On dokuzuncu yüzyıldan itibaren dünyayı sömürmeye büyük bir hız veren batı milletleri, sömürge zihniyetini sadece maddi alanda değil, başta inançlar olmak üzere tüm milletlerin kültür alanlarında da yozlaşma meydana getirmek üzere yoğunlaştırmışlardı.
Maddi durumlarının daha iyi olmasından istifade ederek, bilim adamı, arkeolog vs. sıfatlarıyla birçok Avrupalı özellikle Osmanlı coğrafyası içine yayıldılar.
Bunların içinde Lawrens ve Gertrude Bell gibi siyasi karışıklıklar çıkarmakla görevli olanlar olduğu gibi, Arminius Vambery gibi dini tahribat yapmakla görevli olanlar da vardı. Üçüncü bölümde olanlar ise ileride kullanılmak üzere o ülkelere yerleştirilen ailelerden ibarettir ki, bunlar daha uzun vadeli ele geçirme projesinin neticesi olarak hâlâ varlıkları devam etmektedir.
Dini tahribatla görevli olanların tamamı Vambery gibi kendilerini gizleyerek görev yapma ihtiyacı hissetmediler. Bunların büyük bölümü birer akademisyen olarak çalıştılar. Süleymaniye kütüphanelerini kendine mesken eden Arnold Toynbee gibi birçok akademisyen kökenli araştırmacı, İslam dünyasının din ve mezhep olarak mevcut potansiyelinin tespit ettiler. Kendi ülkeleri için bilimsel kaynak temin ettikleri gibi, aynı zamanda İslam dünyasındaki ihtilaflı meselelerin de tespitlerini yaptılar.
Bizim dilimize giren “oryantalist” kelimesi ya da İslam dünyasındaki en yaygın adıyla “müsteşrik” kelimesi, İslam dünyasında bilimsel çalışma yapan batılıları ifade eden bir kelime olarak yerleşti.
Bu kelimenin tanımladığı batılı akademisyen veya bilim adamı denilen gruplar, İslam dünyasını Kur’an’dan Hadislere kadar, fıkıhtan kelama kadar araştırırken, bu gün de olduğu gibi Hristiyanlık denilen bozulmuş muharref bir dinin de temsilcisi olarak bu çalışmaları yapıyorlardı. İslam’ı öğrenirken kendi dinleriyle de muhakkak karşılaştırmak zorunda kalmışlardır. Ya da öyle düşünüyoruz.
Acaba, hangi niyetle gelmiş olurlarsa olsunlar, İslam’ı öğrendikten sonra Hıristiyan kalmak nasıl mümkün oluyor?
Hindistan’ı İngilizler’in işgalinden sonra bölgeye gelen İngiliz misyonerler de Hristiyanlığı yayma faaliyetine başlamışlardı. Onların bu mağrur faaliyetlerine karşı Şeyh Rahmetullah el-Hindi hazretleri, İngiliz başpapazını tüm halkın önünde yapılacak münazaraya davet etti. Daha sonra “İzhar-ul Hak” adıyla yayınlanacak olan bu Hıristiyanlığa reddiye kitabında yer alan tartışmalarda olduğu gibi her daim mağlup olan Hıristiyanlık temsilcileri, meydandan çekilseler de Hristiyanlıkta kalmaya devam ettiler.
Hristiyanlığın ve Yahudiliğin temsilcilerinin mağlubiyetleri tarih boyunca çok defa vuku bulmuştur. Tutundukları tüm fikirler çürüdüğü halde batıl dinlerine bağlanmada değişen bir şey olmamıştır. En büyük âlimleri olan Abdullah Bin Selam’ı Hz. Peygambere tetkik niyetiyle gönderen Yahudiler, onun geri gelmekte gecikmesi üzerine topluca huzuru nebeviye gitmişlerdi.
Onların geldiğini gören Abdullah Bin Selam, bir perdenin arkasına saklanarak, Hz. Peygambere onlara kendisini sormalarını rica etmiştir. Hz. Peygamber de onlara Abdullah Bin Selam’ı nasıl bildiklerini sormuştur.
Onlar da Abdullah Bin Selam’ın en büyük âlimleri olduğunu, Yahudiliği ondan öğrendiklerinin, onun sözünün hüccet olduğunu vs. söylemişlerdir. Bunun üzerine perde arkasından çıkan Abdullah Bin selam, Peygamberimizin gerçek peygamber olduğunu, kitaplarında haber verilen, beklenen son peygamber olduğunu, kendisin ona iman ettiğini ve onların da iman etmesi gerektiğini söylemiştir.
Ancak bir dakika önce Abdullah Bin Selam’ı metheden Yahudiler, bu sefer onun yalancı olduğunu, zaten bunu hep bildiklerini söyleyerek çekip gitmişlerdir.
İslamiyet’in hakkaniyetini öğrendikleri halde inatlarından dolayı batıl dinlerinden vaz geçmemek nasıl bir psikolojidir, bilmiyoruz. Yıllarca Mısır’da Camiül Ezher üniversitesinde çalışmalar yapıp da yine de hiçbir nurun bulaşmaması anlaşılır bir durum değildir.
Ya da bizim zannettiğimizden daha farklı bir psikoloji insana her daim hükmediyor diye de belki yorumlanabilir.
Galiba akıl asla niyeti aşamıyor. Kalp neye taraftarsa akıl o taraftan yontuyor. Hakikatin hakikat olması kalbin kabulüne yetmiyor, kalp bizzat hakikati talep etmedikçe hakikatin varlığı onu kabul etmek için kâfi gelmiyor.
Bu korkunç hakikat gayri Müslimlerde böyle olduğu gibi, batının üstünlük psikolojisini kabul etmiş bir akla sahip Müslümanlarda da aynı şekilde cereyan etmektedir.
İslam’ın ruhuna bir türlü intikal edemeyen oryantalistlerin yerli versiyonları da aynı hastalıkla varlıklarını sürdürmekteler.
İslam’ın ruhunu sindirememiş, batılı kavramlarla İslam’ı anlamaya çalışan ruhu gâvurlaşmış Müslümanlar.
Ve hatta ilahiyatçılar..
Batıya karşı ezikliklerini onlara şirin gelecek İslam’ın ihtilaflı meselelerini gündemde tutarak var olmaya çalışan adı ilahiyatçıya çıkmış şöhret divaneleri…
İnsanları sarmış olan dinsizlik vebasına karşı hiçbir sermayeleri olmadığı için. Hz Adem’in babası var mı yok mu diye tartışma ortaya atan Müslümanlığından pişman güruhlar..
Müslümanların en çok ittifaka muhtaç oldukları zamanda ihtilaflı meseleleri gündemde tutarak insanların İslam’dan soğumasına neden oldukları halde gerçek dini tebliğ ettiklerini zanneden küçük beyinli ulema takımı..
Hiçbir hizmet yapmadıkları halde yazdıkları ihtilaf kitaplarını vahiy zanneden ve İslam davasının hakiki fedakârları olan ve ömürleri zindanlarda geçen Bediüzzaman hazretleri gibi Ehli sünnet ulemasını basite alan, İslam’a oryantalist gözüyle bakan şuursuz güruh..
Miracı rüyaya indirerek güya İslam’a gelecek itirazların önünü kesmeye çalışan ve olmayan elbiseyi uydurmak için kumaş yerine bedeni kesen bedbaht hamiyetfuruşlar..
Konuşmayan bir peygambere sahip bir din ihdas etmeye çalışan, böylece her yoruma İslami kılıf uydurmanın önünü açan peygambersiz ilahiyatçılar..
Evet,
Peşin niyetlerinden dolayı İslam’ı anlamaları imkânsızlaşan Oryantalistlerin düştüğü çukura düşen ve İslam’ın ruhunu anlama imkânını kaybeden Müslüman adını taşıyan ruhsuz et ve kemik yığınları bugün hala İlahiyat fakültelerinde ve hatta diyanette imam olarak görevleri devam etmektedirler. Bir gayrimüslim kadar ruhları İslam’a uzak olan ve tek avantajları bizimle aynı dili konuşmak olan bu yığınların zararı ateistlerle yarışmaktadır.
İslam namına evrimi savunan, Hz. Adem Aleyhisselam’ı bir maymun versiyonuna indiren bu aklı uçuk yığınların tedbiri alınmazsa, yapacakları tahribatın sırasında Kur’an var. Cin taifesini, “cin gibi insanlar”a çeviren bu yığının tahribatının sonuçları henüz ortaya çıkmadı. Bir tedbir de alınmayacağına göre, “dünyaya hakim olacak İslamiyet”ten sonra, nasıl olup da dinsizlikten kıyametin kopacağının ipuçları uzaktan uzağa görünüyor..