Rabbimizden emir alınca:

Bizim için yerleşim alanı kılınan yeryüzü hareketlenir, sallanır, yıkar ve yutar. (Zilzal 5)

Rahmet müjdecisi olan rüzgar azgın bir kasırgaya dönüşür. (el-Hakka 6-7)

Ölçüye ve ihtiyaca göre yağan yağmurlar gök delinircesine boşalır, azap yağmuru olarak seller olup siler-süpürür. (Zuhruf 11; Şuara 173)

Bazı ilahiyatçıları dahil insanoğlu her doğal olayın kendi kendine rastlantı olarak oluştuğunu sanır. Yüzbinlerce ev-işyeri yıkılır, onbinlerce can verilir. Ama heyhat. Uğradığı felaketlerden ibret almaz. Tövbe edip Hakka yönelmez. Sorumluluğunu örneğin yalnızca sağlam zemin, bina ve yağmur mecrasına müdahale ile sınırlandırır. Kendi azgınlıkları ile hiç mi hiç bağlantı kurmaz.

Azgın kasırgalara, volkanik patlamalara ve tsunamilere de mutlaka kabuk sebepler bulabilir.

Adıyaman ve Urfa’da Seller

Dün Adıyaman’ı Urfa’yı vuran selleri televizyonlardan izlerken ürperdik. Rabbimize sığındık. Onun öfkesinden rızasına, azabından affına ve Ondan yine Ona sığındık.

Bu arada madde plandaki hatalarımızı da düşündük.

Maddi ve manevi hatalarımıza tövbe ettik.

Ve Sebe’ suresinde zikredilen Sebe’ şehrini hatırladık. Yemendeki sellerle yıkılan Sebe’ şehrini.

Rabbimiz bizleri uyarmak için şöyle buyurur:

Sebe’ halkı, (çekici güzellikler içindeki) yurtlarında Allah’ın rahmetinin işaretine sahiptiler; sağa ve sola doğru uzanan iki bahçe (ler dizisi onlara sanki şu çağrıyı yapıyordu:)

“Rabbinizin size bahşettiği rızıktan yiyin ve O’na şükredin: ne güzel topraklar ve ne bağışlayıcı bir Rab!”
Ama onlar (Bizden ve yasalarımızdan ) yüz çevirip uzaklaştılar ve bu yüzden barajlarını yıkıp geçen, sahip oldukları (son derece verimli) iki bahçe (ler dizisini )  sadece böğürtlen, ılgın ve birkaç tane yabani sedir ağacından ibaret virane  bahçelere çeviren bir sel gönderdik:

Hakikati inkar etmelerinden dolayı onları işte böyle cezalandırdık. Biz, kâfirliğe yönelip nankörlük yapanlardan başkasını hiç cezalandırır mıyız?” (Sebe’ 34/15-17)

Rabbimizin Kur’ân’da bütün bunları bize anlatması, kâfirleşen /nankörleşen insanların denenmesinin, uyarılmasının ve cezalandırılmasının ilahi kanun olduğunu ihtar etmek içindir.

Biz geçmiş topluluklardan daha hayırlı değiliz. Aynı hatalar aynı sonuçlarıyla denenmeler, uyarılar ve cezalar şeklinde bizi de bulur. İlmi yaklaşım da bu değil midir?

Allahım! Merhamet Et

Dün televizyonda bir felaket halinde gelen selleri izlerken bir kişinin “Allahım! Bize merhamet et. ” şeklindeki yakarışları duyuluyordu.

İnsan böyledir. Çaresizlik içinde kıvranırken Rabbini hatırlar. Sonra yine kâfirleşir/nankörleşir. Kur’ân’ımızdan okuyalım:

“ Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da sonra bunu ondan çekip alırsak, tamamen ümitsiz ve nankör olur.
 Eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet tattırırsak, elbette “Kötülükler benden gitti” der, ( ve ardından) şımarık, kibirli oluverir.
 Ancak sabredip güzel iş yapanlar böyle değildir. İşte onlar için bir bağış ve bir büyük mükâfat vardır.” (Hû 9-11)

Gel Gör ki …

Gel gör ki bizde konuşup yazan medya ve ilim adamlarının hatta ilahiyatçıların büyük kısmı ateisce laflar ediyor veya deist gibi konuşuyor. Sanki yeryüzünün bir yaratıcısı ve onun yasaları yokmuş gibi. Ölümler, mal kayıpları tesadüf imiş gibi.

İslamî  iman ve yaşam doğrultusunda gereğince sabır gösterip adalet, merhamet ve yardımlaşma gibi güzelce işler yapanlardan olamadığımız için de hayatımızdaa gavur dili ve yaklaşımı devam ediyor.

Allahım! Bize merhamet et. İbret alabilen ve kendi sorumluluğunu idrak edebilen akıl sahiplerinden kıl.

Ali Rıza Demircan