ki; seçim tarihi için 14 Mayıs Pazar günü öylesine seçilmiş değildir!
Kim bilir, 75 yıl sonra 14 Mayıs 2023, yeni bir dönemin belkide rövanşının start alacağı tarih olacaktır!
Sandığa giderken 9 Aralık 1917'den bu yana 106 yıldır düşman işgalinde olan ilk kıblemizi, Mescid-i Aksa'mızı unutmamalıyız!

Geziden bu yana her sandığa gittiğimde hatırama o siyonist askerle yaptığım konuşma ve O'nun ay yıldıza bakışı gelir!
Muazzez ve mukaddes davamızın ve o yolun aslanlarının küresel dayatmalara karşı Batı(la)ya atacağı pençenin vaktinin gelmekte olduğuna inanıyoruz. İçimizdeki tüm sakallı, başı örtülü (dikkat başörtülü değil) takkeli, bizden görünüp saflarımıza sızmasına müsade edilen küresel emperyalizmin işbirlikçilerinin deşifre edildiği ve paçalarından sımsıkı tutulduğu günlerin içerisindeyiz.
Erbakan Hoca nasıl kendinden sonraki lider ve dönem için mevzi kazmış, şartların oluşması için ekstrem hamleler yapmışsa, Cumhurbaşkanlığında son seçimine girecek olan Tayyip bey de bir vakittir kendinden sonraki lider va kadroya hareket alanını şimdiden oluşturuyor! Yarın için en büyük ihtiyaç, üzerinde tek bir şaibe olmayan aslan parçalarının mevzilerde saf tutmalarının önünü açmaktır.
Hem hadesten ve hem necasetten temiz olanlar hazıransın!
Safımızda yıllardır kıymetli görevler yapıp elleri, cüzdanları ve vicdanları kirlenenler milletin karşısına çıkacak yüz zaten bulamayacaklar. Temizlik büyük olacak!
Ayasofya açıldı ya! Mescid-i Aksa Haremi Şerif'i de biiznillah özgür olacak!
Çünkü siyasetinin merkezine Kudüs'ün özgürlüğünü koymayan hiç bir siyasi irade muvaffak olamadı! Olamaz!
Hz. Ömer'in 636'da bir arap, Selahaddin Yusuf Eyyubi'nin 1187'de bir kürt, Yavuz Sultan Selim'in 1516'da bir Türkmen evladı olarak gelip özgürlüğüne kavuşturduğu Kudüs, bu 3 etnik kimlik; arabı, kürdü, türküyle bir ve beraber olarak bir kez daha Kudüs-ü Şerif'i biiznillah özgür kılacaktır! Bu seçim Anadolu aslanının ayağa kalkması ve avına son kez pençe atmadan önce kükremesi seçimidir!
O yüzden topyekün bir ittifakla dört bir koldan geliyorlar!
(...)
Tam bir özgüven patlaması yaşadığı her halinden belli olan bu siyonist askerde;
''Siz bittiniz, Erdoğan gidiyor'' havası barizdi ama üzerimde bıraktığı asıl mesaj, ''Türkiye düştü, düşecek!'' şeklindeydi!
Üstüne bir de alaycı uslüp ekleyerek Erdoğan'ın ''Ey Netenyahu'' diye seslenişinin taklidini yapıyor ve ''Neden böyle aslan gibi kükreyip duruyor?'' diye el-kol hareketi yapmayıda ihmal etmiyordu!
Şöyle bir cevap verdim:
- Evet haklısın! Erdoğan her fırsatta bir aslan gibi (bu kez ben onun kükreme taklidini yaparak) ''haghhğghh'' diyerek kükrüyor bağırıyor, Netenyahu'ya, İsrail'e, size sesleniyor!''
Lobi katına varmıştık o ara asansörün kapısı açılmıştı! Yönü bana dönük olarak ilk o indi belliki cevabımın kalan kısmını merak ediyordu!
(Ellerimi bir aslan pençesi halinde göğsüne doğru koyarak bu kez ben ''haghhğghh'' diyerek bir aslan kükremesi taklidi yaptım ve)
- ''Unutma! Her aslan, avını parçalamadan ve pençesini atmadan önce kükrer! O kükreyiş, aslanın avına son uyarısıdır!'' dedim.
Asker şaşkın bakışlarla öylece dururken ben; lobide rehberlerini bekleyen 40 aslandan müteşekkil vatan evlatlarına;
''Osmanlı'nın asil evlatları! Selam olsun size! Hazır mısınız? İlk kıblemize! Aksa'ya gidiyoruz...'' diye sesleniyordum...

...

''neyse ki yarın var... umutların en sevdiği gün!''

Bülent Deniz
Habervakti.com Genel Koord.
www.bulentdeniz.com