Cuma hutbesini okurken kendisine Kudüs ile ilgili hiçbir şey neden yapılmadığını soran ve itiraz eden gence Selahaddin Eyyubi cevap vermez. Sabah namazı kılınınca o genci sorar. Derler ki gelmedi!..

Tarihin akış kuralını özetleyen bir hadisedir bu olay. Selahaddin Eyyubi, o gün için camiye gelmeyen, bugün için namaz kılmayan Müslümanların bu hatasının fethe engel olduğunu anlatsa da, o zamanı bilmem ama bugün bu fethin gecikmesinin nedeninin ibadetlerdeki tembellik olduğunu hakkalyakin bilen Müslüman sayısı kaç tanedir, çok merak ediyorum. Büyük ihtimalle hani derler ya, “bir elin parmaklarını geçmez”, işte öyle bir korkunç hakikat.

Yürüyüş yapmamanın yanında yürüyüş yapmak güzel, boykot yapmayanın yanında boykot tartışmasız güzel. Lakin en önemli noktayı kaçırıyoruz. Vaktiyle Hülagu denen deccal yavrusu Müslümanları kılıçtan geçirir ve kendisiyle konuşacak âlim talep eder. Onunla görüşmeye giden Kadıhan Efendi, Hülagu’nun sorularına özetle, bu musibetin nedeninin şükürsüzlük olduğunu, ne zaman ki şükür başlar onun burada tutunamayacağını söyler. Demez ki, senin ordun çoktur, bizim azdır, demez ki, senin silahın çoktur bizim azdır. Sizi ancak silahımız çoğalınca yenebiliriz demez. Çünkü bu Allah’ı tanımayan, sebepler dairesinden Hak dairesine geçmeyen sıradan zihinlerin cevabı olurdu.

Bu günün siyasi akıllı Müslümanına sorulsa, o Kadıhan efendinin cevabını komik bulacaktır. Niçin yenildik diye sorsak, cevap sebeplerden başını kaldırıp hükmü ilahiyi göremeyen bir aklın cevabı olur; çünkü ekonomimiz bozuk, çünkü idarecilerimiz vasıfsız, çünkü.. çünkü..

Kaç kişinin aklına tevbe istiğfar geldi, kaç kişinin aklına ibadetleri artırmak geldi, kaç kişinin aklına imana hizmet geldi?..

Öyle ya, çok komik değil mi, İsrail kuduzluğunu gösteriyor, dünya liderleri şartsız destek veriyor, ama Selahaddin Eyyubi sabah namazına o genci bekliyor ya da bizi..

İçinden geçtikleri bağdan bir salkım üzüm koparan ve yerine bir altın bırakan askeri tebrik için gelen rahibin gözü önünde fethi engelleyeceği için o askeri ordudan atan padişahın bu kararını komik görmüyor muyuz, komik saymaz mıyız şu anda böyle bir şey yapılsa…

Biraz bağırma, biraz çağırma, biraz sosyal medyada vahşet resimlerini paylaşma, İsrail’in soyuna sopuna dümdüz gitme.. Evet insan hissiyatsız olmaz. Benim de ne dediğimi bilse mezarlarındaki dedelerinin kulakları kızarır Siyonistlerin. Lakin benim vicdanımı rahatlatmam olması gereken hizmeti yapmaz. Bu âlemin kuralları böyle işlemiyor. Sünnetullah böyle işlemiyor. Müslümanın imtihanı gâvurun imtihanı gibi olmuyor. Onlar iyiliklerinin mükâfatını alıyor dünyada, ebedi azap onları bekliyor.  Müslüman hatalarının cezasını görüyor dünyada, ebedi mükâfat onu bekliyor. Şüphesiz sırf bu noktadan onların muvakkat galebeleri olacak, Müslümanın ızdırabı olacak. Fakat ebedi bir mükâfatla o Müslümanın fani zararı telafi edilir.

Hikmeti ilahiye ise keyfiyete bakar, kemiyete bakmaz. Bazen bir insanın hidayeti Âlemlerin Rabbini bin insan kadar razı eder, bilinmez. Bir Hz Ali tüm erkeklerden, Hz Fatıma tüm kadınlardan daha değerlidir. İşte sayı çokluğuna sahip Müslümanların mağlubiyeti madde ile sebepler ile nasıl açıklanacak. Mute harbinde üç bin kişi ile yüz bin kişilik Bizans ordusunu durduran sahabenin bu yaptığı hangi sebeplerle açıklanacak. “Eğer gerçekten inanıyorsanız, üstün olan sizlersiniz” (Ali İmran 139) diyen ayet neden üstünlüğe başka bir gerekçe göstermemiş acaba? “Benim vazifem cihat etmektir. Galip ya da mağlup etmek Allah’a aittir” diyen Selahaddin Eyyubi, neden silah ve insan sayısının çokluğunu galibiyet şartı olarak görmemiş acaba? Batı denilen vahşetistanda galibiyeti toplara değil, Allah’a bağlayan bir kişi bulamazsınız. Onların dünyasında hak kuvvettedir. Fakat bizim dünyamızda kuvvet haktadır. Biz onlar gibi düşündüğümüzde onlardan da aşağı düşeriz ki tarih buna şahittir.

Müslümanın başına gelen musibetin telafisinin bize düşen şartı imanın kuvvetlendirilmesi, ibadetlerin artırılması, tevbe ve istiğfarın çoğaltılmasıdır. Tevbeye ihtiyaç hissetmemek, İsrail zulmünden daha korkunç bir sukuttur. Tüm dünyayı siyaseten ele geçirsek ama ordumuz dünya hayatından başka hayatı bilmese biz kaybetmiş oluruz. Bizim için galibiyet önce kalplerden başlar. Müslüman için çok kolay olan toprak fethinden önce kalplerin fethi gerekli. Dünya toprağı nasıl olsa fethedilir, biz sırf ona razı değiliz. Biz baki olan toprağın da taliplisiyiz..

Şimdi İslam dinini yaymak için dinin ispatını öğrenmek, aklında cevaplanacak soruların cevaplarını bulup muhtaçlara yetiştirmek ve bu musibetten hakkıyla intikam almak için. vicdanımızı rahatlatacak harice tesiri olmayan tedbirler yerine, imanımızı takviye etmek ve şüphede olanların imdadına Kur’an hakikatleriyle yetişmek elzemdir. Silahaltına çağrılırsak zaten bu milletin ne yapacağı belli. Fakat biz silah alıp gözümüzü kararttığımızda arkamızdan gelecek nesille cennet bahçelerinde kavuşacağımızdan ne kadar eminiz? Meydanda galip olup, itikatta kaybetsek hakikatte galip mi olmuş oluruz? Dünya hâkimiyeti, çocuğumuzun imanını bu sefahat ortamında kaybetmesini karşılar mı?

İslam’ı kabul etmeleri zor olmasın, izzetleri bütün bütün kırılmasın diye istikbalde Müslüman olacak sahabelere, eski sahabelerin Uhud’un nihayetinde yenilmesine müsaade eden Rahmet-i İlahiye, dünyevi galibiyetten ziyade Uhrevi galibiyeti hedeflemiş değil midir? Müslüman olarak muvaffakiyet dediğimiz şey rızayı İlahiyi ve ahireti kazanmak değil midir? Hadis-i şerifin ikaz ettiği gibi, bir kimsenin hidayetine vesile olmak, güneşin üzerine doğduğu her şeyden hayırlı değil midir?

Müslüman için galibiyetin mağlubiyetin tanımı farklıdır. Şehit olan kazanandır. Yaşayan içinse Allah’tan ümit kesilmez. Allah canımızı şehit olarak alsın. Biz galibiyeti böyle biliyoruz. Yaşarken de İslam’ı yaymak, bu fitneler asrında imansız kalmış, adım adım cehenneme giden insanımızı kurtarmaktır galibiyet. Bu dertle yaşamaktır galibiyet. Bu derdi tedavi etmek için çabalamaktır galibiyet. Toprak galibiyeti mi? Bize vazife düşerse fırsattır deyip gideriz. Sonuç mu? Karar mülk sahibinindir. Bizi hiç mi hiç ilgilendirmez.