Hz. Osman’ın  (ra) şehadeti ile başlayan dönem hepimizin bildiği gibi birçok siyasi karışıklığın kapısını aralamıştır. Devamında İslam dünyasında bugüne kadar devam eden siyasi fikir ayrılıklarının tohumları atılmıştır. Hıristiyanlığı tahrip eden Yahudi Pavlus’un yaptığının aynısı Yemen Yahudisi Abdullah ibni Sebe tarafından İslam dünyasında gerçekleştirilmiştir.

Fakat İslam dünyasındaki karışıklıklar tamamen siyasi ayrışmalarla başlarken, Hıristiyanlığı tahrip eden ve Bizans’a muhbirlik yapan Pavlus (asıl adı Saul), tahribatı sadece dini alanda yapılmıştır. Din tahrip edilince de geri kalan her şey tahrip oldu. Hz İsa’nın (as) dini, rivayetlere göre en son Selman-ı Ferisi (ra) ile sona ermiştir.

Lakin bu iki tarihi fitne dönemlerinde temel bir fark vardır. Pavlus’un tahribatına karşı Pavlus’tan sonra gelen bir müceddide, bir tazeleyiciye rastlamıyoruz. Pavlus’un tahribatına karşı koymaya çalışan gayretli insanlar sadece havarilerle sınırlı kalmıştır ve ortaya koyduğu fikirlerin putperestlere daha cazip gelmesi sebebiyle, Yahudi dini içinden gelen tevhidçi grup çok yayılamamıştır. Yahudilerin de yaptıkları şeytanlıkların neticesinde gittikçe azalan bu tevhidçi grubun (Ebionitler) sayıları gittikçe azaldı ve Selman-ı Ferisi ile sona erdi.

İslam dünyasında da yine Yahudi eliyle başlatılan ve siyasi fikir ayrılıklarından istifade ederek ayrılıkları körükleyen bu fitneye karşı, bu karışıklıklara aldanmayarak başta Al-i Beyt olmak üzere hamiyetli insanların dinin aslını muhafaza etmek suretiyle, siyasi hadiselere rağmen, insanların imanını, İslamiyet’in esasatını muhafaza ettiklerini görüyoruz. İslam dünyasında en çok eserler fitne dönemlerinde ortaya konulmuştur.

İnsanın olduğu her yerde mutlaka problem olmuş ve olacaktır. Ancak tehlikenin asıl kaynağının ve nasıl bertaraf edileceğinin farkında olan o az grubun içinden bazılarının Kur’an’ın muhafazasına, bazılarının hadisin muhafazasına, bazılarının siyerin, bazılarının fıkhın muhafazasına çalıştıklarını biliyoruz. Öylesine gayretli insanların –sebepler dairesinde- o müthiş gayretlerinin neticesinde İslam muhafaza olduğu gibi, sonraki dönemlerde de çok kaliteli insanların yetişmesine zemin hazırladılar. Ve o siyasi fitneler tamamen bitmedikleri halde, her yüzyılda gelen ve asrın hastalıklarını tam teşhis eden fedakârların gayretleri ile İslamiyet’in safiyetinin muhafazası gerçekleşebilmiştir.

Öylesine bir gayret gerçekleşmiştir ki, o insanların sayesinde -çok ilginçtir- İslam’ın en hızlı yayıldığı dönemler ya da hızlı yayıldığı dönemler fitne dönemleri olmuştur. Çünkü bu dönemler ruhunda hamiyeti feveran eden insanların ortaya çıktığı dönemlerdir. Her dönemde bu hamiyetli insanların gayretleri ile dinin safiyeti muhafaza edilmiş ve kıyametin kopması -hakikatte olduğu gibi sebepler dairesinde- geciktirilmiştir.

Bugün?

Bugün durum çok farklı.

Hamiyetli insanlar yine var, yine bu fitne döneminde İslam’ın ruhunu muhafaza etmek için tam hastalığı teşhis edip gayret eden ve görünüşe değil asıl sebebe nazar eden insanlar yine mevcut. Fakat bir farkla ki;

Önceki dönemlerde kadın fitnesi bu derece değildi. Zenginlik bu kadar yayılmamıştı. İnsanlar günlerinin çoğunu bir lokma için çalışarak geçirmek mecburiyetindeydi. Bedenen çalışan kimsenin fitneyle işi olmaz. Şimdi ise nüfus çok fazla ve tahribat devlet desteğiyle ya da devletin saflığı ile yayılarak devam eder durumda. Lise bitince işe başlaması gereken gençler, işsiz yetiştirmek için kurulmuş üniversite denilen toplanma alanlarında hayatlarının en verimli dönemini işsiz olarak yani öğrenci olarak ve ahlaksızlık kalitesi yükselerek geçiriyor. Üniversiteyi bitirenlerin de sadece belki yüzde onu iş bulmada üniversitenin faydasını görüyor.

İşsiz insan sıkıntılı insandır. Her türlü psikolojik bozukluğun arkasında “boşluk” bulunur. İnsan denen canlı emek harcamaksızın fikrini istikamete sevk edemez. Bu acı bir durum olsa da hakikattir.

Sefahat artacak, işsizlik yani emeksizlik artacak, toplumun geri kalanında da zenginlik var olmuşsa artık fitnenin önü alınamaz. Eldeki sermaye arzulara kâfi gelmeyince toplumun tahribi için başka nedene gerek yoktur. Hızla o yöne gidiyoruz. Hala gençleri okula yönlendirmek için kararlar alınıyor. Sanki musluk tamiri bir iş değil. Musluk tamirini üniversite bitirme talihsizliğine uğramış gariban yapamaz. O ancak üniversite denen “boş gezecekler” grubuna bulaşmamış aklı başında insanların yapacağı şeydir. Yüzde onlarda kalması gereken üniversiteli seviyesi milli eğitimle yarışıyorsa artık yapacak bir şey yok. Allah önce ana babaların sonra baştakilerin başına akıl versin.

Biz ne yapalım.

Biz görünene değil hakikate nazar edelim.

Biz Müslümanız, yani iki hayatlıyız. Başkaları gibi bakamayız. Fitne ya maneviyatın kuvvetlendirilmesiyle ya insanların meşgul edilmesiyle ya da mutlak istibdatla çözülebilir. Son ikisi bizim işimiz olamayacağına göre elimizdeki tek sermaye bu dinin kuvvetlendirilmesine çalışmak, en yakınımızdan başlayarak, asıl vazifemizin bu olduğunu idrak etmektir.

Dünyadaki şu anda mevcut zulümlerin bizi galeyana getirmesi ile hissimizi tatmin için kızmak, bağırmak, internetten haykırmak dünya düzenini değiştirmez. Biz hissimizi tatmin etmiş oluruz. Oyalanmış oluruz. Fakat elde ne var diye baksak biraz bağırma biraz çığırma dışında bir şey yok.

Şimdi ruhunda hamiyet taşıyanların hamiyetinin fiiliyata dökülmesi zamanı. Şimdi yapılması gereken en zor olan. O da İslam’ın hakikatlerini, iman esaslarının ispatlarını öğrenmek ve anlatmak.

Bu çok zor. Çünkü neticesi hemen görünmüyor. Ama bağırıp tatmin olmak daha kolay. Bu memlekette İslam için ölecek insan sayısı İslam’ı yaşayandan çoktur. Evet, zor olana talip olmak herkesin harcı değil. Zaten çok pirim yapmaz. Senin gayretini sadece Allah takdir edecektir.

Bir memleketi fethetmek zor değildir. Lakin onu elde tutmak zordur. Senin o memleketi elde tutman için onlardan daha yüksek ideallere sahip olman ve bu ideali fiiliyata da yansıtman gerekir. Yetmiş milleti idare eden Osmanlı fethettiği topraklarda mevcut düzenden ve yaşantıdan daha iyi bir örnekle temsil ediliyordu. O yüzden elde tutmakta zorlanmıyordu. Biz şu anda aynı durumda mıyız? Dünyayı ele geçirsek, bizden sonra gelen nesil o yükü kaldırabilecek sermayeye sahip midir? Hayal kurmayalım, Kur’an bize yeni nazil olmuş gibi her yönüyle, hususan Kur’an’ın doğruluğunu ispat edecek bilgilerle ruhları doyurmazsak, bu yüzyıl, hastalığı tam teşhis edip gayret eden hamiyetli insanlardan mahrum kalacak demektir. Bu mahrumiyetin sonucu ne olacak? Biliyoruz değil mi?...